23 Kasım 2024
  • İstanbul15°C
  • Ankara13°C
  • Van6°C

GENÇLİK; İYHA VE İMHA ARASINDA BİR GEL-GİT

DAVUT HOCA

02 Ocak 2017 Pazartesi 16:18

 

             Adamın biri elindeki satmaya çalıştığı buzları gösterip şöyle bağırıyormuş; “ne olursunuz, sermayesi buz olan şu adamcağıza acıyın.” Evet, bizim de toplum olarak elimizdeki sermaye GENÇLİK’tir. Ancak, zamanla eriyen, yok olmaya yüz tutan bir sermaye. Gençlik geleceğimizdir, ekip biçtiğimiz hâsılatımızdır. Ya gelecekte tutunacak dalımız ya da ipimizi çekecek bir güç. Bir ülkenin, bir toplumun yaşaması, ayakta durabilmesi, medeniyetler arenasında direnebilmesi için yetiştirilmesi, korunması, değerlendirilmesi gereken en büyük güçtür.

          Nüfus gücü olarak hele genç nüfus olarak Dünya çapında tüm Müslüman ülkeler bir bütün olarak düşünülecek olursa, manzara hiç de Batı medeniyetinin, İslam karşıtlarının ve onların kuklalarının hoşuna gidecek gibi değil. Onlar işin bilincindeler ve bu gidişattan korkuyorlar. Samuel P.Huntınton’un yaklaşık 20 yıl önce yazmış olduğu meşhur Medeniyetler Çatışması(1) adlı kitabında bu durum korku ve ürperti duyguları içinde bakın nasıl da dile getiriliyor; “…Türkiye laikliğe inanmış eski kuşak kadınlarla İslam dinine yönelmiş kızları ve torunları arasında kesin bir ayırıma tanık olmaktadır… Mısır’ın İslamcı militan liderleri üzerinde yapılan bir inceleme, diğer ülkelerdeki İslamcı harekette de tipik olarak bulunan, beş temel özellik bulmuştur. Bunlar büyük ölçüde yirmilerinde veya otuzlarında bulunan gençlerdir. İslamcı gençlik İslamcı Yeniden Doğuşa damgasını vurmaya devam etmektedir. 1970’lerde Yeniden Doğuş yoluna devam ederken ve 1980’lerde bu hareket hızlanmıştır. Gençliğin nüfusa oranı (15-24 yaş arası nüfus) temel Müslüman ülkelerde önemli ölçüde artmış ve toplam nüfusun %20’sini geçmeye başlamıştır. Birçok Müslüman ülkede gençlik 1970 ve 1980’lerde en üst düzeye çıkmış ve diğerlerinde de gelecek yüzyılda doruğa ulaşacaktır. Bu geçlik İslamcı örgütlere ve hareketlere insan sağlamaktadır. Belki de İran nüfusu içinde genç nüfusun 1970’lerde aşırı bir biçimde artması 1970’li yılların son beş yılında %20’ye ulaşması ve 1979 yılında İran Devriminin olması veya 1990’ların başında Cezayir’de sözü edilen orana ulaşılması ile İslamcı FİS’in halktan destek bulması ve seçim zaferleri kazanması bütünüyle rastlantısal değildir. Diğer yandan genç nüfusun oranının yüksekliği Körfez ülkelerinde devam edecektir. 1988 yılında Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Abdullah, ülkesindeki en büyük tehlikenin gençler arasında İslamcı köktendinciliğin yükselmesi olduğunu söylemiştir. Bu projeksiyonlara göre bu tehdit yirmi birinci yüzyılda da süreceğe benzemektedir.’ Ve korktukları başlarına geldi. Başta kendi ülkelerinde olmak üzere dünyada  genç kesim ağırlıklı olmak üzere birçok insan İslam’la tanışarak huzuru buldu. Kendi gençliklerinin İslam’a kayışları karşısında çaresiz kalmakla birlikte İslamofobia denilen İslam’ı karalama çalışmalarının yanında İslam ülkelerindeki geçliği de bozmak, ifsad etmek için akla hayale gelmeyecek planlar kurdular. Başta sinema ve fuhşiyat olmak üzere birçok bataklıklar ürettiler ve bunları özellikle internet yoluyla seri üretime geçerek yaygınlaştırdılar. Bir de bizim kendi yaşantımızda rehavet ve sefahate düşmemiz tabi ki işlerini çok kolaylaştırdı.

          Gelelim bir de bizim cephemizden olaya bakmaya; şöyle bir özeleştiri yaptığımızda durumumuz pek iç açıcı görünmüyor. Avrupa bizden, genç nüfusumuzdan bu şekilde korka dursun, gelin bizim elimizdeki bu potansiyeli ne şekilde değerlendirdiğimize bir bakalım. Öncelikle ne yazık ki çocuklarımız ve gençlerimiz bizim hayatımızın değil rahatımızın ortakları olarak yetişiyorlar. Hayatta hiçbir sorumluluk almadan, sanal bir yaşantı sürmeye alıştırdığımız bir gençlik yetişiyor.  Bu konuda göstermiş olduğumuz rehavetin ve gafletin sonuçları hiç de iç açıcı olmayacaktır. İnternet, akılları baştan alan akıllı telefon vb. çağın felaketleri, çocuklarımız ve gençlerimizi ailelerinden koparmaktadır. Liseli gençler arasında yapılan bir ankette ‘eviniz kira mı, kendinizin mi?’ sorusuna ‘ben bilmem, babama sorun’ cevabını vererek hayattan ne kadar soyutlandıklarını gösteren nice örnekler vardır. İnternetin sınırsız olduğu ancak bunun karşısında hayatlarının sınırlı olduğu gerçeğinden uzak bir yaşam tarzı gelişmektedir. Şimdi neslimize dayatılan hayat düsturları; savaşma-seviş, dev genç değil-sev genç. Hülasa, hak veya batıl hiçbir ideoloji uğruna mücadele veremeyecek, belli bir kişiliği ve duruşu olmayan, omurgasız, asalak ve parazit bir gençlik meydana getirilmek istenmektedir.

           

 

          Zamanımızda, yaşantımızın Allah’ın emirlerinin ve Resulü’nün örnekliğinin çok uzağında kalması, bu yöndeki hassasiyetlerimizin büyük bir erozyonla yok olmaya yüz tutması, geçlerimiz üzerinde etkisini daha çok göstermektedir. Başörtüsüne yoğunlaşırken tesettürü yitirdiğimiz, giyinik çıplaklığın arttığı, kıyafetlerin örtünmek için değil aksesuar olarak kullanıldığı, İslami ve İnsani erdem ve düsturların hiçe sayılarak hayvani bir özgürlük edasıyla yaşam sürmenin moda olduğu, dinin ferdi boyuta indirgenerek Allah ile kul arasında bir muamele seviyesine indirildiği ve böylece İslam’ın toplum olarak yaşanması olgusunun ortadan kalktığı yeni zamanlara yelken açıyoruz. Medyanın toplumu istediği gibi şekillendirme gayesi, şeytani planlarını özellikle gençlik üzerinde uygulaması, toplumun en hassas ve en önemli halkası olan kadın üzerinde bütün projelerini hayata geçirmesi, “kadını bozarsam bütün toplumu bozarım” sloganıyla yola çıkarak çeşitli desiselerini sergilemesi, aile mefhumuna karşı topyekün bir savaşa girişilmesi, çizgi filmlerdeki saklı 25.kare sübliminal telkin ile bilinçaltına mesaj verilerek çocuk dimağların hayatlarının daha ilk yıllarında kirletilmesinin gaye edilmesi, ayrıca toplumun gıda, içecek, giysi vb. ihtiyaçlar üzerinde oynanan oyunlar ile insan zihninde, bedeninde ve ruhunda telafisi mümkün olmayan etkiler oluşturulması, kirlenmenin, tahribatın, yıkımın boyutlarını ortaya koymaktadır. Bütün bu korkunç şeytani desiselerin bizleri ümitsizliğe sevk etmemesi gerekir. Sünetullah gereği hak-batıl mücadelesinde tabi ki şeytanın istediği şey olan yeise düşmeden bu mücadelede toplumun tüm kesimleri olarak üzerimize düşeni yapmamız elzemdir. Çocuklarımızın, gençlerimizin köklerinden koparılarak savrulmuş birer ot misali yokluğa savrulmasının önüne geçmek için tüm benliğimizce gayret göstermeliyiz.  Bu konudaki bütün şer güçlerin karşısında müsbet manada çalışan,  mücadele veren alim, yazar, dernek, vakıf ve neşriyatlar vardır. Bu yoldaki mücadele erlerinden biri de Beddiüzzaman Said Nursi’dir. Bütün hayatını ümmetin ihya ve inşası için sarfeden Üstad Beddiüzzaman Said Nursi, eserlerinde çok kez gençlere seslenerek zamanın ifsad edici unsurlarından kendilerini muhafaza etmelerini isteyerek onlara şöyle seslenmektedir: “…Elhâsıl: Gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyet­le sû’-i isti‘mâl ile, isrâfât ile gelen evhâmlı hastalıkla hastahânelere; ve taşkınlıklarıyla hapishânelere ve­ya sefâlethânelere; ve ma‘nevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhânelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz! Elbette hastahânelerin ekseriyetle lisân-ı hâlinden gençlik sâikasıyla isrâfât ve sû’-i isti‘mâlden gelen hastalıktan enînler, eyvâhlar işittiğiniz gibi; hapishânelerden dahi ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-i meşrû‘ dâiredeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksi­niz. Ve kabristanda ve mütemâdiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta -ehl-i keşfe’l-kuburun müşâhedâtıyla ve bütün ehl-i hakîkatin tasdîkiyle ve şehâdetiyle- ekser azablar, gençlik sû’-i isti‘mâlâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. Hem nev‘-i insanın ekseriyetini teşkîl eden ihtiyârlardan ve hastalardan sorunuz! Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile “Eyvâh gençliğimizi bâd-ı hevâ, belki zararlı zâyi‘ ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız!” diyecekler. Çünkü beş on senelik gençliğin gayr-i meşrû‘ zevki için dünyada çok seneler gam ve keder; ve berzahta azab ve zarar; ve âhirette cehennem ve sakar belâsını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde اَلرَّاض۪ي بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ(zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez) sırrıyla hiç acınmaya müstahak olamaz. Cenâb-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın câzibedâr fitnesinden kurtarsın. Ve muhâfaza eylesin. Âmîn!...”(2)

 

        Rabbimiz bize Hayat Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de çok güzel örneklikler sunmaktadır. Bunlardan biri de Ashab-ı Keyf olarak anlamakta zorluk çektiğimiz, Kur’an’da Rablerine İnanmış Gençler olarak söz edilen Ashab-ı Kehf’tir.  Bu gençler putperest bir inanç karşısında gerçeği görüp sapkın düşünceye karşı delikanlıca dik durmuşlardır.(3) Bu gençler, zalime karşı uyanık olup, uyumaları da tamamıyla bu uyanıklık gereği olarak Allah tarafından murad edilmiştir. Yine Hz. Yusuf’un bütün bedeni güzelliğine karşı teklif edilen bir hayasızlığı sadece ve sadece Allah’a olan imanı nedeniyle red etmesi, bütün bir gençlik için en güzel bir rol modeldir.(4) Peygamber Efendimiz(SAV), gençlere ayrı bir önem verir, geleceğin gençleri olan çocuklarla selamlaşır, onların kendilerini önemli insanlar olarak hissetmelerini sağlardı. Efendindimizin(SAV) iyi yetişmiş gençlerle ilgili birçok övgüleri vardır. Bunlardan birinde;  Ebu Hureyre (ra) Hz.Peygamberin(SAV) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir “yedi kişi vardır ki Allah sadece bunları kendi arşının gölgesinin bulunduğu günde gölgelendirir: Adaletli devlet başkanı, Rabbine kulluk üzere yetiştirilmiş bir genç, kalbi mescidlere bağlı kimse, Allah için birbirini seven, Allah için birleşen ve ayrılan iki kişi, güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisini (zinaya) çağırıp da: “Ben Allah’tan korkarım” diyen kimse, Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği gizli sadaka veren kimse, yalnız başına tenhada Allah’ı zikredip hatırlayan ve bu nedenle gözleri dolan kimse.”(5) Hz Ali (ra)’dan rivayetle: “Adalet güzeldir, fakat idarecilerde olursa daha güzeldir. Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha da güzeldir. Dinde titiz olmak güzeldir, fakat âlimlerde olursa daha da güzeldir. Sabır güzeldir fakat fakirlerde olursa daha da güzeldir. Tevbe güzeldir fakat, gençlerde olursa daha da güzeldir, hayâ güzeldir fakat kadınlarda olursa daha güzeldir.”(6) İbn Mesud (ra)’dan: Peygamber (sav) buyurdu: “insanoğlu kıyamet gününde Rabbinin yanında şu beş şeyden sorulmadıkça olduğu yerden ayrılamaz: “Ömrünü nerde geçirdiğinden, gençliğini nerede ve nasıl harcadığından, malını nereden kazanıp nereye sarf ettiğinden, bildiği ile amel edip etmediğinden, bedenini nerede yıprattığından.”(7) Bütün bu hadis-i şeriflerde Peygamberimiz(SAV), iyi yetiştirilmiş insanlardan, dindar insanlardan, tövbe edenlerden,  zamanlarını iyi geçiren kesimlerden en üstününün Gençler olduğunu vurgulamaktadır.

         Elimizdeki gençliğin değeri paha biçilmez, ancak bunun kıymetini bilmemiz gerekiyor. Bunun için de yarının gençleri ve büyükleri olan çocuklarımızı en iyi şekilde, İslami hassasiyetleri gözeterek yetiştirmemiz, helal kazançla elde edilen parayla büyüterek,  yetiştirmemiz gerekiyor. Unutulmamalıdır ki; bir insanın kişiliğinin oluştuğu yaş devresi 0-6 yaş aralığıdır. Islak beton üzerinde iz oluşturabiliyorken kurumuş bir beton üzerinde iz bırakmak artık imkânsız hale gelir. Hz. Ali (ra) oğlu Hasan’a hitaben şöyle yazıyor: “Yeni yetişen (gencin) kalbi boş bir tarlaya benzer; içerisine hangi (tohum) atılırsa, onu alır (bitirir). Ben de seni (ey oğlum), kalbin katılaşmadan terbiye ettim (İslam’a göre yetiştirdim).” Yine daha gençlik çağlarında gençlere Kur’an okumaları yönünde telkinde bulunan İmam Cafer-i Sadık (ra) şöyle diyor: “Bir kimse mû’min bir genç olduğu halde, Kur’an’ı okursa, Kur’an onun etine, kanına (canına, ruhuna) işler.” Gençlere örnek olarak gösterdiğimiz Asr-ı Saadetin seçkin simalarının yaşları, imanları kadar büyük değil. Mesela genç yaşta İslam’ı kabul edenlerden Hz. Ali 10, Zeyd b. Hârise 15, Abdullah b. Mes’ud ve Zübeyr b. Avvam 16, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Erkam b. Ebi’l-Erkam ve Sa’d b. Ebî Vakkas 17, Mus’ab b. Umeyr 20, Abdullah b. Ömer 13, Câfer b. Ebî Tâlib 22, Osman b. Huveyris, Osman b. Affan, Ebû Ubeyde ve Hz. Ömer 25-31yaşları arasındaydılar. (8) Bu nadide gençlerin yaşlarını şimdiki neslin yaşıtlarıyla kıyasladığımızda herhalde işin içinden çıkamayacağımız bir durumla karşılaşırız. 

         Yetiştireceğimiz gençlik öyle bir gençlik olmalı ki; bugün ‘bizler ıslah edicileriz’ sloganıyla bütün İslam coğrafyasını kurtlar sofrasına çeviren Haçlı ordusu ve taşeronlarına karşı dimdik durabilecek, bütün emellerini boşa çıkaracak bir gençlik olmalı. Yaradan, şer güçlere karşı ‘besili atlar yetiştirin’ derken, bu atlara binecek nesli yetiştirmemizi de murad etmektedir. Böyle bir gençlik; manevi ve kültürel bağlarına sıkı sıkı bağlı, gelenek ve göreneklerinden haberdar, hamuru iman ve haya mayasıyla yoğrulmuş, gece abid, gündüz mücahit bir gençlik olmalı. Gençler; zamanında yakışıklığıyla, saçlarının güzelliğiyle ün yapan Mus’ab Bin Umeyr’in, İslam’ı seçtiğinden dolayı zengin olan annesinin onu evlatlıktan çıkarmasından sonra, Hz. Peygamberin(SAV) karşılaştığında perişan halinden dolayı tanıyamadığı ve gördüğü bu manzaradan dolayı gözyaşlarına hakim olamadığı,   savaşta şehit edildiğinde üzerine atılacak örtü bulunamayan, ayağı örtüldüğünde baş kısmı, baş kısmı örtüldüğünden ayakları açıkta kalan, İslam’ın ilk öğretmenlerinden olan ve o zaman daha 20’sinde olan gençler örnek gösterilerek yetiştirilir. Annesinin, süt emzirirken bir kez olsun abdestsiz olarak emzirmediği, babasının ineklerini otlatmaya götürürken başkalarının otlaklarından otlar da o sütü çocuğunun içebileceği endişesiyle ineklerinin ağzını bağlayarak oralardan geçtiği şuuruyla yetiştirilen Said Nursi örnek alınmalı.

 

       Geleceğimizi inşa etmek, insanımızı ihya etmek, bir selam yurdunda insani ve İslami bir yaşam sürebilmek, neslin ve mahsulün tahrip edilmediği bir dünya için genciyle, kadınıyla, yaşlısıyla erdemli bir toplum oluşturmak, İslam toplumunun tuğlaları olacak sağlam aileler kurmak için çalışmalıyız. Tıpkı Ali Şeriati’nin örnek verdiği o güzelim aile gibi; “Barışta Hasan olmak, cihad ve şehadette Hüseyin olmak, hak ve sosyal adalet risaletinin en ağır döneminde Zeynep olmak, kadın olma noktasında Fatıma olmak ve her konuda Ali olmak…” gibi(9)

 

                                                                                                     

Kaynakça:

  1. Samuel P.Huntınton- Medeniyetler Çatışması
  2. Beddiüzzaman Said Nursi-Şualar
  3. Kur’an-ı Kerim Kehf Suresi(9-20.ayetler)
  4. Kur’an-ı Kerim Yusuf Suresi (23-24 ayetler) 
  5. Buhari, Tirmizi, Müslim
  6. Deylemi-Müsnedü’l Firdevs 
  7. Sünen-i Tirmizi
  8. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke' de, 
  9. Ali Şeriati-Kadın(Fatıma Fatımadır)