- Öze Dönüş Hareketi
- Röportaj
- Öze Dönüş Dergisi
- Duyurular
- Öze Dönüş Kitaplığı
- Basın Açıklamaları
- Adıyaman Öze Dönüş
- Diyarbakır Öze Dönüş
- Bitlis Öze Dönüş
- Erciş Öze Dönüş
- Hakkari Öze Dönüş
- İzmir Öze Dönüş
- Makaleler
- Kahta Öze Dönüş
- Mardin Özedönüş
- Diğer Etkinlikler
- Mina Öze Dönüş Der
- Muş Öze Dönüş
- Öze Dönüş Mamoste Der
- Öze Dönüş
- Nurşin Öze Dönüş
- Tatvan Öze Dönüş
- Şırnak Öze Dönüş
- Van Öze Dönüş
- Yüksekova Öze Dönüş
- Tercüme / Analiz
- Haberler
EMPERYALİZME KARŞI BİLİNÇ OLUŞTURMAK*
M. Yasin Haskanlı
10 Eylül 2018 Pazartesi 13:35
Batı dünyasının iki asırlık emperyalist eylemleri/politikaları İslam ülkeleri ve toplumları başta olmak üzere üçüncü dünya olarak tabir edilen ülkeleri büyük bir tahribata uğratmıştır. Çıkar eksenli ve hegemonik yaklaşımlar sınır tanımadan hiçbir ahlaki, insani sınır olmadan vahşice uygulanmıştır. Toplumların ellerindeki toprakları, yer altı yerüstü zenginlikleri, tarihi mirasları talan edilmiştir. Medeniyetlerin oluşturduğu ve tüm insanlığa mal olan tarihi birikimler yok edilmiş/ tahrif edildi.
Batı dünyası sonu gelmeyen vahşi ihtiyaçlarını karşılamak için giriştiği küresel politikalarla kendisini büyük bir ahlaki çöküntüye uğratmış, sömürdüklerini de tarifsiz acılara sürüklemiştir. Bireyselleşen insanlar tüketim dışında hiçbir anlam ifade etmeyen nesnelere dönüşmüşlerdir. Doymak bilmeyen sonu olmayan tüketim alışkanlıklarını ve gücü elinde bulundurma arzuları, maddeci toplumlar ve yönetimler oluşturmuştur. Güçlünün zayıfı ezdiği, üstünlüğün güç ile orantılandığı bir dünya kurgulandı. Çoğunluğun mutlu bir azınlık için yaşadığı ve tarihin tüm dönemlerini aşan bir sömürü düzeninin kurulduğuna şahit olmaktayız. Batı emperyalizmi insanın mutlu olamayacağı ve sürekli ezilme bağımlılığına itildiği yeni bir düzendir. Son iki asırlık sömürü düzeni insani olmayan muamele ve hukuksuzluğa en fazla başvurulan dönem olmuştur.
İnsanoğlunun sahip olduğu ortak miras olan birikimler, kazanımlar, tecrübeler sadece batı dünyasının hizmetinde kullanılacak şekilde tasalanmış/dizayn edilmiş yâda buna imkân sağlayacak dayatmalar oluşturulmuştur. Ellerinden kimlikleri, kültürleri, tarihleri alınan sessiz yığınlar oluşturularak tepkisi olmayan, duygusuz bir dünyaya ulaştılar.
Batılı iktidarlar kendilerine uygun gördükleri yaşam standartlarının hiçbirini başka toplumlara uygun görmemişlerdir. Ekonomik, kültürel, hukuksal, bilimsel vs hiçbir ilerleme ve gelişmişlik üçüncü dünyanın ulaşmayacağı bir hedeftir. Kendi içinde sorun çözme yöntemleri barışçıl (nispeten kendilerini iktidarda tutan kendi vatandaşlarına kısmi özgürlükler ve haklar verilmiştir.) olduğu halde sömürmeye çalıştıkları coğrafyalarda şiddet dayatması olarak tezahür etmektedir. Bizlere yegâne hediyeleri birbirinizi yok ederek sorunlarınızı çözün dayatmasıdır. Kendi insanlarına bahşettikleri imkânlar ezilmekte olanların sadece hayallerini süsleyen utapyalardır. Batıda yaşanan olumsuzluklar masa başında ve müzakerelerle halledilirken üçüncü dünyada batının oluşturduğu formatta ve batının sağladığı silahlarla umutsuzluğun ve mutsuzluğun beslediği şiddet sarmalı yaşanmaktadır. Batı emperyalizmi sürekli sürdürülebilir ve kontrol edilebilir bir kaos politikasıyla bölgeleri terörize ederek ayağa kalkmalarına engel olmuştur. Bunun en iyi örneği son yirmi yılda Ortadoğu’da meydana gelen işgaller ve bu işgallerle gelen istikrarsızlık ve iç savaşlardır. Sadece Irak’taki işgal ve sonrasında yüz binlerce insanın katledilmesi batı emperyalizminin niyetini ortaya koymaya yetmektedir.
Bugünkü batı emperyalizmi eski çağlardan bu yana görülmüş en baskıcı ve zalim iktidarların toplamından daha korkunç bir aşamaya ulaşmıştır. Bu zihin aynı zamanda zulmün eğitimli ve birikimli bir versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern insan aklı ve kabiliyetinin ulaştığı seviye çerçevesinde komplike ve muazzam emekler ortaya konularak oluşturulmuş bir zulüm düzenidir.
Bu zülüm düzeni temelde insanı ifsad eden zalim ve mazlumun oluşmasını vesile olan, insani erdemleri yok eden bir sosyoloji/siyaset/kültür doğurmuş ve büyütmüştür. Dengelenemeyen hırslar insan ile beraber doğaya ve yaşam alanlarına çok ciddi zararlar doğurmuştur. İçinde yaşadığımız yerküre çılgın arzuların kurbanı durumundadır. Tüketemeyecekleri kadar mal ve imkâna rağmen insana ve doğaya karşı top yekûn bir tüketme ve savaş hali yaşanmaktadır. Sadece geçici arzular için nice hayvan türünün neslinin tükendiği bir bilimsel gerçekliktir. Sırtlarına atacakları pahalı kürkler için maalesef gaddarca bir şekilde milyonlarca hayvan katledilmiştir.
Dünya nimetlerinin temelde tüm insanlara ait olduğu mülkün mutlak olarak Allah’a ait olduğu kesin bir hakikattir. Dünya nimetleri ve imkânları adalet, sevgi ve hoşgörü çerçevesinde zenginin fakiri gözettiği, güçlünün zayıfı kolladığı, bilenin bilmeyene öğrettiği insanlar arasında ihya ve inşa çabasına girişilmesi gerektiği ilahi bir direktiftir. İlahi olan bu yönlendirme ve arzu aynı zamanda insanın fıtratıdır. Zamanla baskıladığı ve körelttiği iyilik melekesinin temelidir. İlahi iradenin vaaz ettiği sorumluluk insanı merkeze alan ve ona her halükarda ihya etme çabasında olan bir yaklaşımdır. Bunun gerçekleşmesi de ancak iyiliğin arttırılması ve fıtri olan temel bazı düzeltmelere ihtiyaç duymaktadır.
Zulüm düzenlerinin bozmuş olduğu yaşam formatı yukarıda zikrettiğimiz iyilik etmek adaletle muamele etmek gibi temel ilkeleri zayıflattı/yok etti. Bu duruma karşı yani insanın mutsuzluğuna ve kaybedişine karşı ne yapmalı? Dünyanın duçar olduğu bu sömürü ve fasid düzen kanıksanmalı ve tepkisiz mi kalınmalı yoksa bu gayri ahlaki ve insani duruma sonucu ve bedeli ne olursa olsun itiraz mı edilmeli?
Allah insanı kendisine baş eğme/kulluk etme dışında hiçbir güce/otoriteye/insana kulluk etmemesi gerektiğini bildirmiştir. Allah insana kendisinin sınırlarını aşarak insan üzerinde haksız bir tahakküm kurarak zulmedenlerden ayrışmayı ve bu düzenlere karşı mücadele vermeyi dini bir sorumluluk olarak belirtmiştir. İnsanın her durumda kimden gelirse gelsin baskı ve zulme karşı mücadele etmesi, zülüm altında yaşamama gayreti, yaşamaya mecbur ise buna karşı bir cehdi ortaya koyması insanın insan olma halidir. Et ve kemikten oluşan bedenin anlamı onun akletmesi ve özgürlüğü ile anlamlı bir hale bürünür. Allah yeryüzünde kendi mutlak otoritesi dışında hiçbir otoriteyi meşru görmemiş ancak adaletle ve ilahi sınırları koruyarak muamele eden yaklaşımlara izin vermiştir. Bir insanın ya da bir toplumun başka bir insan veya toplum tarafından haddi aşarak sömürmesi ve zulmetmesi aynı zamanda ilahi sınırlara yapılan bir tecavüzdür. Zulmetmek insanın yaratıcısına kulluğunu unutup tanrılık iddiasıdır aynı zamanda. Allah’ın ona verdiği imkân ve kabiliyetleri sorumsuzca kullanarak giriştiği kötü bir maceradır. Allah’ın insana bahşettiği iktidar/güç ancak iyilik temeli üzerine hak ve adalet ile meşru olur. Bu anlamıyla güç ve iktidar tarih boyunca insanın imtihanının konusu olmuştur.
Zulmeden ve sömüren bir odağın olması doğal olarak sömürü ve zulümlerine konu olan bir ezilenler ve mağdurlar sınıfını oluşturur. Nasıl ki elinde güç bulunduran zalimler imtihan ediliyorlarsa mevcut durumlarından ötürü aynı şekilde ezilenlerde mevcut hallerinden ötürü imtihana tabidirler. Zulme uğramak bir vakıadır. Ancak uğranılan haksızlık ve zulüm mutlak bir kader ve rıza gösterilecek bir karakter değildir. Bu zulme maruz kalanların insani refleksleri ve ilahi yönlendirmeler gereği uğradığı akıbetten kurtulmak için sömürü ve zulme itirazının ve mücadelesinin olması gerekir. Bunun aksi bir durum zalimin zulmederken kaybettiği erdemler gibi itiraz etmeyen mazlumunda zulme rıza göstererek kaybedeceğidir. Zalim zulmederek kaybetmekte mazlum ise sessiz kalarak kaybetmektedir.
Tarihin akışı bize zulmedenlere karşı iki tavrın geliştirildiğini göstermiştir. Birincisi zulme karşı sessizlik ve kabullenmişliktir. İkincisi ise zulme karşı itiraz ve baş kaldırmaktır. Her iki tavır tarihin yorumunda kendine yer bulmuş ve kritik edilmiştir. Rıza gösteren tepkisizler yerilmiş ve kaybedenlerin en kötüleri olarak tanımlanmışlardır. İtiraz eden ve başkaldıranlar iki sonuca ulaşmışlardır ya zahiren kaybetmişler ancak onurlarını korumuşlardır ya da hem zahiren kazanmışlar hem de onurlarını muhafaza etmişlerdir.
Tarih boyunca tevhid mücadelesinin konusu ana ekseni de hak/batıl, adalet, özgürlük gibi temel konular olmuştur.
İlk insandan bu yana insanlığa rehberlik eden peygamberler başta olmak üzere erdem sahibi tüm aktörler zulme ve sömürü düzenlerinin oluşturduğu gayri insani ve ahlaki düzenlere ve uygulamalara karşı insanları örgütlemiş ve bir bilinç oluşturma çabasına girmişlerdir. İnsanın bu yeryüzü macerasında insana yol gösteren onu hem bu dünyada hem de ahiret yurdunda kurtuluşa ermesi için olağanüstü çaba sarf eden bu toplumsal endişe sahibi önderler insanlığı gerçek anlamda adil bir yaşama ulaştırma çabası gütmüşlerdir.
Allah kitabı mübinde bize peygamber kıssalarını anlatırken tüm peygamberlerin ortak bir çaba ve çağrısından bahsetmektedir. Tüm peygamberler ortak bir hedef için yani bir olan Allah’a kulluğa çağırmak ve zulmün gölgesinden insanlığı kurtuluşa ve felaha ulaştırma çabasından bahseder. Bu çaba tavizsiz ve kesin bir irade olarak tezahür etmiştir. Bu çaba sarf edilirken iki temel nokta karşımıza çıkmıştır. Birincisi inanç yönünden insanlığa bir davet yapılmış ikincisi ise dini ve görüşü ne olursa olsun insanların zulme uğramasına karşı çıkılmasıdır.
Bugünün dünyası da klasik çağlardan devraldığı mücadeleyi sürdürmektedir. Dünün firavunları, nemrutları, tiranları bugünün devlet başkanı parlamentoları veya holdingleri sıfatlarını kullanarak emperyalist niyetlerini gerçekleştirmektedirler. Şekil ve kapasite değişse de döngü aynıdır. Bugünün batı emperyalist sistemi tüm kudretiyle mazlum halkların kanını emmektedir. Her türlü araç kullanılarak toplumlar modern kölelere dönüştürülmüştür. Bu durum bizim kaderimiz değildir. Emperyalizmin bu pervasızlığı karşısında bizlere düşen sorumluluklar vardır. Allah’a karşı, toplumumuza/tüm insanlığa ve kendimize olan saygımızın bir gereği olarak birey ve toplum bazında küresel bir iyilik hareketine, özgürlük çabasına girişmemiz gerekmektedir. Her türlü emperyalist baskıya plana ve oyuna karşı topyekûn bir karşı duruşa ihtiyacımız vardır.
Lokal olarak yaşadığımız ve bize ayak bağı olan birçok meselemiz batılı senaristlerin tasarrufuyla çözümsüzlüğe mahkûm olmuş durumdadır. Emperyalizm kültürümüzle, ailemizle, ekonomimizle, emeğimizle, toprağımız ile oynadı ve hepsini kendine bağladı. Bunu içimize sindirmememiz gerekir. Bize ait olanı yeniden bize ait bir ruh ile hayata geçirmek iyiliği ve adaleti egemen kılmak mazlum halkların umudu olmak onurumuzu korumak ve en önemlisi Allah’ın rızasına ulaşmak için bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Hayatın her alanında üst düzey bir bilinç oluşturmak işin başlangıcıdır. Ulaşabildiğimiz her insana, aileye, sokağa mahalleye, şehre niçin kendimiz olmamız gerektiğini anlatmamız gerekmektedir. Dokunduğumuz her canlıya özgürlüğün ne demek olduğunu anlatmamız gerekir. Yeryüzünde Allah’tan başka hiç kimseye ve hiç bir güce boyun eğilmemesi gerektiğini hatırlatmamız gerekmektedir.
Şuur ve bilinç oluşturmak hayata dokunmak yanı başımızda kitlelerin çektiği acılara müdahale etmek, kimsesizlere ve sessiz yığınlara yalnız olmadıklarını onlara rablerinden bildirileni hikmetle ve cesurca hatırlatmak emperyalizmin korkulu rüyası olacaktır. İnancımızın yani İslam’ın toplumlara sunduğu izzetli yaşam reçetesini sunmanın erdemine nail olmamız lazım. Biz fani olan bu dünya hayatının kısacık imtihan süresi zarfında bazı çabalar ve bedeller ödeyerek oluşturacağımız amellerle hem bu dünyada hem de ruzi mahşerde insan onuruna yakışır bir muameleye tabi olacağız. Bu dünyada mesele doğru tavrı sergilemektir. Elbette bazen zahiri olarak bazı zaferler elde edilemeyebilinir ancak unutmamalıyız ki hesap günü vardır ve o günün sahibi olan Allah zulmedenlerin yaptıklarından dolayı onları azaplandıracak olandır. Adalet mutlak olarak tecelli edecektir. Allah bizleri ne zulmedenlerden nede zulme uğrayanlardan eylesin.
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Öze Dönüş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.