21 Kasım 2024
  • İstanbul14°C
  • Ankara17°C
  • Van10°C

SAHABENİN SÖZÜNÜN ŞER'İ DELİL OLUŞU

Molla Kemal Korkmaz

14 Eylül 2017 Perşembe 13:42

 

 

 

Konu, sahabenin sözünün şer'i delil olup olamayacağı hakkında ulemanın görüşlerini ihtiva etmektedir. Zira Ehl-i Sünnet'in dört mezhebi arasında bu konuya ilişkin hatırı sayılır farklı görüşler ve ihtilaflar söz konusudur Bu çalışmada alimlerin konu hakkındaki görüşleri analiz edilecektir.

Konu ihtisasidir ve daha çok İslami ilimlerle ve özellikle de fıkıh usulü ve hadis ilmiyle ilgilenenlerin ve de medrese ve ilahiyat çevrelerinin ilgi alanına girmektedir.

Sahabenin tanımı:

Sahabenin tanımıyla ilgili ulemanın kullandığı ifadelerde farklılıklar göze çarpmaktadır. Alimlerin, sahabenin  tanımında kullandıkları kavramlar açıklanacaktır.

Usulilere göre sahabenin tanımı:

"Hz. Peygamber'e (s.a.v.) iman etmiş olarak örfen sahabe sayılabilecek kadar onunla bir müddet birlikte olan ve İslam üzere vefat eden kimsedir."(1)

Hulefa-i Raşidin, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve Peygambere iman eden, ona yardım eden, onun sözlerini işiten ve vahiyle hidayete erişen diğerleri gibi.

Hadisçilere göre sahabenin tanımı:

"İman etmiş olarak Nebiyi (s.a.v.)  gören ve bu iman üzerine ölen kimsedir."(2)

Usuliler ile hadisçiler arasında sahabenin tanımına ilişkin ihtilaf şu husustadır.  Hadisçilerin sahabeden maksadı, nebevi hadisleri rivayet edenlerdir. Bundan dolayı Peygamber'i gören, ona iman eden ve iman üzere vefat eden herkesin rivayetini kabul etmemiz vaciptir ve rivayet ettiği hadisi Peygamber'den işittiğine hükmetmemiz gerekir. Araştırma sonucu bu özelliği sabit olan herkes Ehl-i Sünnet ulemasının nezdinde adil (adalet sahibi) sayılır. Bu özellikleri taşıyanların adaletini ayrıca tartışmaya gerek yoktur; velev ki bir kez dahi Peygamber'i görmüş olsalar bile.

Usulcülerin, sözü hüccet olan (şer'i delil sayılan) sahabeden kastı ise şudur:

 Hadisçilerin belirttiği Peygamber'e iman etmenin onu görmenin ve iman üzere vefat etmiş olmanın yanında şer'i hükümlerde içtihad gücüne sahip olmak, Kitap ve sünneti bilmek, kendisine taklit ve tabi olunma potansiyelini taşımak gibi ek şartlar öngörmektedirler.

Usulcülerin sahabe tanımı, Peygamber ile uzun süre kalan, ondan ahkamı, ahlakı, şeriatı öğrenen kimseleri kapsar. Peygamberi bir kez gören, doğal olarak fakih ve şer'i ahkamı bilen biri olamaz. Dolaysıyla böyle birinin sözünün şer'i delil sayılacağı söylenemez.

Üçüncü tanım:

Üçüncü tanımı, meşhur Cem'ü el-Cevamı' kitabından aktaralım. Sahabeyi şu şekilde tanımlıyor:

"Sahabe, Peygamber'e iman etmiş olarak onunla birlikte olandır; velev ki onu görmemiş ve uzun süre yaşamamış olsa da"(3)

Allame Bennani, Sebki'nin bu ibaresi hakkında şöyle der:

Sahabe, yani bu sıfatla anılan kimse, Peygamber ile birlikte olan ve ona iman edendir. Kadın veya erkek olması fark etmez. Bu nedenle 'kafirlerle birlikte olan' yani Peygambere düşmanlık besleyen sahabe olarak tanımlanamaz.

'Birlikte olmak' ifadesiyle İbn-i Hacıb'tan da ayrılmıştır. Çünkü İbn-i Hacıb, 'Peygamber'i gören' ibaresini kullanmıştır. Bu ibare, görme engellileri kapsamaz. Ama Cem'ü el-Cevamı'ın tanımı, görme engellilerini de kapsar.(4)

Dördüncü tanım:

Birine sahabe denmesi için iki şartın olduğu söylenmiştir. Birincisi, Peygamber'den hadis rivayet etmiş olması. İkincisi, Peygamber ile birlikte olması ve birlikteliğin uzun süre olması. Çünkü örf, birlikteliğin uzun süreli olmasını şart koşmaktadır. Bazıları da iki şarttan birinin olmasının yeterli olduğunu söylemişlerdir.(5)

Kime sahabe deneceği hakkında ulema arasında ihtilaf vardır. Gazali şöyle der:

"Sahabe ismi ancak Peygamber ile bir arada bulunan kimseye verilebilir. Bu ismi koymak için bir saat de olsa bir arada olmak yeterlidir. Ancak örf, bu ismi birlikteliği uzun süre olanlara has kılmıştır. Bu da tevatür ve sahih nakillerle bilinir. Örneğin birinin, ben sahabeyim. Birlikteliğim çok oldu. Bu çokluğun sınırı yoktur, takribidir demesi’ gibi(6)

Gazali'nin yaklaşımında sahabeyi tanımanın yollarına da işaret edilmiştir.

Zerkeşi de sahabeyi belirlemenin yollarını şu şekilde açıklamıştır:

"Sahabe tevatür ve istifaze (tevatür hadisten düşük, ahad hadisten daha güçlü hadis) ile bilinir; muhacir veya ensar oluşuyla bilinir. Ya da bilinen bir diğer sahabenin "falankes sahabedir" demesiyle bilinir "(7)

Askalani de sahabeyi belirlemek için aşağıdaki yöntemleri zikretmiştir:

1-Tevatür yoluyla sabit olanlar sahabedir.

2-Sonra istifaze ve şöhret ile

3-Muhacir ve ensar olmakla

4-Sahabelerin birinden örneğin 'falankes Peygamber ile birlikteydi' şeklinde rivayet edilmiş olması ve hakeza tabiinlerin birinden rivayet edilmiş olması.

5-Adaleti ve Peygamber ile aynı dönemde yaşadığı sabit olan birinin, ‘ben sahabeyim demesi’(8)

Beşinci tanım:

Bu tanım Askalani'nin el-İsabetü eserindendir. Askalani, benim ulaştığım en sahih tanımdır diyor.

"Nebi (s.a.v.) ile iman etmiş olarak karşılaşan ve İslam üzere vefat eden kimsedir"(9)

'Karşılaşan kimse' ibaresi şunları kapsar:

1-Uzun veya kısa süreli olarak Peygamber ile bir mecliste bulunanlar.

2-Peygamber ile savaşa giden ve gitmeyenler.

3-Peygamberi bir kez görenler; bir mecliste oturmamış olsalar bile.

'İman' ibaresinin getirilmesiyle Peygamberi birinci görüşünde ona iman etmemiş olan ama sonraki görüşünde iman etmiş olan insanlar sahabe sayılmıştır.

'ona/به'  ibaresinden anlaşılıyor ki, Peygamberi gören ama başka peygamberlere iman etmiş olan ehl-i kitap sahabe sayılmıyor.

İbn-i Hecer Askalani, sahabeyi dört gruba ayırmış ve kitabını da bu ayrıma göre yazmıştır.

Birinci grup: Kendisinin Peygamber'den hadis rivayet etmesiyle veya bir başkasının ondan hadis rivayet etmesiyle veya  ravinin herhangi bir yolla, zikrettiği kişinin sahabe olduğuna delalet eden bir sebebi dile getirmesi ile onun Peygamberle bir arada bulunduğu anlaşılan kimseler. Hadisin sahih, hasan ve zayıf olması fark etmez.

İkinci grup: Sahabeler arasında adı geçen, sahabelerin çocukları olan, Peygamber'in zamanında dünyaya gelen ve Peygamber'in rihletinde temyiz yaşının altında olan kimselerdir.

Üçüncü grup: Sahabeyi anlatan kitaplarda adı geçen kimseler. Bunlara muhzar denir. Yani cahiliyyet içinde yaşayan sonra Müslüman olanlar. Bu kimselerin Peygamber'i gördüğüne ve onunla bir mecliste bulunduklarına dair de hiçbir hadis nakledilmemiştir. Ya da Peygamber'i görmemişlerdir. Bu kimselerin Peygamber'in zamanında veya rihletinden sonra vefat etmiş olmaları fark etmez.

Dördüncü grup: Rical kitaplarında zan üzere veya yanlışlıkla adı geçen kimselerdir.

Bu grubu hadis ehlinin bu tür insanları sahabe sayması nedeniyle zikretmiştir.(10)

Görüldüğü gibi sahabe hakkında yapılan tanımlarda ihtilaf vardır. Ama net ve tahlile dayalı bir bakışla meseleye bakarsak, sahabenin tanımında dikkate alınması gereken hususlar şunlardı:.

1-Tanımlar eğer şer'i kavramlar değilse ve şer'i tanım yok ise, tarif etmemiz gereken kavramı örfe müracaat ederek elde etmeliyiz. Dolayısıyla sahabenin tarifinde örf önemlidir. Örfe göre birisi Peygamber'i görmemiş ise ve onunla zaman geçirmemişse ona sahabe denilmez. İman etmişse, mümindir.

2-Örf ve akıl sahiplerinin siretine göre bir şey bir unvan kazanması gerekiyorsa, o şeyin belli bir süreye kadar o unvanı taşıması gerekir. Yani bu süre kayda değer bir müddet olmalıdır. Dolayısıyla Peygamber'i çok kısa süreliğine gören birine örfen sahabe denilmez.

3-Sahabe olmada iman ve iman üzerinde olarak vefat etmek de şartlardandır.

Bu noktaları göz önünde bulundurarak sahabe için yapacağımız tanım şu olmalıdır: Peygamberle karşılaşmış ya da Peygamber'i görmüş kimse ona iman etmişse ve onunla kayda değer bir zaman geçirmiş ise ve iman üzerinde ölmüşse sahabedir.

Sahabenin adaleti

Ehl-i Sünnet mezheplerinde adalet meselesi özel bir öneme sahiptir. Zira tarihi, siyasi ve toplumsal olayların epeyce bir kısmını 'sahabenin adaleti' ilkesine başvurarak çözüyorlar. İnsaflı olanlar, bu problemi taassup göstermeden incelemişler ve sahabenin adaletini geneli kapsayacak şekilde kabullenmemişlerdir. Konunun açıklığa kavuşması için ulemanın görüşlerine yer vermek gerekecektir.

Zerkeşi, 'ravi hakkında adaleti şart koştuk ve bu mevzu sahabelerin dışındadır. Çünkü sahabeler adalet sahibi olma cihetinden ihtilaf konusu değillerdir. Sadece Şafii uleması değil, bütün Ehl-i Sünnet uleması nezdinde bütün sahabelerin adalet sahibi olduğu asıl olandır. Bu hüküm, katidir, ayet ve rivayetlere dayanmaktadır' diyor Bu kabilden olmak üzere:

"Siz insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz"(Al-i İmran:110)

"En hayırlı çağ, benim çağımdır"(sahih hadis)(11)

Kazi şöyle diyor:"Bu, selefin ve selefin cumhurunun sözüdür"

İmam-e Haremeyn  de şöyle diyor:

"Sahabenin adaleti icma ile bütün selef ulemanın kabulüdür" Sonra da şöyle devam ediyor: Belki de bu kabulün nedeni, sahabenin şeriatı nakleden kimseler olmasıdır. Eğer onların rivayetinde tavakküf sabit olsa, şeriat Peygamber'in zamanına özgü olurdu ve diğer asırlara ulaşmazdı." (12)

İmam Gazali de sahabenin adaleti hakkında şöyle der:

Ümmetin ilk nesli ve sonra gelenlerin de çoğunluğu sahabenin adaleti hususunda görüş birliği içindedirler. Nedeni de Allah'ın onları adaletli kılması ve onları övmesidir. İmam Gazali sonra şöyle devem ediyor:Bu, bizim sahabe ve onların adaleti hakkındaki görüşümüzdür. Bu görüşün istisnası, kat'i bir yolla sahabeden birinin fısk işlediği ve yaptığı eylemin de fısk olduğunu bilmediği ispat edilmesi durumundadır. Bu da ispat edilememiştir. Dolaysıyla sahabenin adaletini kanıtlamaya da gerek yoktur.(13)

İmam Gazali konunun devamında sahabenin adaletini ispat babından bazı ayet ve hadislere işaret ediyor.

"Siz insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz"(Al-iİmran 110)

"Böylece sizin insanlara ve Resul'ün de size şahit olması için sizi orta bir ümmet kildik"(Bakara:143)

"Şüphesiz Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken müminlerden razı oldu"(Feth:18)

"Muhacirler ve ensardan ilk öncüler ile onlara güzellikle tabi olanlardan Allah razı olmuştur"(Tevbe:100)

Peygamber (s.a.v.) şöyle der:

"En hayırlı olanlar benim çağdaşlarımdır. Sora da onların arkasından gelenler."(14)

"Sizden biri bir dünya altın infak etse bile, onlardan birine ve hatta yarısına dahi ulaşamaz."(15)

İmam Gazali sonra şöyle devam ediyor: Allah ve Resul'ünün sahabeyi adaletle nitelendirmesinden daha sahih bir nitelendirme olur mu? Eğer bu niteleme ve övgüler olmasaydı bile, onların hicret, cihad, infak ve… gibi konulardaki hallerinin şöhret bulmuş olması ve tevatür halinde nakledilmesi onların adaletine kesin olarak inanmak için yeter.(16)

Ehl-i Sünnet uleması bir yandan sahabenin adaletini kanıtlarken öte yandan konuyu savunurken görüş farklılığı göstermişlerdir.

Zerkeşi şöyle diyor:

"Sahabenin arasında vaki olan savaş ve ihtilaflar, iki temel üzerinde gelişen durumlardır.Birincisi içtihattır. İkincisi, her müçtehidin kendi içtihadında isabet sahibi olmasıdır. Bir kişidir ve hata etmiştir. İçtihadındaki hata sebebiyle mazur sayılmayacağı gibi ecir sahibidir de. Ömer b. Abdulaziz'in, " Allah bizim kılıçlarımız o kandan korudu. Biz de dillerimizi ona bulaştırmayalım" dediği gibi.

Bu iç savaşlar nedeniyle bazı alimler sahabenin adaletini belli bir zamana hasretmişlerdir. Bazılarını aktaralım:

1-Denildi ki: "Onlar (sahabeler) Hz. Osman'ın katline dek adalet sahibidirler" (17)

 Dolaysıyla Hz. Osman'ın katlinden sonraki rivayetlerinde adaletlerinin kanıtlanması gerekir.

2-Denildi ki: "Hz. Ali ile savaşanların dışındakiler adalet sahibidir."(18)

Bu yaklaşımı, İmam Ali ile savaşanlar, kendi içtihatları nedeniyle savaştıkları gerekçesiyle reddediyorlar.

3-"Bazıları da adalet konusunun araştırılmasında iç ihtilaflar öncesiyle sonrası arasında bir farkın olmadığını ifade etmişlerdir.."(19)

4-Bazıları da dedi ki: "Savaş ve düşmanlık baş gösterene kadar onların hali adalet üzeredir. Sonra durum değişti ve kan aktı. Artık araştırmak gerekir."

5-Mutezilenin çoğunluğu da şöyle der :"Hz Ayşe, Talha, Zübeyr ve bütün Irak ve Şam ehli hak imama karşı savaştıkları için fasıktır."(20)

Kaderiye'nin ilk kuşağından bazıları da şöyle der: "Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'in tümünün topluca ve tek tek şehadetleri kabul edilemez. Çünkü onların içinde fasıklar vardır ve biz onu bilmiyoruz."(21)

İmam Gazali, bu nakillerden sonra şöyle der:

"Bütün bu sözler Selef alimlere saygısızlık ve sünnete muhaliftir. Bazılarının dediği gibi onların arasında geçen hadiseler içtihada binaendir ve her müçtehid ya isabet etmiştir ya isabet etmiştir. Bir kişidir ve hata eden mazurdur ve onların tanıklığı reddedilemez. Bazıları da hata eden sahabelerin, o konuda müçtehit olmadıklarını demiştir.Osman'ın katilleri ve Hariciler hatalıdırlar ama hataları hakkında cahildiler. Bunun için kendi icraatlarını tevil ediyorlardı. Fasık, kendi fiilini tevil ederse, şahitliği reddedilmez.

Kur'an ile sabit olmuş sahabenin adaletini yok saymaktansa, bu yaklaşım gerçeğe daha yakındır.(22)

Zerkeşi, adaletin mana ve maksadı hakkında Ebyar'dan alıntıda bulunuyor ve kendisi de aynı kanıyı paylaşıyor.

"Sahabenin adaletinden maksat, onların masum oldukları ve hiçbir şekilde  günah işlemeyecekleri değildir. Maksat, sahabenin adalet ve tezkiye sahibi olduklarını araştırma zahmetine girmeden onların rivayetlerini kabul etmektir. Ancak açık bir günahları ispatlanırsa ki, ispatlanamadı. Allah'a hamdolsun biz sahabelerin, Resulüllah'ın zamanında üzerinde bulundukları durumun devam ettiğinden yanayız; ta ki, aksi ispatlanana dek. "(23)

Merhum Zerkeşi'nin açıklamaları, dikkate değerdir. Sahabe adildir denildiğinde kesinlikle bunlar ismet sahibidirler ve hiçbir şekilde günah işlemezler manasında değildir. Çünkü tarihi gerçekler, sahabenin büyük hatalara düştüğünü göstermektedir.  Sahabeden gelen her şeyi hadis ve rivayet kabul etmek ise doğru değildir. Eğer sahabe bir meseleyi ravi unvanıyla aktarıyorsa, cerh ve tadile tabi tutulur, eğer gerekli şartlara hayız ise rivayeti kabul edilir, değilse reddedilir.

Sahabenin Sözünün Şer'i Delil Olduğuna İnananların Delilleri

1-Birinci delil Kur'an'dandır.

"Siz insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz"(Al-iİmran 110)

Bu ayetlere binaen sahabenin adaletini ve bu yolla da onlara tabi olmayı ispat etmek istiyorlar. Zira hidayet üzere olmayı, tabi olmanın şartı olarak telakki ediyorlar. Bu nedenle sahabenin sözünü hüccet kabul ediyorlar.

Şafii ulemasının ve özellikle de İmam Gazali'nin el-Müstesfa ve Razi'nin el-Mahsul kitaplarında dile getirdikleri gibi bu ayetler sahabenin övüldüğüne delalet etmektedir. Övgü, sözlerinin hüccet olduğunu gerektirmez.(24)

2-Sünnetten de bazı hadisleri delil olarak getirmektedirler. "Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tabi olursanız, hidayete ulaşırsınız." Bu hadisi delil göstermelerinin nedeni, hidayeti, tabi olmanın şartı olarak gördüklerindendir. Yani sahabeden hangisine tabi olunursa, hidayete ulaşmaya vesile olur. Dolaysıyla bu şart, sahabenin sözünün hüccet olduğunu göstermektedir.

Razi şöyle cevap verir: "Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözü, dinleyenlere hitaben söylenmiştir. Bu sözün avama söylenmiş olması da mümkündür."(25)

İmam Gazali de şöyle der: Bu söz, Peygamber'in zamanında avama hitaben söylenmiştir. Sahabeye tabi olabilmek için  sahabenin fetva derecelerini tanımlıyor. Dolaysıyla avam, sahabeden herhangi birine tabi olmada serbesttir. Peygamber'in bu hitabı sahabeye değildir. Çünkü sahabelerin birbiriyle görüş ayrılığına düşmesi mümkündür. Nitekim görüş farklılıkları olmuştur."(26)

İmam Gazali'nin cevabının doğru ama eksik kaldığı söylenebilir. Şöyle cevap vermek daha doğru sayılır:

Sahabe hatadan masum değildir. Eğer bir konuda bütün sahabe ittifak içinde değilse, o konuda hatadan uzak oldukları kanıtlanamaz. Hatadan uzak oldukları ispatlanamayınca da o konuyla ilgili sözleri şer'i delil olamaz.

3-Eğer sahabeden hiç birine tabi olmak vacip değilse, Hz. Ebu Bekir ve Ömer'e (Şeyheyn) tabi olmak vaciptir. Bu görüş, icma ve tek kişinin rivayet ettiği hadisten alınmıştır. Hadis şudur: "Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer'e tabi olunuz."

İcma hakkında da şöyle diyorlar: Abdurrahman b. Avf, büyük sahabelerin huzurunda ilk iki halifenin siretine binaen hilafeti Hz. Osman'a verdiğinde Osman bunu reddetmedi. Hz. Osman'ın hilafet teklifini, Şeyheynin sireti şartıyla kabul ettiği hususu, İslam uleması tarafından icmai olarak kabul edilmiştir

Razi bu delile de cevap veriyor: Sünnet, yol demektir. Yol da insanın sürekli koruduğu iş demektir. Onun için yol, insanın bir kez söylediği şeyleri kapsamaz.(27)

Bu cevaba şöyle bir eleştiri getirilebilir: Önce bu hadis hasandır. Tirmizi 3662, İbn-i Mace 97, Ahmet ibn-i Hanbel 23245. Huzeyfe'nin hadisinden aktarmışlardır. Söz konusu icma, Hz. Osman'ın kabulünden önce Hz. Ali tarafından reddedilmişti. Dolaysıyla icmadan söz edilemez. Çünkü Hz. Ali, ilk iki halifenin siretini kabul etmemişti.

4- Eğer ilk iki halifeye tabi olmak vacip değilse, dört halifeye tabi olmak vaciptir. Bu görüş de hadise dayanmaktadır. "Sünnetime ve dört halifenin sünnetine tabi olmanız gerekir. 'Aleyküm', vacip için kullanılır ve geneldir. Halbuki halifeler ve özellikle de ilk iki halife bir çok görüş farklılığına sahiptiler. Hangisine tabi olsak, diğer görüşle tezada neden olmaktadır.

5-Beşinci delil akli delildir. Sahabeler, kalp temizliği bakımından ümmetin en iyilerinden ve ilim cihetinden ümmetin en birikimlilerinden idiler. Araplık da onların tabiatından ve zevklerindendir. Allah u Teala, sahabeye zihin açıklığı ve güçlü bir belağat ihsan etmiştir. Bu nedenle onların adaletini sorgulamaya ve onlardan rivayet edilenlerin Peygamber'den olup olmadığına bakmaya gerek yok. Çünkü onların cerh u tadile ihtiyacı yoktur. Bundan dolayı sahabe Kur'an'dan veya Peygamber'den bir aktarımda bulunduğunda ya da bir ayet ve hadisin manasını izah ettiğinde onun sözü bağlayıcıdır. Sahabeler en yüce insanlardırlar. Bu nedenle de onların sözleri doğru, hak, gerçeğe daha yakındır ve hatadan uzaktır. Zira onlar Kur'an'ın inişine şahit olmuşlardır, Peygamberin kelamını işitmişlerdir, te'vili en iyi bilenlerdir, şeriatın maksadını en iyi anlayanlardır ve yaşadıkları çağ itibariyle de nübüvvet nuruna en yakın insanlardırlar.

Sahabenin Sözünün Şer'i Delil Olmadığına İnananların Delilleri

1-Allah u Teala, "Bir şeyde ihtilafa düşerseniz, onu Allah ve Resulüne döndürün"(Nisa:59) diyor.

Allah u Teala, müminlerin ihtilafa düşmesi durumunda kendisinin ve Peygamber'inin sözlerine başvurmayı vacip kılmıştır. Buna binaen sahabenin sözlerine başvurmak, vacibi terk etmek manasına gelir. Yani Allah ve Resulü'nün kelamına başvurmayı terk etmek anlamına gelir.(28)

2-Deniliyor ki, sahabeler, her müçtehit sahabenin bir başka sahabeden farklı içtihatta bulunabileceği konusunda görüş birliğine varmıştır. Eğer sahabenin sözü delil olsa, sahabelerin birbirlerine muhalefet etmemeleri gerektiği gibi bir birlerine tabi olmaları gerekirdi. Oysaki öyle bir durum sahabenin siretinde vaki olmamıştır. Öyleyse, bir sahabenin sözü, öteki sahabe için delil sayılmamıştır.(29)

3-Sahabe içtihat ehlidir ve hata etmeleri mümkündür. Dolaysıyla müçtehit olan birinin sahabeye tabi olması zorunlu değildir. Bu müçtehidin sahabe ve gayri sahabe olması fark etmez.(30)

4-Sahabe bir çok konuda birbirlerinin aksine farklı görüşler serdetmişlerdir. Eğer sahabenin görüş ve mezhebi diğerleri için bağlayıcı olsa, Allah'ın sözünün hüccet oluşu tabiin ve bizler için çelişkili bir hal alır. Biri tercih edilse, bu tercih, tercihe şayan olmayacaktır.(31)

5-Tabiinden olan bir müçtehid, her hangi bir şer'i delil yoluyla bir hükme ulaşırsa, artık o hükümle ilgili sahabeye başvurmasına ve onları taklit etmesine gerek yok: aynen itikadi konularda olduğu gibi.

El-Amedi, sahabenin sözünün şer'i delil olduğuna inananların bütün delillerini zikretmiş ve zayıf yönlerini de açıklamıştır. Daha geniş bilgi için Amedi'ye müracaat edilebilir.

Sahabenin görüşü, Şafii ulemasına göre kesinlikle hüccet değildir. Eğer sahabenin sözü sünnete veya icmaya dayanıyorsa, sünnet ve icma dolaysıyla hüccet sayılır. Şer'i hüküm çıkarmada sahabenin sözüne, söz konusu hükümle ilgili ayet, hadis, icma ve kıyas olmadığı zaman başvurulur.

Hadis rivayetinde sahabenin kullandığı farklı kelimeler

Hadisi rivayet eden ya sahabedir veya gayri sahabe. Sahabeden gelen hadisin kabulünde kullanılan ıstılahlar ile ilgili ulema arasında farklı görüşler vardır. Kullanılan ıstılahlara göre derecelendirmede bulunmuşlardır.

Birinci derece: Eğer sahabe rivayetinde, 'bize haber verdi, bize konuştu' ve benzeri ıstılahları kullanmışlarsa, bu söz, ihtilafsız olarak hüccet kabul edilmiş ve hiç kimse buna itiraz etmemiştir. Çünkü bu Peygamber'den doğrudan aktarılan bir hadistir ve kabulü vaciptir. Delili de şudur ki, rivayetin zahirinden anlaşıldığı gibi ravi doğrudan Peygamber'den işitmiştir ve işitmek, hüccettir. Eğer bir ravi, belirleyici bir karineye binaen Peygamber'den bir nakilde bulunsa ama bu naklini aynı dönemde yaşadığı bir diğer sahabe vasıtasıyla gerçekleştirse, bu rivayet Peygamber'den doğrudan işitilmiş sayılmamaktadır.

İkinci derece: Eğer hadis rivayet eden sahabe, 'Peygamber şöyle dedi' diye rivayete başlarsa, bu tür rivayetler hakkında da farklı görüşler vardır. Bazıları bu tür hadislerin de zahiri itibariyle Peygamber'den doğrudan işitilmiş hükmündedir diyor. Ulemanın ekseriyeti bu kanaati paylaşmaktadır. Bu kanıya sahip olanlar açısından bu tür hadisler ihtilafsız olarak hüccet sayılmaktadır.

Kadı Ebubekir bu yaklaşıma itiraz babından şöyle der: "Bu tür rivayetlerin, Peygamber'den doğrudan işitildiği söylenemez. Çünkü hadisin doğrudan mı yoksa dolaylı mı Peygamber'den işitildiği hususunda tereddüt vardır.Eğer hadis, dolaylı yoldan yani bir başkasından duyulmuşsa, onun adaletinin araştırılması gerekir. Adaleti sabit olursa, hadis ondan rivayet edilmiş kabul edilir."

Burada adaleti gündeme getirenler, bütün sahabeleri adil olarak kabul etmeyenlerdir. Dolayısıyla hadisi Mürsel hadis olarak görmektedirler. Bütün sahabeleri adil olarak görenler için hadisin doğrudan işitilmiş olması veya bir başka sahabeden duyulmuş olması arasında fark yoktur.

Üçüncü derece: Eğer sahabe hadis rivayetine, 'Resulüllah'tan işittim şöyle emrediyordu, şöyle nehyediyordu' diye başlarsa, bu hadisin şer'i delil olup olmayacağı konusunda muhtelif görüşler vardır. Bazıları bu hadisin hüccet olamayacağını, ancak Nebi'nin sözüyle hüccetin vaki olacağını dile getiriyorlar. Hadisi aktaran sahabenin, 'işittim şöyle emrediyordu veya nehyediyordu' şeklindeki sözü, Peygamber'in emir ve yasaklarına delalet etmez. Zira halk emir ve nehiy kiplerini anlamada farklılık gösterir. Bazıları bir emir kipini emir olarak anlarken, bazıları da aynı kipi emir anlamından ayrı bir manada anlayabilir. Hakeza nehiy/yasaklama kipi de öyle. Bir şeyi emretmek, onun tüm karşıtlarını yasaklamak anlamına gelebileceği gibi, bir şeyi yasaklamak da onun tüm karşıtlarını emretmek anlamına gelebilir veya hiç böyle bir sonucu içermeyebilir.

Ulemanın çoğunluğu ise, bu tür hadislerin de delil olduğu kanaatindedir. Bu görüş daha güçlüdür. Çünkü sahabenin içinde bulunduğu koşullar ve sahip olduğu adalet, onların hadisin varid olduğu şartlara daha aşina olmalarını  ve ihtilaflı durumları da bilmelerini gerektiriyor. Bu nedenle sahabe, şüphe oluşturacak kelimeleri nakletmez. Eğer, 'emrediyor, yasaklıyor' diyorsa, maksadı Peygamber'in emir ve yasaklamasıdır.

Dördüncü derece: Eğer hadisi rivayet eden sahabe, 'şöyle emrolunduk, veya şundan nehyolunduk ya da bize vacip kılındı, haram kılındı, mübah kılındı' şeklinde başlarsa, yani meçhul kiplerle söylenirse,  Fevatih'ü el-Rahamut'ün tabiriyle, bu tür hadislerin hücciyetindeki ihtilaf,  diğerlerinden daha güçlüdür.

İmam Şafii ve imamların çoğunluğu, bu tür hadislerin Peygamber'e nisbet edilmesini vacip biliyorlar.

Usulcülerden bir grup, Kerhi ve Ebu Hanife, bu sözlerin Peygamber'e nisbet edilmesine olumsuz bakmaktadır. Olumsuz bakanların bir kısmı şunu diyor: Bu tür hadisler Kitab'a, ümmete veya imamlara mı nisbet edilecek yoksa çıkarım ve kıyasa mı? Tereddütlü bir durum var. Çünkü her birinin kendine özgü hükmü vardır. Eğer karine ve delil ile bu tür hadislerin Peygamber'den olduğu sabit olsa, hüccettir. Hakeza Kitap ve Sünnete dayansa yine hüccettir. Eğer kıyasa dayansa, kıyası kabul edenler için hüccet, etmeyenler için hüccet değildir.

Amedi, "Eğer Nebi'ye isnadı mümkün değilse, hüccet değildir" diyor. Eğer sahabeden biri, "emrolunduk ve şundan nehyolunduk" derse, emri nehye mukaddem saydığı anlaşılır. Ve eğer sahabeden biri, "emrolunduk veya nehyolunduk" derse, bu sözün zahirinden anlaşılan, Peygamber'in emir veya nehyettiğidir. Dolaysıyla bu emir ve yasağı Kitab'ın emir ve yasağı olarak göremeyiz. Çünkü Kitab'ın emri ve nehyi olarak görürsek, bu emir ve yasağın bütün ümmet için geçerli olması gerekir. Emir ve yasağı bilmek sahabeden birine özel olamaz. Hakeza 'emrolunduk ve nehyolunduk'u ümmete hamledemeyiz. Çünkü ümmet, kendine emir vermez. Hakeza aynı kipleri sahabeden birinin durumuna da hamledemeyiz. Çünkü sahabeden bazılarına emir, diğerlerine emirden öncelikli değildir.

Beşinci derece: Buradaki konu, sahabenin sözünün sünnetten sayılıp sayılmayacağıdır. Ulemanın çoğunun görüşüne göre, sahabenin sözü Peygamber'in sünnetine hamledilir. Ama Ebu Hanife'nin arkadaşlarından olan Ebu el-Hasan el-Kerhi, ekseriyetin bu yaklaşımına karşı çıkmıştır. Amedi, ekseriyetin görüşü tercih edilendir diyor.

Sorun: Deniyor ki, sünnetin tanımı, "Sünnetime ve benden sonraki hulefa-i Raşidin'in sünnetine tabi olunuz" hadisine binaen yapılırsa, sünnetin Peygamber'in sünnetine mi yoksa Hulefa-i Raşidin'in sünnetine mi tekabül ettiği hususunda tereddüt oluşur. Sünnet kavramı iki  ihtimal arasında kaldığı zaman, birini ötekine hamletmek mümkün olmayacaktır.

Amedi bu soruna şöyle cevap veriyor: "Sünnet kavramının her iki sünneti kapsadığını kabul etsek bile, bu hadisten Peygamber'in sünnetini anlamak evladır.

Peygamber'in sünneti asıldır, Hulefa-i Raşidin'in sünneti Peygamber'in sünnetine tabidir ve sahabenin maksadı da şeriatın açıklanmasıdır. Bu nedenle hadisteki, maksadın Nebi'nin sünnetine isnadı, sahabenin sünnetine isnadından evladır.

Sünnetten maksat, Nebi'nin sünnetidir ve sünneti, Nebi'nin sünnetine hamletmek evladır."

Altıncı derece:Sahabenin, "biz şöyle yapıyorduk ve şöyle yapıyorlardı" şeklindeki sözleri, ulemanın çoğu tarafından bir grubun fiili olarak görülür. Oysaki bazı usulcüler çoğunluğun bu görüşünü kabul etmemişlerdir.

Çoğunluğun delili şudur: Sahabe, "biz şöyle yapıyorduk" dediğinde, bu sözün zahiri anlamından anlaşılan, bu sözü delil makamında dile getirdikleridir. Eğer bu aktarım, sahabenin sahih fiiline dayanıyorsa, kuşkusuz hüccettir. Çünkü icmadır. Ama eğer bu aktarım bazı sahabelerin fiili ise, sahabenin bir kısmının fiili, diğer sahabeler ve gayri sahabeler için hüccet değildir. Sahabeler, kendi içtihatlarındaki farklılıktan dolayı birbirlerinden farklı görüşe sahip olabilecekleri gibi, sahabe olmayan alimler de kendi içtihatlarında sahabenin sözünü hüccet olarak görmek zorunda değildirler.(32)

Sahabenin sözünün şer'i delil olduğu konusuna girmeden geçmişin bir özetini yapmakta yarar vardır.

Sahabenin tanımına ilişkin alimler ve mezhepler arasında görüş farklılıkları vardır. Hakeza sahabenin adaletiyle ilgili de. Bazıları, adaletini, sahabenin hata ve günahtan masum oldukları şeklinde tanımlamamıştır. Şunu demişlerdir: Sahabe bir hadis aktardığında, o sahabenin adaletini ispatladıktan sonra o hadisle amel edelim gibi bir yaklaşıma gerek yoktur. Sahabe olmayanların adaleti, ispata ihtiyaç duyar.

Ehl-i Sünnet uleması, sahabenin adil oluşu konusunda icma halindedir.

Maalesef Ehl-i Sünnet tarihi, sosyal, siyasal ve itikadi sorunları gidermek için sahabenin adaletine ve içtihadına yönelmişlerdir ama mezheplerin alimleri bu konuda çok farklı görüşler ileri sürmüşledir.

Çalışmanın bundan sonraki kısmında asıl konumuz olan sahabenin sözünün şer'i delil oluşunu ele alacağız. Hatırlatmak gerekir ki, sahabenin sözünün hüccet olduğuna inanan bazı alimlerin maksadı, sahabelerin tümü değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ile sürekli birlikte olan ve ondan Kur'an'ı, ahkamı, sünneti ve şeriatı öğrenen, dinde fekahet konumuna yükselen sahabelerdir. Dört halife, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas ve … gibi.

Zerkeşi, el-Bahr'ü el-Muhit adlı eserinde bu konuya işaretle aktarımlarda bulunmuştur.Sahabenin sözleri dört ana gruba ayrılmıştır:

1-Hakkında görüş belirtmeye yer olmayan sahabe sözleri.

2-Bir diğer sahabenin muhalefet ettiği sahabe sözleri.

3-Kimsenin muhalefet etmediği sahabe sözleri.

4-Bu üç grubun dışında kalan sahabe sözleri.

Ulemanın ihtilaf ettiği kısım, dördüncü kısımdır.

Önemli bir noktayı da hatırlatmak gerekir ki, bütün Ehl-i Sünnet uleması, hakkında ayet, hadis, icma ve kıyasın olmadığı konularda sahabenin sözüne müracaat ediyorlar.

Yukarıdaki kategorilerin detayına bakmakta yarar vardır.

Hakkında görüş belirtmeye yer olmayan sahabe sözleri.

Bu kısım, ibadet ve ceza konularını kapsamaktadır ve dört mezhebin ulemasınca hüccet kabul edilmiştir. Delilleri de şudur: Bu tür sahabe sözleri, ya sahabenin Peygamber'den işittikleridir veya sahabenin rivayet ettiği  merfu hadislerdir  ve Peygamber'e merfuen isnad edilmiştir. Dolaysıyla hüccettir ve bu söz delil olarak kullanılabilir.

Bu kısım merfuattandır ama mana ile rivayet edilmiştir. Çünkü sahabe bazen hadisleri lafız olarak rivayet etmişlerdir bazen mana olarak. Dolaysıyla bu türden rivayetler sünnet kabilindendir. Ebu Hanife, Bu kısım için Abdullah b. Mesud'un sözünü örnek olarak aktarmıştır. Abdullah b. Mesud şöyle diyor. "Hayzın en azı üç gündür"

Şafii ulemasından el-İsnevi, "Sahabenin sözü, içtihada yer olmayan yerde hüccettir. İmam Şafii de İhtilaf’ü el-Hadis’de şöyle demiş: Hz. Ali'den rivayet edilmiştir: O, bir gece altı rekat namaz kıldı. Her rekatta altı secde yaptı. İmam Şafii diyor ki. Bu hadisin Ali'den nakledildiği sabit olsa, ben ona inanırım. Çünkü onda kıyasa yer yoktur. Zahiren o, namazı Peygamber’e tabi olarak kılmıştır"(33) diyor.

Bu bölümde hangi sözün hadis sayılıp sayılmayacağıyla ilgili imamlar arasında ihtilaf vardır.Çünkü bu bölümün sınırlarını belirleyecek muayyen bir kriter yoktur.

Konuyla ilgili ulemanın dile getirdiği önemli bir nokta da şudur: Bu bölüme giren sahabe sözlerini Peygamber'e nisbet edip Resulüllah şöyle demiştir diyemeyiz diyorlar.

Bir diğer sahabenin muhalefet ettiği sahabe sözleri.

Eğer sahabe yekdiğeriyle görüş ayrılığına düşse, bir sahabenin veya bir grup sahabenin sözü, diğerleri için hüccet olmaz. Muhalif sahabeye, muhalifinin sözüyle amel etmek caiz değildir. Kendi görüşüyle amel etmesi gerekir. Hakeza hiçbir müçtehidin bir sözü taklit etmesi de caiz değildir.

Yukarıda değinildiği gibi bu durumda sahabenin sözleri hakkında delile göre tercih özgürlüğünün olması lazımdır. Usul alimlerinin çoğunun görüşü tercih özgürlüğünden yanadır. Bazı alimler, bir sahabenin bir diğer sahabenin sözüne muhalefet etmiş olmasına rağmen, muhalefet edilen sözü delil olarak kullanmışlardır. Bu yaklaşımı benimseyenler, kıyas veya bir diğer delilin o sözü desteklemesi nedeniyle böyle bir tercihte bulunmuşlardır.

Bazı usul alimleri de sahabe tarafından muhalefet edilen sahabe sözünü delil olarak kabul etmemişlerdir.

Kimsenin muhalefet etmediği sahabe sözleri.

Ehl-i Sünnet uleması, sahabe tarafından muhalefet görmeyen ve meşhur olan sahabe sözünü icma-i sükuti olarak telakki etmişlerdir. Yani hiç kimse itiraz etmemiş, herkes susmuş ve bu suskunluk üzerinde icma oluşmuştur.

Sahabenin sözünün meşhur olması, sahabenin çokluğuyla ispatlanabilir. Hakeza dört halifenin varlığıyla. Çünkü konu genelleşmiş, halk için tekraren vaki olmuştur. Bu duruma Hz. Ömer'in boşanmada üç talakın bir defada yani bir lafızla gerçekleştiğini söylemesi ve kesmenin ona muhalefet etmemesini örnek olarak gösterirler.

Bu üç grubun dışında kalan sahabe sözleri. Yani hakkında içtihada yer olan, yayılmamış olan ve sahabenin de muhalefetine rastlanmamış olan sahabe sözleri.

Bu kısımla ilgili mezhepler ve hatta bir mezhebin uleması arasında bile ihtilaf olduğundan konunun biraz izaha ihtiyacı vardır.

1-Bu bölüm, içtihadi meselelerin vaki olduğu konulardandır. İçtihad ve görüşe yer olmayan konular ise, teferruattan sayılıyor.

2-Eğer sahabeden bir söz rivayet edilmişse, bir diğer sahabenin ona muhalefet etmemiş olması gerekiyor. Aksi halde iki görüş arasında teyid edilen ve tercihe şayan olan tercih edilmelidir.

3-Sahabenin sözünün yayılmış ve meşhur olmaması gerekiyor. Meşhur olan, muhalefet görmemişse, icma-i sükuti olarak kabul görür.

4-Sahabenin sözünün nassa aykırı olmaması gerekir.

5-Kıyas ile çelişmemesi gerekir.

Bazı alimler bu şartlar çerçevesinde dördüncü gruba giren sahabe sözlerini hüccet kabul ederken bazıları buna rağmen yine de hüccet kabul etmemişlerdir. İhtilaf konusu olan bu bölümün daha da aydınlanması için ilgili görüşlere müracaat etmemiz gerekiyor.

Amedi, "tümü, sahabenin mezhebinin içtihadi konularda, imam, hakim ve müftü olan diğer müçtehit sahabeler için hüccet olamayacağı üzerinde ittifak etmişlerdir" diyor

Peki sahabenin sözü, sahabe olmayan müçtehitler ve tabiin için delil sayılır mı? Amedi'ye göre sahabenin sözünün tabiin ve tabiinden sonraki müçtehitler için hüccet olup olmadığı hakkında ihtilaf vardır. Eş'ariler, Mutezile, el-Kerhi, bir kavline göre İmam Şafii ve bir rivayetine göre Ahmed b. Hanbel, sahabenin sözünü hüccet olarak kabul etmiyor.

Malik b. Enes, Fahr-i Razi, el-Berza'i, bir kavline göre İmam Şafii ve bir rivayetine göre Ahmed b. Hanbel, sahabenin sözünün hüccet olduğunu ve kıyastan önce geldiğini demişler.

Bazıları sahabenin sözünün kıyasa muhalif olmaması halinde hüccet,  aksi halde hüccet değil demişler. Bazıları da sadece Ebu Bekir ve Ömer'in sözlerinin hüccet olduğunu savunmuşlar.

Amedi konunun sonunda, "tercih edilen, sahabenin sözünün mutlak manada hüccet olamayacağıdır" diyor.

İmam Gazali de el-Müstesfa adlı eserinde Amedi'nin aktardığı görüşlere ek olarak bir görüşü daha zikretmiştir. O da şudur: "Bazıları da sahabenin sözünün, Hulefa-i Raşidin'in o söz hakkında ittifak etmesiyle hüccet olduğunu söylemişlerdir."

Gazali'nin bu bölümle ilgili görüşü, hüccet olmadığı yönündedir. Delili de hata yapma ve yanılma imkanı olan, masum olduğu kanıtlanamayan  kimselerin sözü hüccet olamaz. Gazali şöyle diyor:

"Tümü bizim yanımızda geçersizdir. Hata yapma ve yanılma imkanı olan, masum olduğu kanıtlanamayan  kimselerin sözü hüccet olamaz. Hata yapabilenlerin sözü nasıl delil olabilir? Mütevatir bir delil olmadan onların masumluğu nasıl iddia edilebilir?İhtilafa düşmeleri mümkün olanların ismeti nasıl tasavvur edilebilir? Masum olanlar nasıl ihtilafa düşebilir? Sahabe, sahabenin sahabeye muhalefetine cevaz vermiştir. Ebu Bekir ve Ömer de kendilerine içtihadi konularda muhalefet edilmesine itiraz etmemişlerdir, aksine içtihadi meselelerde her müçtehidin kendi içtihadına tabi olmasının zaruretini dile getirmişlerdir."(34)

Fahr-ı Razi de konuya dair görüşler aktarmıştır.

1-Bazıları sahabenin sözünün mutlak manada hüccet olduğunu demiş.

2-Bazıları detaya girmiş.

a-Eğer sahabenin sözü kıyasa muhalif değilse.

b-Sadece Ebu Bekir ve Ömer'in sözü hüccettir.

c-Eğer dört halife ittifak etmişse, hüccettir.

Razi, konunun devamında, "Gerçek, sahabenin sözünün hüccet olmadığıdır" diyor.(35) Kendi görüşünü kanıtlamak için de Kur'an, icma ve kıyastan yararlanıyor.

Kur'an'da, "Ey basiret sahipleri ibret alın!"(Haşr:2) deniyor. Allah bu ayette ibret almayı emrediyor ve Allah'ın bu emri, sahabeyi taklit etmekle uyuşmuyor.

İcma da şudur: Sahabe, bir sahabenin ötekine muhalefet edebilmesi hakkında ittifak etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir ve Ömer de kendilerine muhalefet edenlerin varlığına itiraz etmediler. Hakeza Ebu Bekir Ömer'e ve Ömer Ebu Bekir'e muhalif oldukları fiilleri işleme sırasında itiraz etmediler. Bu yadırgamama ve muhalefete izin verme, onların taklit edilmemesi gerektiğine dair bir delildir.

Razi'nin kıyastan yararlanması da şu şekildedir: Her sahabe kendi görüşünde bir yolla ,bir yöntemle hükmü elde etmiştir. Bundan ötürü bir diğer sahabenin sözünü taklit etmesi ona haramdır.

El-İsnevi, Beyzavi'nin Minhac'ına yazdığı şerhte sahabenin sözüne dair kendi görüşlerini ulemadan alıntılarla birlikte yazmıştır. İsnevi şöyle diyor: Sahabenin sözünden maksat, içtihadi konularda sahabenin izlediği yoldur. Bu konunun sözlü veya fiili olması fark etmez. Usul alimleri, sahabenin kendi içtihadında diğer sahabelere muhalefet edebileceği konusunda ittifak etmişlerdir. Eğer sahabenin mezhebi, diğerleri için hüccet sayılsa, sahabe olmayanlara sahabenin sözüne muhalefetleri caiz olmaz. Oysaki, gerçek böyle değildir. Sahabeler görüş farklılığı içindeydiler.

Usul alimleri sahabenin sözünün tabiin ve tabiinlerden sonraki müçtehitler için hüccet olup olmadığı konusunda muhtelif görüşler ileri sürmüşlerdir. Üç görüş vardır bu konuda:

1-Kıyasa mutabık da olsa muhalif de olsa mutlak manada hüccettir.

2-Kesinlikle hüccet değildir.

3-Eğer kıyasa mutabık ise hüccettir ve muhalif ise hüccet değildir.(36)

 Razi’nin nakliyle İmam Şafii'nin sahabenin sözünü taklit etme konusundaki görüşleri.

İmam Şafii'nin sahabenin sözü hakkındaki görüşleri birden çoktur. Kadim sözlerinde, "yayılmış olması ve muhalefet görmemesi durumunda taklidi caizdir" diyor. Bir diğer kavlinde, "yayılmamış olsa bile taklit edilebilir" diyor. Yeni kavlinde ise "alim, sahabeyi taklit edemez; bir diğer alimi taklit edemeyeceği gibi" diyor.

Razi, İmam Şafii'nin son sözünü doğru ve yerinde olarak nitelendiriyor. Razi, ayet ve rivayetlere dayanarak sahabenin sözünün hüccet olduğuna inanan ve sahabelerin taklidini caiz görenlere şöyle cevap veriyor: Sahabeler hakkında varid olan rivayetlerin tümü övgü makamında söylenmiştir, onların taklidini gerektirmez. Çünkü bu tür övgüler, bazı sahabeler hakkındadır. Övgüye muhatap olan bu sahabeler, birbirleriyle ihtilaf durumundaydılar. Bu nedenle övgü mahiyetindeki bu rivayetler onlara tabi olmayı gerektirmez.

Razi, İmam Şafii'nin kadim sözleri hakkında zikredilen görüşleri yedi gruba ayırmıştır.

1-İmam Şafii, 'İhtilaf'ü el-Hadis' kitabında Şöyle diyor: "Ali'den rivayet edilmiştir ki, o, bir gece altı rekat namaz kıldı ve her rekatta altı secdede bulundu" Eğer Hz. Ali'nin bu fiili sabit olsa, ben ona inananlardan olacağım. Dolaysıyla burada kıyasa yer yoktur. Hz. Ali'nin fiilinin zahiri, onun bu fiili Peygamber’e ittibaen yaptığı şeklindedir.

2-İmam Şafii, bir diğer yerde şöyle diyor:"Sahabenin sözü, yayılmışsa, ve muhalefet görmemişse, hüccettir." Gazali, bu sözün zayıf olduğunu söylemektedir. Çünkü sükut, söz değildir. Dolaysıyla sözün yayılıp yayılmaması neyi değiştirir?

3-İmam Şafii, şunu sarahaten belirtmiştir: "Sahabe ihtilaf ettiğinde, ilk dört halifenin görüşü evladır. Eğer ilk dört halife ihtilaf etmişse, ilk ikinsin görüşü evladır."

4-İmam Şafii bir diğer yerde şöyle diyor:"Daha çok bilen sahabenin ve kıyasa daha çok uyanın görüşü tercih edilmelidir. Çünkü ilminin çokluğu, içtihadını güçlendirir ve onu hatadan uzaklaştırır."

5-İmam Şafii'nin bir sahabenin verdiği hükmün bir diğer sahabenin fetvasıyla çeliştiği durumlar hakkındaki görüşü ise fark ediyor: "Hüküm (fetveadan) evladır. Zira hüküm, maksat ile daha pekişmektedir"

6-İki kıyastan birini, sahabenin sözüyle birlikte tercih etmek caiz midir?

Razi şöyle diyor: Doğrusu, bu içtihatla ilgilidir. Bazen müçtehitler zanda birbirleriyle tezat halinde olurlar. Sahabe de bir tarafta yer almaktadır. Bu nedenle müçtehit, sahabenin de tercih ettiği kıyasa yönelebilir ve zannı da o yönde galip gelirse, eğilimi o yönde olur.

7-Eğer sahabe, hadisteki lafzı, ihtiva ettiği anlamlardan birine hamlederse, bazı alimler, sahabenin bu anlam tercihini lafzın diğer manalarına tercih etmişlerdir.(37)

Sonuç:

Sahabenin sözünün şer'i delil olup olmadığını tahlil ve analiz ederken, alimler arasında konu hakkında bir ittifak ve icmanın olmadığını gördük. Sahabenin sözünün hücciyete sahip olup olmaması usul ve fıkıhta önemli sonuçlar doğurur. Sahabenin sözünün şer'i hüccet olduğuna inanan alim, sahabenin sözlerini şer'i hükümleri elde etmek için içtihat yolunda usuli bir mesele ve kaide olarak kullanır. Sahabenin sözünün hüccet olduğuna inanmayan alim ise onu içtihat işleminde kullanmaz.

Yukarıdaki paragrafta geçen kaide, 'cüzlerine ve mistaklarına tatbik olan külli hüküm' diye alimler tarafından tarif edilmiştir. Lakin usul kaidesi ve fıkıh kaidesi arasında fark vardır. Bu farklar özetle şöyledir: 

1-Usuli kaidede, külli olan şer'i bir hüküm elde edilir ki bazen onun altında yer alan cüzi meselelerin hükmü usuli kaidenin hükmüyle uyuşmayabilir. Ama fıkhi kaidenin külli hükmü daima cüzi meselelerinin hükmüyle aynıdır.

2-Usuli kaide, şer'i hükümler elde etmek için içtihatta kendisinden istifade edilir. Ama fikhi kaide, külli hükmün mistaklarına tatbik etme işleminde kendisinden istifade edilir.

3-Usuli kaideyi müçtehit istinbat meselesinde işleme tabi tutar. Ama fikhi kaideyi her mükellef icra edebilir.

Sahabenin sözünün şer'i deli olması durumunda, onu ictihadi meselelerde delil, hüccet olarak kullanacağımızdan bu haliyle usuli kaide olacaktı. Örnek verecek olursak;

a-Şarap içen kimsenin şer’i hakim tarafından dayak cezasına tabi tutulacağını sahabe haber vermiştir.

b-Sahabenin haber verdiği her şey şer'i hükümdür.

c-Dolayısıyla şarap içen kimsenin şer’i hakim tarafından dayak cezasına tabi tutulacağı şer'i hükümdür.

Buna benzer sayısızca hükmün elde edilmesinde sahabenin sözünden istifade edilirdi.

Lakin yaptığımız bu araştırmada sahabenin sözünün mutlak manada delil ve hüccet olmadığı anlaşılmıştır. Bir şeyin hüccet olup olmadığı konusunda şüphe edersek, usuli kaideye binaen varılacak sonuç, hücciyetinden şüphe edilen şeyin hüccet olmayışıdır. Sahabenin sözünün hüccet olduğuna inanan alimler ve onlara verilen cevaplara bakıldığında, hücciyetin ispatlanamadığını görmekteyiz.

Bir şeyin hüccet olduğuna dair delil yoksa, o şey delil ve hüccet olamaz. Dolayısıyla sahabenin sözü mutlak manada hüccet değildir. Ama konuya esnek yaklaşırsak şöyle diyebiliriz: Eğer sahabenin sözü kendisiyle kesin karineler taşıyorsa ve bu karineler sayesinde o söz peygambere nispet verilebiliyorsa, peygamberin sözü ve hadisi olma hesabıyla delil ve hüccettir. Bu durumda bile sahabenin sözü cerh ve tadil kaidelerine tabi tutulur. Ama eğer kendisiyle hiç bir karine taşıyamıyorsa, o zaman sahabenin kendi sözü olarak telakki eder ve ona göre değerlendiririz. Bu durumda sahabe eğer İslami ilimlere vakıf bir fakih ise, onun sözünü bir din alimi ve mütehassısı olarak bilir, sözüne ehemmiyet verir,  bir çok yerde kendisinden istifade ederiz. Sahabe eğer normal biriyse sözünü saygıyla işitir ve okur ama sözünü fakih sahabe kadar dikkate alamayız.

Öze Dönüş Dergisi sayı 6

Dipnotlar

1)İyaz b. El-Naci el-Süllemi, Usul'ü el-Fıkh, sh:184/Abdülkerim el-Zeydan, el-Veviz, sh:260/ el-Zerkeşi, el-Bahr'ü el-Muhit, c:3, sh:359

2)İyaz b. El-Naci el-Süllemi, Usul'ü el-Fıkh, sh:184/ el-Zerkeşi, el-Bahr'ü el-Muhit, c:3, sh:359

3)Allame el-Bennani, Haşiyet'ü el-Allame, el-Bennani ala Cem'ü el-Cevamı', c:2, sh:166

4)a.g.e., sh:166-167

5)a.g.e., sh:167/ el-Bahr'ü el-Muhit, c:3, sh:359

6)Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:232

7)el-Bahr'ü el-Muhit, c:3, sh:363

8)Askalani, el-İsabetu, c:1, sh:21

9)a.g.e. c:1, sh:19

10)el-İsabetu, c:1, sh:18-19

11)Buhari, Kitab'ü el-menakıb-hadis2650

12)el-Bahr'ü el-Muhit, c:3, sh:357

13)Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:231

14)Buhari, c:2, sh:938, rakam:3509/ Müslim, c:4, sh:1963, rakam:3533/ Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:231

15)Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c:3, sh:63, rakam:11626/ İbn-i Habban fi el-Sahih, c:16, sh:238, rakam:7353

16)Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:231

17)Haşiyet'ü el-Allame, el-Bennani ala Cem'ü el-Cevamı', c:2, sh:169

18)a.g.e. c:2, sh:169

19)Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:231

20)el-Moğni li el-Kazi Abd'ü el-Cebbar, c:2, sh:70-84/ Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:231

21)Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:233

22)a.g.e.

23)el-Bahr'ü el-Muhit, c:3, sh:358

24)el-Mahsul, c:2, sh:462-463/ Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:302

25)el-Mahsul,c:2,sh:464

26)Gazali, el-Müstesfa min İlm'i el-Usul, c:1, sh:303

27)el-Mahsul,c:2,sh:464

28)Seyfüddin el-Amedi, el-İhkam, c:4, sh:301

29)a.g.e.

30)a.g.e. sh:304

31)a.g.e.

32)Zikredilen bütün kısımlar için el-Amedi'nin el-İhkam'ü el-Amedi c:2, sh:257-259 ve Haşiye-i el-Müstesfa Fevatih'ü el-Rahamut Şerh-e Müslim el-Sübut c:2, sh: 161-162'ye müracaat edilebilir.

33)el-İsnevi, el-Temhid, sh:610

34)Gazali, el-Müstesfa, c:1, sh:302

35)Razi, el-Mahsul, c:2, sh:462-463

36)el-İsnevi, Nihayet'ü el-Sul Şerh-ü Minhac-ı el-Usul c:4, sh:358-370

37)el-Mahsul, c:2, sh:464-466

 

 

 

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.