22 Aralık 2024
  • İstanbul6°C
  • Ankara4°C
  • Van-4°C

HADİS UYDURMA FAALİYETİNİN BAŞLAMA NEDENLERİ VE ALINAN KARŞI TEDBİRLER*

Selim Kaval

10 Eylül 2018 Pazartesi 14:06

Her dinin, mezhebin veya felsefi akımın, öğretilerinin, en saf ve katıksız olduğu dönem, onun ortaya çıktığı ilk dönemdir. Bu saflık, ilk dönemle beraber yavaş yavaş kaybolmaya ve yerini, ondan olmayan asılsız sözler ve hurafelere bırakmaya başlar.  Çünkü insanlar her ne kadar farklı yollar tutsa da, ilk önderleri ve kurucuları takip ettiklerini isbat etme ve kendilerini onlara dayandırma ihtiyacı hissederler.

Eğer kurucunun sözleri arasında kendilerini destekleyecek bir delil bulamazlarsa, o zaman bunu ona söyletme yoluna giderler.   Maalesef bu durum İslam için de geçerlidir. Tuttukları yolu desteklemek için delil arama yolunu giren bazı şahıslar ve-veya mezhep taraftarları, Kur’ân’ı Kerim’de kendilerini destekleyen bir şey bulamayınca hadislere yönelmiş, Peygamber (sas)’in sözleri arasında da istediklerini bulamayınca, bunu ona söyletmiş, yani hadis uydurma yoluna gitmişlerdir.[1]

Hadis usulü kitaplarında ‘mevzu hadis’ olarak geçen uydurma hadis: sözlükte, koymak, bir kimseyi mertebesinden aşağı düşürmek, borcundan bir miktar eksiltmek, hakaret etmek, uydurmak manalarına gelen ‘vada'a’ kök fiilinden alınma bir kelimedir.[2] ‘El-Mevdu’ tabiri, ‘el-Muhteleq’(icad edilmiş) ve ‘el-Mesnua’ (uydurulmuş)  kelimeleri ile izah edilmektedir.[3] Istılahta ise ‘Peygamber (s.a.v.)'e iftira ve nisbet edilerek rivayet edilen sözlere’ denir.

Hadis uydurma faaliyetinin ne zaman başladığını kesin olarak belirlemek zordur. ‘Men kezebe…[4] hadisini delil getirerek, bu işin Resulullah (sas) daha hayattayken[5] başladığını savunanlar varsa da buna örnek teşkil edecek sadece bir tek olay vardır. [6]  

 

Sahabenin hadis uydurduğunu söylemek de doğru değildir. Çünkü onların imanı Hz. Peygamber (sas)'in ağzından hadis uydurup, uydurduklarını Müslümanlar arasında yaymalarına engel teşkil eder.[7]Elbette onlarda insan olmaları hasebi ile eksik duyma, yanlış öğrenme, iyi ezberleyememe gibi sebeplerle rivayet ederken hataya düşmüş olabilirler. Diğer sahabeler bu durumu fark ettiklerinde,  gerekli uyarıları yaparak hadisin doğrusunu tesbit yoluna gitmişlerdir. Bu konuda özellikle Hz. Aişe’nin tenkitleri büyük öneme sahiptir. Ancak sahabenin bile bile hadis uydurmasına, örnek teşkil edecek herhangi bir delil-rivayet bulunmamaktadır.

 

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde, hadis uydurmaya dair hiçbir delille rastlanmazken, Hz. Osman’ın hilafeti döneminde, bunun sadece bir iki örneğine şahit olmaktayız.[8]

 

Müslümanların aralarındaki siyasi çekişmelerden ve fitne dönemlerinden sonra hadis uydurma faaliyetinin başladığını görüyoruz. ‘El-fitnetü’l-kübra’ diye tanımlanan, Hz. Osman’ın (18 Zilhicce 35) şahadetiyle başlayıp, Hz. Ali’nin halife olması ve ardından vukuu bulan Cemel ve Sıffın savaşları ile devam eden gelişmeler, etkisi günümüze kadar devam eden siyasi ve itikadi gruplaşmalar başlatmıştır. Bu siyasi grupların mensubu bazı kimseler kendi görüşlerini destekleyen, karşı tarafın görüşlerini yeren hadisler uydurmuşlardır. Bu dönemde Hz. Ali taraftarı olarak bilinen bir kısım, Hz. Ali’nin fazileti ve Muaviye’nin kötülenmesi ile ilgili hadisler uydurdular. Onların görüşlerini çürütmek isteyen başkaları ise Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Muaviye’nin fazileti ile ilgili hadis uydurdular. Saha­beyi kötüleme işi çığırından çıkınca, bu sefer de bütün sahabelerin veya bir kısmının faziletiyle ilgili hadisler uyduruldu. Bunların yanı sıra fitne ortamı ile birlikte, ‘büyük günah işleyenin durumu’, ‘kader’, ‘amelin imandan bir cüz olup olmadığı’ gibi kelami tartışmalar başladı. Uydurulan hadislerin bir kısmı da bu tartışmalara dair alanlarla ilgilidir. Kimileri iyi niyetle insanları dine rağbet ettirmek için hadis uydururken, başka birileri ise kişisel çıkarlarını gözeterek hadis uydurmuşlardır.

 

Bu uydurma ha­disler, değişik fırkalar arasındaki fikri ve siyasi çatışmayı yansıtır. Bunların çoğu ikinci ve üçüncü hicri asırda uydurulmuştur.[9]

 

İş bu hale gelip Hz. Peygamber (sas)’in ağzından hadis uydurulmaya başlanınca artık bu işin önünü almak pek mümkün olmamış, her önüne gelen hadis uydurmaya başlamıştır.

 

Hadis uydurmacılığa sebeb olarak şu başlıkları sayabiliriz:

 

1: Siyasi sebepler. Müslümanlar arasında siyasi ihtilaflar başlayınca, bazıları diğerlerine galebe çalmak için hadis uydurma yoluna gittiler. Bu yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, isimleri ihtilaflara konu olan bazı sahabelerin fazileti veya kötülenmesi ile ilgilidir. Buna iki örnek şunlardır: "Ali ümmetimden bana ilk iman edendir. O bu ümmetin hayırla şerri birbirinden ayıranıdır. Benden sonraki halifemdir." Buna karşılık şu söz uyduruldu: "Emîn kimseler üç kişi­dir: Ben, Cibril, Muâviye.” Bu alandaki faaliyet Abbasiler devrine kadar sürdü. Abbasi hanedanını öven ve onların devletinin kıyamete kadar süreceğini iddia eden pek çok rivayet, ‘mevzuat’ kitaplarında yer almaktadır.

 

2: İslam dinine düşmanlık. Bir takım İslam düşmanlarının, dinle alay etmek, İslam’a ve Müslümanlara tuzak kurmak, insanları dalalete salmak gayesi ile uydurdukları ve çoğu saçma sapan sözlerden ibaret yalanlardır. Patlıcan ne niyetle yenirse ona şifadır.” "Horoza sövmeyin çünkü o benim dostumdur. İnsanoğulları onun sesinde ne olduğunu bir bilse tüy ve etini altınla satın alırlardı.” Gibi bu ve benzeri, dinin saygınlığı ile uyuşmayan bir takım sözler uyduruldu. Bununla da yetinmeyen İslam düşmanları dinde helâlı haram-haramı helal sayan bir takım sözlerde uydurdular. Onların uydurdukları bu iftiraların açığa çıkarılması ve sahih hadislerden arındırılması muhaddislerin en önemli uğraşlarından bir tanesidir.

 

3: Taraftarlık duygusu: (Irk, Şehir, Kabile Mezhep ya da İmam taraftarlığı): Mensup olduğu ırkı, yaşadığı şehri, bağlı bulunduğu kabileyi, mezhebini veya imamını övmek veya tam tersi diğerlerini yermek için uydurulan sözler. Buna örnek olarak birbiriyle adeta mübareze halindeki şu iki rivayeti verelim: "Allah kızdığında vahyi Arapça, razı ol­duğunda Farsça indirir." Buna cevaben Araplarda şunu uydurdular: "Allah kızdığında vahyi Farsça, razı olduğunda Arapça indirir.”

 

4: Kıssacılık. Bunlar halkı memnun etmeye ve bu suretle onlardan bahşiş koparmaya çalışan bir güruhtur. ‘Ahmed b. Hanbel’ ve ‘Yahya b. Main’in başından geçen şu hikâye bu güruhun verdiği zararı ve bunu yaparken ne kadar yüzsüz olduklarını göstermesi bakımından yeterli olacaktır: Bu iki muhaddis Bağdat’ta Rusafe mescidinde namaz kılarken bir kıssacının her ikisinin adlarını kullanarak yalan bir isnatta bulunduğuna şahit olurlar. Kıssacı vaazını bitirip, halkın verdiği bahşişleri toplamaya başlayınca, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main onu yanlarına çağırarak anlattığı hadisi kimden işittiğini sorarlar. Kıssacı her ikisinin adını verince: Yahya b. Main ‘ Yahya b. Main benim, Ahmed b. Hanbel de budur. Şayet illa yalan söylemen gerekiyorsa bizim adımız karıştırma’ diye çıkışınca, kıssacı şu cevabı verir: ‘ Çoktandır Yahya b. Main’in ahmağın biri olduğunu işitirdim de bunun doğru olduğunu şimdi anladım. Yahu dünyada sizden başka Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main yok mu? Ben adları Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main olan on yedi kişiden hadis yazmışımdır.’[10] Bu örnek kıssacıların ne kadar tehlikeli ve yüzsüz olduklarını anlatmak için yeterlidir sanırım. Kıssacılar halk arasında o denli muteberdirler ki, bazen muhaddisler onları halk içinde açıkça yalanlamaktan çekinmişlerdir.  

 

5: Mezhep veya Kelami ihtilaflar. Âlimler arasında görüş farklılığının olması kaçınılmazdır. Bu insanın fıtratından kaynaklandığı gibi, fetvaya esas olan delillerin kendilerinden kaynaklanabilmektedir. Âlimler arasında ki ihtilaf, ilmi sahada kaldığı ve onu ehli olanlar tartıştığı sürece, bu durumun ilmi bir cehd babından rahmet olduğunu düşünülebilir. Ancak her zaman akılları kıt, cahil ve sorumsuz insanlar bulunmuştur. Bunlar taraftarlık duygusu ile mezheplerini desteklemiş ve bunun için hadis uydurma işine girişmişlerdir. Bu çabaları bazen mezheplerinin bir görüşünü desteklemek, bazen de mezhep imamlarını övmek ya da diğer bir mezhebin görüşlerini veya imamını kötülemek için kullanmışlardır. Kelami tartışmaların en önemli başlıklarından biri olan iman-amel ilişkisi ile ilgili şu iki söz uydurulmuştur: "İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir. Bunun dışında bir şey söyleyen bid'at ehlidir." Buna karşı şu söz uydurulmuştur: "Kim iman artar ve eksilir iddiasında bulunuyorsa, bilsin ki imanın artmasını münafıklık, eksilmesi küfürdür. Bunu diyenler tevbe ederse ne ala, değilse boyunlarını kılıçla vurunuz." Mezhep imamları hakkında şu rivayetler uydurulmuştur: "Ümmetim içinde Muhammed bin İdris adında biri çı­kacak. O ümmetine İblis'ten daha şerlidir.” Ve yine “ümmetim içinde Ebû Hanife isimli biri çıkacak. O ise ümmetimin kandi­lidir.” [11] Aynen bunun gibi Ebu Hanife’yi yeren ve İmam Şafii’yi öven, karşı rivayetlerde uydurulmuştur.

 

6: İnsanları hayra kavuşturup, şerden sakındırma isteği. Bu başlık altına giren insanların tercem-i hallerine bakıldığında, dünyadan el etek çekmiş, son derece abid ve zahid kişiler oldukları görülür. Ancak böyle olmalarına rağmen insanları hayra davet etme veya onları münkerden alıkoyma gayesi ile hadis uydurmuşlardır. Onların bir kısmına Peygamber (sas)’in “ kim benim ağzımdan yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisi anlatılınca: “ biz onun lehinde uyduruyoruz, aleyhinde uydurmuyoruz” diye bir gerekçe sunuyorlardı.  Dinimizdeki bid’at ve hurafelerin büyük bir kısmını temelini oluşturan bu zevat, hadis uyduranların en tehlikeli olanlarıdır. Çünkü insanlar onların abid ve zahid hayatlarına aldanarak uydurdukları yalanları doğru zannetmişlerdir. Bunlara örnek olarak: 'İkrime’ vasıtasıyla ‘İbn Abbas'tan, Kur'an'daki tek tek tüm surelerin faziletleriyle ilgili hadis rivayet eden birine: rivayeti nereden aldın? Oysa bunlar İkrime'nin talebelerinde yok' diye sorulur. Şöyle cevap verir: 'İnsanların Kur'an'dan yüz çevirip Ebû Hanîfe'nin fıkhı ile İbn ishak'ın el-Megazi'siyle meşgul olduklarını görünce Allah rızası için bu hadisi uydur­dum” cevabını verir. Bu insanlar yaptıkları iş konusunda kendilerinden o kadar emindirler ki uydurdukları yalanlar karşılığında Allah’tan ecir beklemektedirler. Yukarıdaki yalanı uyduran ‘Ebû İsme Nuh bin Ebi Meryem'in’ tercem-i halinde: Kazvîn'in faziletleriyle ilgili kırk hadis uydurdu. Hem de 'ben bundan ecir bekliyorum' derdi" diye geçmektedir.[12]

 

7: Şahsi çıkar endişesi.

Her dönemde ve her yerde, şahsi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan insanlar olacaktır. Elde edecekleri küçücük bir menfaat karşılığında, her şeyi yapabilecek olan bu insanlar, özellikle idarecileri memnun etmek için her şeyi yaparlar. İdarecileri memnun etmek için her tür yalana başvurabilecek bu adamların yaptıkları kimi zaman idarecileri bile rahatsız edecek boyuta varmıştır.  Vereceğimiz şu örnek konuyu anlatmaya yeterlidir sanırım: Sultanlara yağ çekmek için hadis uydurduğu bilinenlerden ‘Gıyas bin İbrahim bin Talk bin Muaviye en-Nehai’ Abbasî halifesi ‘el-Meh­di'nin’ huzuruna çıkarılır. Güvercinleri sevip onlardan hoşlanan el-Mehdi’nin önünde, o esnada sevip oynaştığı bir güvercin vardır. Etraftakiler Gıyâs'a, 'Müminlerin emirine hadis rivayetinde bulun' deyince, Giyas, Ebû Hureyre'den : 'Kazanana hediye veri­len müsabaka sadece develerle, oklarla ve atlarla yapılır' hadisine 've kanatlılarla' ifadesini ekleyerek rivayet eder. El-Mehdî ona on bin dirhem verilmesini emreder. Kalkıp çıkarken ona şöyle der: "Yemin ederim ki senin o kafan Rasûlullah (sav)  adına yalan uy­duran bir kafadır. Ne yazık ki buna ben sebep oldum." Hemen güvercinin kesilmesini emreder ve emri yerine getirilir.”[13]

 

İslam tarihinin daha ilk çağlarında başlayan hadis uydurma faaliyeti, muhaddisleri bunlarla ciddi bir şekilde mücadeleye girişmek zorunda bırakmıştır. Muhaddisler, İslam dininin temel direklerinden birine karşı yapılan bu saldırlar karşısında, sayısız feragat ve cesaret örnekleri göstermiştir. Muhaddislerin bu mücadelesi ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemlidir. Bu dönemde hadis uydurmaya engel olmak ve hadislerin sahihlerini zayıf ve mevzu olanlarından ayırt etmek için ise, ‘tesebbüt’,[14] ‘isnad sorma’, ‘hadis almak için uzun yolculuklar yapma’, ‘yalancı ravilerin peşine düşerek onları tanıtma’ ve mevzu hadisleri tanımak için kaideler koyma’ gibi faaliyetler yapılmıştır. İşte dört asırlık bir zaman süreci içerisinde muhaddisler, telif ettikleri birçok hadis kitabı sayesinde sahih, zayıf ve mevzu hadisleri tesbit etmişlerdir.

 

Muhaddislerin, hadis uydurmacılığına karşı müdafaalarının en önemli ayaklarından birini, ‘isnad’ bilgisi, diğerin de ‘rical’ bilgisi oluşturmaktadır. Kısaca bunlara göz atmaya çalışalım:

İsnad: Sözlükte, ‘dağa çıkmak veya çıkarmak, yaslamak veya yaslanmak, desteklemek, dayanak yapmak’ anlamlarına gelir. Hadis terimi olarak ise  isnad, kısaca bir hadis veya haberi söyleyenine nisbet etmeye denir. Bir hadisi başkasına nakleden ravi, onun kimden işittiğini veya kimden aldığını, aldığı kimsenin kimden naklettiğini bazı özel tabirler kullanarak muhakkak belirtir. Böylece hadisin ilk kaynağı olan Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaşıncaya kadar kesiksiz bir nakil zinciri kurulur. Böyle bir nakil zinciri kurmaya isnad adı verilir.[15]

Fitnelerin başlamasından sonra Müslümanlar arasında güven duygusu da kaybolmaya başlamıştır. Bundan sonra insanlar artık hadis diye duydukları her söze inanmamaya ve bunu isbat edecek bir delile ihtiyaç duymaya başladır. İbn Abbas’ın kendisine hadis rivayet eden ‘Büşeyr el-Adevi’yi dinlemeyip bunun gerekçesi olarak da: “Hadise yalan karışmadan önce birisi:’ Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu’ dendiği zaman gözlerimiz ona dikilir, kulaklarımız onun sözlerine eğilirdi. Fakat doğru ve yalan demeden rastgele konuşulmaya başlandıktan sonra artık bildiğimiz şeylerden başkasını almaz olduk”[16] demesi bu güven kaybının bir göstergesidir.

Muhaddislerin hadis uydurma faaliyetine karşı aldıkları ilk tedbir işittikleri rivayetlerle ilgili isnad istemeleri olmuştur. Bu konuda ‘İbn Sirin’den şöyle rivayet edilmiştir: “Eskiden isnadı sormazlardı. Fitne ortaya çıkınca : ‘Bize ravilerinizin adlarım söyleyin,’ demeye başladılar. Şimdi ehl-i sünnete dikkat ediliyor ve onların hadisleri kabul ediliyor; ehl-i bid'ata bakılıyor; onların hadisleri kabul edilmiyor.[17] Senedi tutunacak sağlam bir kulpa benzeten ‘Zühri’, hadisleri senedsiz rivayet eden Şamlıları şöyle tenkid etmiştir: “Ey Şamlılar, niçin sizin hadislerinizi ipsiz ve halkasız (isnadsız) görüyorum? Bu günden itibaren bizim adamlarımız senedlerle tutacaklardır.”[18] Müslümanlar dışında başka hiçbir toplumda benzerine rastlayamadığımız isnad tekniğinin, hadis uydurma faaliyetine karşı alınan en önemli tedbir olduğunu görüyoruz.[19] Bu anlayış İslam dünyasında o kadar yerleşik hale geldi ki, konuşma ve münazara usulü kitaplarının ba­şına şu meşhur kaideyi yerleştirdiler: "Naklediyorsan sıhhatini ispat etmen, iddia ediyorsan delilini zikretmen gerekir."[20]

 

Rical bilgisi: Ravinin kim olduğu, rivayetin sıhhati açısından büyük önem taşır. Yani bir hadisin sıhhati önce ravisinden belli olur. İşte ravileri belli kriterlere göre değerlendirip, onlardan hadis alınıp alınamayacağını ortaya koyan, Cerh ve Ta’dil ilmi bunun için ortaya çıkmıştır.

Cerh: Sözlükte “yaralamak, dürtmek, tesir etmek, bir yarayı deşmek” manalarına gelir. Hadis ıstılahında ise: “hadis ravilerinde bulunan ve rivayetlerinin reddedilmesine sebep olan kusurların tesbit edilerek, rivayet kusurlarının ortaya konması ve bunun sonucu olarak naklettiği hadislerin reddedilmesini sağlamak” manasına gelir.[21]

Ta’dil: “Doğrultmak, düzeltmek, adaletle hükmetmek” gibi manalara gelen “adele” kök fiilinden tef’il babında mastar olup hadis usulünde “ravinin adaletli olduğuna hükmetmeye “denir.[22]

Kural olarak,  cerhte sebep söylenmesi şart olduğu halde ta'dilde şart değildir.

Bunların yanında ‘münnekid muhaddislerin’, ‘mevzu’ hadislere karşı başvurdukları başka yöntemler vardır. Bunlar biri: yalancı ravilere karşı tarihi kullanmaktı.  Böylelikle birbiriyle görüşüp hadis alması mümkün olmayan yalancı raviler deşifre edilebiliyordu. Buna örnek olarak ‘İsmail bin Ayyâş'tan nakledilen edilen şu rivayet yeterlidir: “Irak'taydım, hadis ehli bana geldiler ve dediler ki: 'Burada bir adam var, Hâlid bin Ma'dân'dan rivayet edi­yor.' Yanına vardım ve kendisine 'Hâlid bin Ma'dân'dan hangi yılda yazdın?' diye sordum. O da 113'de dedi. Ona dedim ki: 'Sen Hâlid bin Ma'dân'dan, vefatından yedi yıl sonra hadis işit­tiğini mi iddia ediyorsun?' Çünkü Hâlid b. Ma’dan 106 yılında vefat etmiştir.[23]  Hadis rivayetinde Rical ilmi önemlidir. İmam ‘Alî bin el-Medini’: "Hadisin mânâlarını anlamak ilmin yarısı, ricali tanımak ta diğer yarısı­dır." Demektedir.

Başka bir yöntem hadis talebi için yapılan seyahatlerdir. Hadis literatürüne, ‘er-Rıhle fi Talebi’l-hadis’ olarak geçen bu faaliyet, sahabenin genişleyen İslam coğrafyasının değişik yerlerine dağılması ile başlamış ve daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. ‘Ebu Eyyüb el-Ensari’ Mısır’da bulunan ‘Ukbe b. Amir’den bir hadis işitmek için Medine’den kalkıp Mısar’a gitmiş[24]; ‘Cabir b. Abdullah’ ise ‘Abdullah b. Uneys’ten bir hadis alabilmek için 30 günlük bir yolculuğa katlanmıştır.[25] Sahabenin bu hassasiyetine aynen riayet eden tabiin ve sonraki muhaddisler, nakledilen hadisi doğrudan raviden almak için, uzun ve yorucu yolculuklara katlanmış, böylelikle hadisi ilk ağızdan dinleyerek hadis vaz’ının önüne geçmeye çalışmıştır. ‘Sa'îd b. el-Müseyyeb’: “Bir hadis için günlerce seyahat ederdim"[26] demektedir.

Son olarak bahsedeceğimiz iki konu, başta sahabe olmak üzere İslam dünyasına mal olmuş şahısların tanıtıldığı rical kitapları ile mevzu hadislerin tanıtıldığı mevzu hadis edebiyatıdır.

Rical kitapları: Bu kitaplarda ravilerin hal tercemelerini ve asır asır, tabaka tabaka durumlarını bulmaktayız. Rical ilmi, rivayet ilmi ile at başı gitmiş bir ilim dalıdır. Klasik hadis eserlerinin yazımı ile rical kitaplarının yazımı aynı döneme denk gelir. Dahası her iki tarzı da çoğu zaman aynı müellifler kaleme almışlardır. Örneğin önemli hadis kitaplarının müellifleri olan: Ahmed İbn Hanbel'in, Buhari'nin, Müslim'in, Nesai'nin, Tirmizi'nin, İbnu Mace'nin, Darakutni'nin vs. rical üzerine de eserleri vardır. ‘Buhari’ ‘Sahih'i kadar tarihleriyle de hadis ilmine hizmet etmiştir ve etmektedir. Bu durum, müteakip asırlarda da devam edecek sözgelimi şerh, fetva, mevaiz gibi öncelikle hadislerin metnine dair eserler verenler, ricalle ilgili eserler vermekten de geri kalmayacaklardır. Nevevi, Suyuti, İbnu Hacer el-Askalanî gibi şarihler bunun en güzel örneğini verirler. Hepsinin hem pek çok şerhleri, hem de ricale dair te'lifleri vardır.

Mevzu Hadis Edebiyatı: Rivayetlerde yalan, iftira, karıştırma ve ilaveler yayılıp, yalancı uydurucular çoğalınca, münekkid muhaddislerden pek çoğu ça­lışmalarının büyük bölümünü, mevzu hadislerin, yazılmasına ve ezber­lenmesine ayırdılar. Bunu, insanlar uydurma hadislerin gerçek durumla­rını bilsinler ve hiç kimse, üzerine sahih isnad eklen­miş veya makbul bir imama izafe edilmiş mevzu hadislerle al­danmasın gayesi ile yaptılar.  ‘Hatîb el-Bağdadi’, ‘Tarihu-Bağdad'ında, büyük hafız ‘İshak bin Rahûye'nin terceme-i halinde, onun şöyle dediğini ri­vayet eder: "Dört bin yalan hadis ezbere biliyorum." Ona yalan hadisleri ezberlemenin ne manası var diye sorulunca, şöyle ce­vap verir: "Sahih hadisler içinde böyle bir hadise rastladığım­da, onu onlardan ayıklarım."[27]Ebû Hemmâm’dan şöyle rivayet edildi; ‘Ebû Gassân el-Kûfî'nin şöyle dedi­ğini duydum: ‘Alî bin el-Medini’ bana geldi ve ‘İshak bin Abdullah bin Ebi Ferve el-Medeni'nin[28]Abdusselâm bin Harb'tan naklettiği hadisleri benden yazdı. 'Bu hadisleri yazıp da ne ya­pacaksın?' dedim. 'Bilmek için yazıyorum ki, sahih hadislerle karıştırmayalım.' dedi. Mevzu hadislerle ilgili pek çok müstakil eser telif edilmiştir. Bundan maksat elbette mevzu hadisleri tanıtıp onları deşifre ederek, insanların onları hadis zannetmesine engel olmaktır.

Hadisleri, uydurmalardan koruma savaşının ilmi mahsûlleri ve İslâm ulemâsının hadis uydurma girişimlerine karşı aldıkları tedbirlerin belki de en müessir olanı demek olan mevzuat edebiyatı, telif usûlü açısından iki gruba ay­rılır

a. Ale'l-ebvâb (konulara göre)

b. Ale'l-ahruf (harflere göre, alfabetik).

Öte yandan bu edebiyat telif amacı açısından da ikiye ayrılır:

a.Yalancı (uydurmacı) ve zayıf râvileri tanıtmak için yazılmış olanlar. Bu eserler, uydurmacıları, ‘zuafâ’ arasında ele alıp değerlendiren ‘mütekaddimûn'a ait­tir.

b. Hadis diye uydurulmuş sözleri bir araya toplamak ve tanıtmak için telif edilmiş olanlar.

Mevzuat edebiyatı ile ilgili eser telif etmiş bazı müellifler ve eserlerinin adları şöyledir:

  1. Ebu’l-Fazl Muhammed bin Tahir b. Ali b. Ahmed eş-Şeybani el-Makdisî (v. 507) Tezkiret’ul Mevzuat.
  2. Ebu Abdullah el-Huseyn b. İbrahim el-Hemedani el-Cûzekani (v. 543): el-Ebatil ve'l-Menâkîr ve's-Sihâh ve'l-Meşâhîr. (Kitâ-bu'l Mevzuat mine'l Ehâdîsi'l Merfûât)
  3. İmam Ebu'l Ferec Abdurrahman bin Ebil Hasan Ali b. Muhammed b. Ömer el-Cevzî  (v. 597): Kitabu’l Mevzûât Mine’l Ehadisi’l-Merfu’at.
  4. Ebu Hafs Ömer b. Bedr b. Said b. Muhammed Ziyaeddin el-Mevsili el-Hanefi (v. 622): el-Muğni ‘ani'l-Hıfzi ve'l-Kitâb (fi ma Lem Yasihha Şey'un fi Haze'l-Bab). 
  5. Ebu’l Fezail el-Hasen b. Muhammed b. El-Hasen b. Haydar Radiyuddin el-Hindi es-Sağani ( v. 650): Risale Fi’l Ehadis’l-Mevzua; diğer bir eseri: ed-Durrul-Mulakat Fi Tebyini’l-Ğalat ve Nefyi’l-Lağat
  6. Ebu’l Abbas Ahmed b. Abdulhalim b. Abdisselam b. Abdillah Takiyuddin, İbn Teymiyye ( v. 728): Risale Fi Ehadisu’l-Mevzua; diğer bir eseri: Risale Fi’l-ehadisi’l-Leti Yervi-he’l-Kussas.
  7. Hafiz, Münekkid İmam Ebû Abdillah Muhammed bin Ebibekr, İbn Kayyim el-Cevziyye (v. 751): el-Menarul Munif fi's Sahihi ve'd Daif.
  8. Ebu’l-Fazl Abdurrahman b. Ebi Bekr b. Muhammed Celaleddin es- Suyuti ( v. 911) el-Lealiu'l Mesnuafi'l Ehadisi'l Mevzua

Sonuç

Hz. Muhammed (sas)’in vefatını müteakip kısa bir dönem huzurlu bir yaşam süren Müslümanlar uzun süre geçmeden kargaşa, tefrika ve huzursuzluğun pençesine düştüler. Çoğunlukla siyasi nedenlere ortaya çıkan grup ve fırkaların, faaliyet alanlarından birisi de, kendi görüşlerini desteklemek için hadis uydurma işi oldu. Bu grup hedefleri ne olursa olsun, ideallerinde vazgeçmediler ve bunu için hadis uydurma cüretinde bulundular.  Hadislerin ilk kaynağından alınıp diğer Müslümanlara ulaştırılması ve diğer hadis meselelerinde muhaddisler, sahabe asrından itibaren hadis tenkidine başladılar. Onların azimli çabalarının sonunda, sahih hadisler uydurma sözlerden önemli oranda arındırılmıştır. Ancak bu alanla ilgili yapılması gereken her şeyin de yapıldığını da söyleyemeyiz. Bu gün binlerce rivayetle dolu hadis külliyatı, titiz hadis âlimlerinin, azimli çabalarını bekliyor.

 

[1] Enbiya Yıldırım, Hadis Problemleri, Rağbet y.y. İstanbul, 2013, s. 23.

[2] Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri sözlüğü.

[3] Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, İfav y.y., s.14.

[4] “ Her kim benim ağzımdan yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Bu hadisin değişik varyantları Müslim’de geçmektedir. )Sahih-i Müslim, Mukaddime

[5] Resulullah (sas) daha haytayken Medine yakınlarındaki bir kabile halkını, Resulullah (sas) tarafından tayin edilmiş bir memur olduğunu söyleyerek aldatmak isteyen şahsın durumunu anlatan rivayet. (Bu rivayet için bknz: Yaşar Kandemir, a.g.e. s.20.)

[6] Bu konu ile ilgili Prof. Dr. Nevzat Aşıkkutlu’nun ‘Hadis Vaz’ının Hz. Peygamber Devrinde Başladığına Dair Rivâyetler ve Delil Değerleri, (M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 2005/2)’ adlı makalesine ayrıca hadis tarihi kitaplarının ilgili bölümlerine bakılabilir.

[7] Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri sözlüğü.

[8] Ekrem Ziya Umeri, Hadis Tarihi, Esra y.y.

[9] Umeri, a.g.e.

[10] Yaşar Kandemir, a.g.e. s 86..

[11] Umeri, a.g.e.

[12] Ebulfettah Ebu Gudde, Mevzu Hadisler, (trc. Enbiya yıldırım) İnsan y.y.

[13] Ebulfettah Ebu Gudde, a.g.e.

[14] Tesebbüt, hadis rivayetinde ihtiyatlı davranıp hadisin sabit olduğuna dair kesin kanaat hasıl olmadıkça rivayetine girişmemektir. (Ahmed Naim-Kamil Miras, Sahih-i Buhari MuhtasarıTecrid-i Sarih Tercemesi, DİB Y.y. Ankara, 1984, 1, 53; Abdullah Aydınlı, Hadis ıstılahları Sözlüğü, TimaşY.y., İstanbul, 1987, s. 155.)

 

[15] (Mücteba Uğur, a.g.e.)

[16] Sahih-i Müslim, Mukaddime.

[17] Sahih-i Müslim, Mukaddime.

[18] Ekrem Ziya Umeri, a.g.e.

[19] Ahmet Yücel, Hadis Tarihi, İfav y.y, s. 39.

[20] Ebu Gudde, a.g.e.

[21] Mücteba Uğur, a.g.e.

[22] Mücteba Uğur, a.g.e.

[23] Ebu Gudde, a.g.e.

[24] En-Nisaburu, Ma’rifetu Ulumi’l Hadis.

[25] Sahihi-Buhari, ilim

[26] Subhi Es-Salih, hadis İlimleri ve Hadis Istılahları,

[27]el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VI/352.

[28]Yalancının biriydi. Senedleri birbirleriyle değiştirir, mürsel hadisi merfu yapar, mesnedsiz münker hadisler rivayet ederdi.

 

ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8