23 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Ankara15°C
  • Van9°C

DİL VE İNSANIN VAROLUŞ İMKANI

Betül Güngör Aydoğdu

02 Mart 2018 Cuma 14:34

 

 

                                                                         

Felsefenin en kadim soru/sorunlarından

biri hiç kuşkusuz varlığın neliği- anlamıdır.

 

Tüm felsefi uğraşını “Varlığın anlamı nedir?”  sorusuna Socrates öncesi felsefeyi referans alarak anlamaya koyulan ve bu sorunun hakkını vermek için geçiren Heidegger, bu soruyu felsefenin en temel sorusu olarak değerlendirir.  Bu yazıda Heidegger’in ontolojik görüşlerini felsefik olarak incelemekten ziyade  onun “Dil, varlığın evidir.” ifadesini ele alıp, açımlamaya çalışacağız.[1]

          Heidegger’e göre, geleneksel batı metafizik ve varlık anlayışları, varlık sorusuna cevap ararken varlığın kendisini unutmuşlardır. Ona göre, varlığın metafizik yorumu söz konusu soruyu gereksiz kılmanın yanı sıra gözardı etmeye de yol açmıştır. Bundan dolayı Heidegger için varlığın unutulmasına yol açan düşüncenin nasıl ortaya çıktığını ele alıp (üstesinden gelip), bu yolla da metafizik soruşturmanın ilk defa ortaya çıktığı Varlık’ın orjinal varoluşsal deneyimini ele geçirmek suretiyle yeniden canlandırılmasının zorunluluğunu ilan eder.[2]

Heidegger, varlığın anlamı sorusunu ele alırken felsefi dünyanın ilk deneyimi olan Socrates öncesi Grek filozoflarına gitmek gerektiği kanaatindedir. Ona göre Varlık sorusunun anlam bulduğu, Varlık’ı anlamaya dair genel kavramlar ve anlayış onlarda mevcuttur.

Heidegger göre, batı metafiziği geleneği varlığın özüne dair anlamı ıskalayarak Varlık’ı ne’lik sorusu üzerinden ele aldılar. Varlık sorusuna cevap ararken varlığı unuttular. Varlık sorusunu ne’lik üzerinden ele alındığında konu epistemik bir zemine çekilir ve Varlık zamandışı bir belirlemeyle (episteme-doksa) ele alınır. Platon’un idealar görüşüne baktığımızda, bu dünya; oluşun, değişimin, bozulmanın olduğu dünyadır. Bu alemde idealardan pay almış olan tezahürler vardır. İdealar dünyası ise bir şeyin aslı ve nihai halini kendinde barındırır. Böylece Varlık’ın bu dünyanın ötesinde aranması gerektiği görüşü oluşur. Bu ayrım felsefe tarihinde ontolojinin aslılığını yitirmesine neden olur.  Bir sistematik batı felsefe tarihi de bu yanılgıyı hep taşır ve varlık varoluş arasına sınırlar çizmeye başlarlar. Böylece zamanla cevaplanmaya çalışılan soru varolan nesneler ve objeler nelerdir sorusuna dönüşür. Bu yüzden Heidegger geleneksel felsefeyi yeniden inceleyip yorumlayıp ona yeni bir yön ve yol verebilmek suretiyle onun geleneksel ve ontolojik(metafizik) tarihini yıkmak ve kendisinin öne sürdüğü temel ontolojiyi felsefenin en temel konusu yapma gerekliliğinin altını çizer.

Heidegger, batı metafiziğinin varlığın anlamı olan zamansallığın unutulmasının bir sonucu olarak varlık ve varolanlar arasındaki gerçek ayrımı kaybetmişlerdir. Heidegger’e göre varlık sorusunu ıskalamalarında/unutmalarında bu söz konusu “zaman” kavrayışlarının etkisi vardır. Heidegger’e göre batı metafiziği geleneğinin varlığı anlama noktasında zamanı “to be” zaman içerisinde hep “şimdiki” olarak anlamışlardır. Platon ve Aristoteles’ten beri oluşan bu gelenek, bütün şimdileri kuşatan ebedi bir şimdi gerçekliğe sahip olarak düşünülmüştür. Buna göre bir şey zamanın belli bir anında varolmadıkça yani daima bir şimdi içerisinde mevcut bulunmadıkça hakiki bir varlığa sahip değildir.[3] Heidegger, bu anlayışta varlığın, zamanın sıradan kavramsallaştırılması olan şimdiki zamana indirgendiğini söyler.[4] Heidegger’e göre  bu düşünce tarzında zaman algısı, şeyleri ve olayları içeren bir kap misalidir. Batı geleneğine göre zamanın içinde olmak, gündelik varoluş hareketlerinin hesap ve organize edilmesi amacıyla homojen olan, kronolojik bir dizgi algısıdır. Böylece zamanın düzleştirilmesine, ezeli- ebedi görülen değişmez bir varlık ve hakikat telakkisinin doğmasına neden olmuştur.[5]

Batı metafizik geleneğinin zaman anlayışının oluşmasında Aristoteles’in etkisi büyüktür. “Aristoteles’in zamanla ilgi risalesi yorumlanacaktır; ki bu risale, varlığa ilişkin Eskiçağ biliminin zemin ve sınırlarının alameti farikası sayılır. Aristoteles’in zamana ilişkin risalesi, zaman fenomeni üzerine bize kadar ulaşabilmiş ilk ayrıntılı yorumdur ve o, ondan sonraki bütün zaman tasavvurlarını özsel olarak tayin etmiştir.”[6] Fizik adlı kitabının dördüncü bölümünde zamanı işleyen Aristoteles, zamanı “hareketlerin sayımı” olarak tanımlar.[7] Aristoteles’e göre zaman, “kendisini devinim içindeki önce ve sonra açısından gösteren veya “daha erken” ve “daha sonra”nın ufkunda kendisiyle karşı karşıya gelindiği şekliyle, devinimle bağlantılı hesaplanabilir bir şeydir.“[8] Aristoteles’in zamanı ölçmeyle ilişkilendirmesi, zamanı eşit sürelere bölünen, sürekli yinelenen ve her dönemiyle eşit olan bir halde kılar. Bu ölçülebilir düzleştirici zaman, geçmiş, şimdiki ve gelecek arasındaki kökensel bağı kronolojik bir düzleme indirger. Heidegger’e göre bu zaman anlayışında saat ne geçmiş zamanı ne de geleceği gösterir. Zaman, hep şimdi olarak (to be) geçmişteki şimdi ve gelecekteki şimdiye dönüşür. Zamana dair her ölçüm “zamanı” “ne kadara” taşımak anlamına gelir. Örneğin, gelecekteki olayın saatle belirlenme çabasında aslında kastedilen gelecek zaman olmayıp, gelecekteki şimdiye değin ne kadar bekleneceğidir.[9]

Heidegger, varolanların varlığını anlamak konsunda Dasein’in ( insan olma olanağı)  zamansallığıyla birlikte dilselliğine de vurgu yapar. Batı geleneği içerisinde diğer birçok unsur, kavram gibi dil de bozulmaya, tahribata uğramıştır. Dil, Heidegger’e göre bir yazılı karakter, melodi, ritim ve mana birliği olarak tasavvur edilen konuşma dili değildir. Dil, gizlenip, örtülmemiş haliyle varlık tarafından sahiplenilen ve istila edilen karakteriyle varlığın evidir. Bu yüzden dile uygun düşünüm, “dilin özünü, varlığa tekabül etmesi açısından ya da insanın özünün yurdu” olarak düşünmektir. Heidegger, Metafiziğe Giriş adlı eserinde şöyle anlatır.

Varlığa ilişkin soru, bir gramer ve etimoloji meselesi değildir. Şimdi aynı şekilde yine kelimeden hareket edersek, o zaman burada ve genelde Dille ilgili has bir durum olmalıdır. Genellikle Dil ve kelime, yaşantıların sonradan peşine düşülen ifadesi sayılır. Bu yaşantılarda şeyler ve süreçsel olaylar tecrübeyle yaşandığı sürece Dil, aracılı olarak ifade de, adeta tecrübeyle yaşanılan Varolanın yeniden verilmesidir.[10]

Etimolojik ve gramatik yönünden azade ederek “dilin varlığı- varlığın evi” ifadesinde kendini bulan varlığın dilselliği, kendisini konuşan olarak takdim eder. Konuşma olarak dil, insanın herhangi bir temsil ilişkisinde ifade etmek üzere bir şeyi adlandırması değildir. Konuşma olarak dil, söylemektir. Söyleme ise, “ifşa etmek, ortaya çıkmasına imkan vermek, (varlığın) görülmesini ve işitilmesini sağlamaktır. “ Sonunda ‘Das sein/ varlık’ kelimesinde, çekimlerinde ve de kendi kelime alanında olan her şeyde, kelime ve mana daha kökensel bir şekilde, bununla kastedilene tutukludur, ama aynı zamanda tersi de geçerlidir. Varlığın kendisi, bambaşka ve daha özlü bir anlamda, her bir varolan olarak kelama muhtaçtır.”[11]

Söyleme olarak dil, “şeyleri ve dünyayı, onları meydana getirme anlamında değil; fakat oldukları gibi görünüşe getirme anlamında açık kılar. Şeyler, insanı etkiledikleri ölçüde zaten bir dünya içindedirler ve dünya da şeylerin içindedir. Söyleme olarak onların varlığını birbirinde görünüşe getirir. Bu şekilde dil, şeylerin ve dünyanın, varolanların ve varlığın, birbiri içindeliklerini görünüşe getirir.[12] Heidegger’in Dasein zamansallığı ve dilselliği üzerine kaygısı, daha önce gelişigüzel şekilde zaman, kelime ve dil üzerine yapılan alelade kullanılması ve varlığa ilişkin yönünün kuramlarda, gramerde boğulup, varlığın kendisinin özünün adeta çıkarılamayacağıdır.[13]

İnsanı anlama ve yorumlama etkinliğinin dilsiz/ dil dışında gerçekleşemez. İnsan zihninin, kendinde gerçekliği bir saf görme kapasitesine, ebedi ve ezeli boyutları ile gerçekliği bir sözsüz/ dilsiz kavrayış yeteneğine sahip olmadığını belirtmesi, anlamın dilsiz, dil dışında gerçekleşmesi mümkün değildir. Zira bütün insani anlama asla sözler/ kelimeler/ dil olmaksızın ve asla zamanın dışında gerçekleşmez. Geçmişi şimdiye intikal ettiren ve geleceğe götüren temel tarayıcı dildir. Bütün bir anlamın tarihsel olarak şekillenmiş bulunan şimdimizin herhangi bir konu ya da nesne hakkındaki yorumumuzu bilgilendirdiği yer durumundaki tarihsel bağlam içinde gerçekleşmesinden, yine dilde içkin olmamız sorumludur.[14]

Sonuç olarak, bütün beşeri kavramlaştırmaların ötesinde, varlığın dile gelmesi, dilin sahip olduğu çağrı karakteri, düşünmenin ve düşünme tarzının yanısıra yönelmesi gereken şeyi de köklü bir biçimde değiştirir. Heidegger, bununla salt akla, epistemolojiye bulanmış zaman ve dil kavramalarının batı geleneğindeki haline bürünmemesi gerektiğini aksi takdirde “varlığın anlamı” sorusu hep üzeri örtülmüş ve gizlenmiş olarak kalacağını ifade eder. Zaman ve dil üzerine, düşünme üzerine teoriler ve kategorilerle hesap kitap yapmak, varlığın çağrısını duyamamaktır. Oysaki varlığı ancak kendi zamanında ve sözle ifşasında işitebiliriz.

 

 

 

[1] Bu yazı, 21 Şubat  “Dünya Anadil Günü” dolayısıyla Wan Öze Dönüş Derneğinin,  Heidegger’in “Dil, varlığın evidir” sözünün de yer aldığı ve şehirde hala asılı duran  afiş vesilesi ile ele alınmıştır.

[2] Kasım Küçükalp, Batı Metafiziğin Dekonstrüksiyon- Heidegger ve Derrida, Sentez yay. s.156.

[3] Kasım Küçükalp, a.g.e. s.196.

[4] Heidegger, Varlık ve Zaman (çev: Kaan H. Ökten), Agora Kitaplığı, s.397.

[5] Kasım Küçükalp, a.g.e. s.196.

[6] Heidegger, Varlık ve Zaman, s.27.

[7] Aristoteles, Fizik (çev: Saffet Babür), YKY yay., s.187.

[8] Aristoteles, a.g.e. s.189-192.

[9] Kasım Küçükalp, a.g.e. s.199.

[10] Heidegger, Metafiziğe Giriş, Avesta yay. s.101.

[11] Heidegger, Metafiziğe Giriş, s.103.

[12] Kasım Küçükalp, a.g.e. s.236.

[13] Heidegger, Metafiziğe Giriş, s.103.

[14] Mehmet Ulukütük, “ Varlığın Evi Olarak Dilden Dilin Evi Olarak Geleneğe” s.2.

ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 7

 
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.