03 Aralık 2024
  • İstanbul10°C
  • Ankara5°C
  • Van-4°C

KADIN İMGESİ ÜZERİNDEN CUMHURİYET İDEOLOJİSİ,28 ŞUBAT SÜRECİ VE BUGÜN

Yavuz Yılmaz

30 Nisan 2017 Pazar 16:49

 

“Geriye dönüp baktıklarında, onurla anlatacakları bir hikâyeleri var. Bir de kendilerini cepheye süren ve süreç ilerledikçe arkalarından çekilen bazı erkeklerin hazin ihanetleri.”

 

 

            Hiç kuşkusuz, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren, bir ulus-devlet formunda hayat bulmuştur. Ulus devlet formunun iki temel özelliği; laiklik ve milliyetçiliktir. Modernleşmeyi temel alan Cumhuriyet projesi, Osmanlı’dan siyasal ve epistemolojik bir kopuşu ifade ediyordu kuşkusuz. Böylece karşımıza gelenekten kopuşu amaçlayan ve yeni değerler üzerine inşa edilmeye çalışılan bir toplumsal paradigma çıktı. Artık insanların gündelik hayat pratikleri, din üzerinden değil,akıl ve bilim üzerinden yürütülecektir. “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir,fendir.” ilkesi yeni paradigmanındin değil, bilim temelinde üretileceğinin ipuçlarını verir niteliktedir.

            Türk modernleşme modelinde, hayatın bütün alanlarında değişim hedeflendiği gibi,kadın anlayışı ve politikaları da kökten değişime uğramıştır. Artık devletin idealleştirdiği kadın, geleneksel İslami hayat tarzını paylaşan ve buna göre giyinen kadın değil, modern batılı giyim tarzına riayet eden kadındır. Bu durumu, dönemin giyim yönetmeliklerinde izlemek mümkündür.

            Cumhuriyet modernleşmesi, erkek bedeninden ziyade, kadın bedeni üzerinden yürümüştür. Kuşkusuz erkek giyiminde de sembolik değeri olan değişimler, yaşanmıştır. Bu değişimler arasında,yazdığı eleştirel bir risaleden dolayı asılan bir âlimin de olduğu “şapka kanunu” önemli yer tutmaktadır. Ancak erkek giyiminde, modernleşme yönünde yapılan değişimler,dinin temel yasakları ile bağlantılı olmadığından, etkili ve uzun süreli olmamıştır. Başörtüsü,İslam’da örtünme konusuyla doğrudan ilişkili olduğundan, üzerinde daha hassas bir şekilde durulmuştur. Başörtüsü kullanımı, kişinin İslam’la bağlantısını gösterdiğinden,dahası İslam’ın ayırıcı sembolü olduğundan, hem başörtüsü kullananlar hem de başörtüsüne karşı olanlar tarafından, bir aidiyet sembolü olarak kullanılmıştır. Şapka- sarık, başörtüsü- başı açıklık, geleneksel olanla modern olan arasındaki ayırımı gösteren simgelerdir. Simgelere yüklenen anlam göz önüne alınacak olursa, bu ayırımın Cumhuriyetin terk ettikleriyle, ulaşmak istediği hedefin farkını gösteren parametreleri gösterdiğine kuşku yok. Kuşkusuz yeni kurulan Cumhuriyetin amacı, İslam’ı kamu alanından tamamen, özel hayattan ise mümkün olduğunca uzaklaştırmak ilkesine dayanıyordu. Aslına bakılırsa, başörtüsünün bir örtünme biçiminin ötesinde, rejim sorunu haline gelmesindeki esas faktör, Cumhuriyet modernleşmesinin kadını tanımlamasıyla ilgilidir. İdeal Cumhuriyet kadını tanımında, başörtüsünün yeri yoktur. Başörtüsünün bir rejim sorunu olarak ele alınmasının altında yatan mantık, bu düşünceden beslenmektedir.

            Cumhuriyet modernleşmesinin kadın üzerinden yaptığı ideolojik anlamlandırma, bir yönüyle İslami hayat anlayışına duyulan tepkinin tezahürü olarak görünür hale gelmektedir. Klasik eğitim anlayışına karşı konumlandırılan modern okul tasarımı, kızların kapıdan adımını attığı andan itibaren, gelenekten bir koğuşa işaret ediyordu.

            “Çağdaş Türk Kadını” olarak tanımlanan anlayışın temelinde, modernliğin savunduğu paradigmanınbütün izlerini bulmak mümkündür. Çağdaş kadın tasarımı, batılı normları temel alarak belirlenmiş, dini bilgiyi değil akıl bilgisini öne çıkarmış, pozitivist anlayışa göre “bilimi hakiki mürşit” olarak görmüş, din işleriyle devlet işlerini asla karıştırmayan ve dini sadece vicdan çerçevesinde tanımlamış bir tasarımdır. Dönemin bütün alanlarında olduğu gibi, sinemasında da bir iki örnek dışında resmedilen kadın tipi budur. İslami ve geleneksel form içinde tanımlanan kadın bilgisiz,cahil, töre kurbanı,çaresiz bir canlıdır. Buna karşılık Kemalist modernliğin inşa ettiği kadın bilgili,terbiyeli,kendine güvenen bir yapıya sahiptir.

            Özellikle 28 Şubat döneminde,örtü ekseninde ortaya çıkan tartışma, aslında basit bir başörtüsü tartışmasından çok öte, sembolik anlamları olan bir mücadelenin,bir sistem tartışmasının,bir medeniyet tasavvurunun eleştirisinin üzerine inşa edilen bir tartışmaydı. Bundan dolayı, konu bir kişisel hak ve dini özgürlükler bağlamından çıkarılarak “Cumhuriyet karşıtlığı” söylemi bağlamına konumlandırıldı.

            Aslında sorun, başörtüsü tartışmaları sırasından ileri sürülen argümanların,Kemalizm’in modernleşme tasarımının sorunlu bir yanına işaret etmesi bakımından da anlamlıdır. Kemalist modernleşme, pozitivizmin etkisiyle şöyle bir ön kabulden hareket ediyordu: “Bilim ilerledikçe, dinin insan hayatındaki özgül ağırlığı azalacak,dahası bilimin insan hayatında karşılaştığı sorunları çözmesiyle, din bir arayış olarak anlamlı olmaktan çıkacak ve giderek yaşamın dışına çıkacaktır.” Ancak bu kabule tam tersi itiraz,tam da teorinin en zayıf tarafından geliyordu. İtiraz Cumhuriyetin eğitim kurumlarından yetişen ve üniversiteye giden, Cumhuriyetin ilerlemeci ve evrimci pozitivist anlayışının dini hislerinin azalacağını düşündükleri kesimlerdeki kızlardan geliyordu. Kızlar hem bilimsel bilgiyi okuyorlar hem de dinlerinin kendilerinden istediği örtünmeye sahip çıkıyorlardı. Kemalistlerin karşısında, sinema filmlerinden gördükleri cahil köylü kızları değil,eğitimli,donanımlı,dünyadaki gelişmelerden haberdar, hem moderniteyi hem de geleneksel yaşam tarzını eleştiren kızlar bulunuyordu. Bu, Kemalist aydınlarda büyük bir travma yarattı. Travma, kuşkusuz Kemalist ideallerin gerçekleşmesindeki başarısızlığa işaret ediyordu. Eğitimle modernliğe katılacağını umdukları kızlar, hem modernliğin felsefi paradigmasını,hem modernliğin Türkiye’deki uygulamalarını, hem de geleneksel İslami anlayışları kökten eleştiriyorlardı.

            Kuşkusuz konunun bir de diğer yönü var; ne yazık ki,başörtülü kızlar giyim üzerinden yeni bir “sivil itaatsizlik “eylemine işaret edip, bir bilinç oluştururken,hem Kemalistlerin,hem de geleneksel dindarların hücumlarına maruz kaldılar. Çoğu birbirlerine sığınmaktan başka çıkar yol bulamadılar.

            Bir diğer trajik yönde, onları cepheye sürenlerin, gelişen süreçte onları sorunlarıyla baş başa bırakmalarıdır. Bu durum,bu sahipsizlik ve terk edilmişlik duygusu, başörtülü kızların zihninde derin travmalara yol açtı. Bir kısmı sahipsizliğin getirdiği hayal kırıklığı ile psikolojik tedavi gördüler. Hem sistemden dışlanma,hem okuldan atılma hem de bunu,uğruna yaptıkları İslami kesimden gördükleri ilgisizlik, onları derinden yaraladı. Kimlerin onları ittiği ve kimlerin sessiz kaldığı konusunda derin bir travma yaşadılar. Onları iten, Kemalist sisteme duydukları öfke,onları yalnız bırakan dostlarının ilgisizliği yanında hafif kalırdı.

            Gelişen süreçte, birbirinden farklı modeller ortaya çıkmaya başladı. Özellikle Ak Parti iktidarı dönemi, önlerindeki engeller bir bir kaldırılan kadınların gerçekte ne istedikleri konusunda, soru işaretleri doğurdu. İstedikleri modern hayata katılmak mı, modern kadının avantajlarını kullanmak mı,yoksa İslami bir hassasiyetin öncüsü olmak mı? Başörtüsü mücadelesinden geçen kadınların dünkü istekleriyle, bugünkü konumlarının karşılaştırılması, kuşkusuz yaşadıkları dram ile hayal ettikleri ütopya arasındaki farkı da bize gösterecektir. Kuşkusuz, yanlış giden bir şeyler vardı. Yaşadıkları travma, sadece sisteme atılarak anlamlandırılacak bir süreç miydi, yoksa süreç, kendi zaaflarını da ortaya çıkaran bir duruma mı işaret ediyordu?

            28 Şubat sürecinin kadınları, bir taraftan Kemalistlerin rejim tarafından dillendirilen cumhuriyet karşıtı olma eleştirilerini,diğer yandan, içinde yaşadıkları geleneğin baskısı arasında bir yol bulmaya çalıştılar. Hiç kuşku yok ki, 28 Şubat sürecine yönelik en anlamlı eleştiri, başörtüsü üzerinden gündemleşen eylemlerdi. Bu eylemler, kadın kimliği üzerinden yeni bir inşanın ipuçlarını verir nitelikteydi. 28 Şubattan geriye, başörtüsü üzerinden inançlarını cesurca savunan kadınların eylemleri, sürecin sonuçlanmasından sonra oluşan savrulmalar, kaldı. 28 Şubat kadınlarının bir de kuşkusuz, hayata tutunma ütopyaları vardı. Bu mücadelede, modern kadın ile geleneksel kadın arasında üçüncü bir yol arayışında, bulunuyorlardı.

            Geriye dönüp baktıklarında, onurla anlatacakları bir hikâyeleri var. Bir de kendilerini cepheye süren ve süreç ilerledikçe arkalarından çekilen bazı erkeklerin hazin ihanetleri.

            Cemaat mi? Onlar bu mücadelenin hiçbir yerinde yer almadılar. Bu bakımdan onların tavırlarını analiz etmeye, kalemin onuru müsaade etmemektedir.

                                                                                                             

            

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.