- Öze Dönüş Hareketi
- Röportaj
- Öze Dönüş Dergisi
- Duyurular
- Öze Dönüş Kitaplığı
- Basın Açıklamaları
- Adıyaman Öze Dönüş
- Diyarbakır Öze Dönüş
- Bitlis Öze Dönüş
- Erciş Öze Dönüş
- Hakkari Öze Dönüş
- İzmir Öze Dönüş
- Makaleler
- Kahta Öze Dönüş
- Mardin Özedönüş
- Diğer Etkinlikler
- Mina Öze Dönüş Der
- Muş Öze Dönüş
- Öze Dönüş Mamoste Der
- Öze Dönüş
- Nurşin Öze Dönüş
- Tatvan Öze Dönüş
- Şırnak Öze Dönüş
- Van Öze Dönüş
- Yüksekova Öze Dönüş
- Tercüme / Analiz
- Haberler
ŞURA VE İSTİŞARE HAKKINDA FARKLI BAHİSLER*
Zeki Savaş
10 Eylül 2018 Pazartesi 14:22
Etimolojik ve kavramsal açıdan şura
Şura, istişare ve meşveret kavramları ş-v-r kökünden türetildiği için aralarında genetik, organik ve etimolojik ilişki vardır. Kavramın kökü olan شور/şur'un yaygın iki anlamı vardır: 1-Birşeyi ibda etmek ve onu sunmak. 2-Birşeyi almak.(1)
Balı petekten çıkarma ameliyesi için de bu kelimeden türetilen fiil kullanılır.
Müşavere kelimesi, kök anlamıyla ilintili olarak kavramsallaştırılmıştır. Bazı lugat bilimcileri bu nedenle şöyle derler: ''Falankesle kendi durumum ile ilgili müşavere ettim''/شاورت فلانا في أمري Bu da bal çıkarma /شور العسل kökünden gelir.(2) Müşavere edenin/danışanın müşavere ettiği kişiden görüş alması petekten bal alma fiiliyle karşılanmıştır.
Birisiyle istişare ettim demek, onun konuyla ilgili görüşünü almak demektir. (3)
Teşavür, müşavere ve meşveret; bazılarının bazılarına müracaat ederek görüş alması demektir.(4)
Şura ile ilgili emrin türü
Ayette geçen و شاورهم في الامر/'onlara danış' cümlesinde emir kipi vardır. Bu emir, hangi türden bir emirdir? Zira usul ilminde emir türünün çeşitleri 56'ya kadar çıkartılır.(5)
Emrin bir çeşidi mevlevidir. Şariin ibadetle ilgili emirleri bu türdendir. Namaz, zekat ve hac ile ilgili emirler gibi. Şariin, aklın onayladığı konularla ilgili emirleri ise, irşadi emirler olarak tanımlanır. İrşadi emirler, ihtiva ettiği hüküm itibariyle aynı zamanda imzai hükümlerdir. Yani aklın kabul ettiği ve şariin de onayladığı hükümler. Hırsızlığın, adam öldürmenin, anlaşmaya uymamanın kötü fiiller olduğunu ortak akıl kabul ediyor. Şari de emirleriyle bu fiillerin kötülüğünü beyan ediyor ve yasaklıyor. Bu tür hükümlere imzai hükümler deniyor.
İrşadi emirler de akli ve ükelai diye ikiye ayrılıyor.
İtikadi hükümler/emirler de irşadi emir kapsamına giriyor. Çünkü akıl, emir olmadan da bu konuların gereğine hükmediyor. Allah'ın varlığı, birliği, mead, nübüvvet gibi konular. Bu nedenledir ki, itikadi konularda taklit caiz değil deniyor. Zira birine uyarak değil, aklın hükmüne uyarak kabul etmesi gerekiyor insanın. Tevhid gibi itikadi konulardaki irşadi emirler aklidir.
Toplumun idaresinin, kamu düzeni ve güvenliğinin, eğitim ve sağlığının ve bilumum işlerinin bir kişinin görüşüyle olamayacağı, katılımın, referandumun, istişare ve şuranın gerekliliğine bütün akıl sahipleri inanır. Bu nedenle bu tür irşadi emirlere de emr-i ükelai denir. Yani akıl shipleri tarafından, akil adamlar tarafından kabul edilen hükümler.
Bir bütün olarak irşadi hükümler, tahsin-i akıl ve takbih-i akıl, yani aklın güzel görmesi ve aklın kötü görmesi temelindedir. Çünkü güzel olan, şariin yanında da matlub ve kötü olan, şariin yanında da mağdubtur ve aklın hükmettiğine şeriat da hükmeder.
Bu zaviyeden baktığımızda irşadi hükümlere uymanın güzel sonuçlarını ve uymamanın kötü sonuçlarını idrak edebiliriz.
Emre ilişkin bu muhtasar değini, konumuzla ilgili ayetteki emrin mahiyetinin daha iyi anlaşılması içindir. İlim, bilgi, ve tecrübe sahipleriyle, akil adamlarla önemli konularda müşavere etmek, onlardan görüş almak aklın kabul ettiği, gerekli ve faydalı gördüğü bir konudur. Aklın bu hükmünü şari de teyid ediyor, emrediyor.
Kur'an'ın tarihe ilşkin bildirimleri, meşveret ve istişarenin akli bir hüküm olarak beşerin kadim tarihinde de işlevsel olduğunu göstermektedir. Seba Melikesi, Hz. Süleyman'dan gelen mektubu aldığında, ''Ey önde gelenler! Bu işimde bana görüş belirtin, siz yanımda olmadan ben hiç bir işte kesin (karar verecek) değilim'' diyor.(Neml:32) Devlet yönetiminde karşılaştığı önemli bir meselede akıl, tecrübe ve bilgi sahibi yardımcılarından görüş istiyor ve onlarla istişare etmeden karar alamayacağını dile getiriyor.
Tanrılık iddiasında bulunan Firavun bile Hz. Musa'nın davet ve teklifi karşısında, ''Sizi memleketinizden çıkarmak istiyor, görüşünüz nedir?'' (Araf:110) diye etrafındakilerden görüş istiyor. Çünkü tanrılık iddiası yalan, görüş istemesi akli olandır.
Bu tarihi bildirimler, istişarenin beşer tarihindeki derinliğine ve konunun akli olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla konumuz olan ayetteki emir, irşadi emirdir.
Fıkhi açıdan bu ayetin hükmünün ne olduğuna dair ise, Ehl-i Sünnet ve Şia'da farklı görüşler vardır. Vacib diyen de var, sünnet diyen de.
Toplumun idaresi vaciptir ve bu idare şura ve istişaresiz olamayacağına göre, ''Vacibin edası için ihtiyaç duyulan şey de vaciptir'' kuralı gereğince şuranın hükmünün de vacib olduğu sonucu çıkarılabilir. Akli meselelerde bu kuralla ilgili ittifak, şer'i meselelerde ihtilaf vardır. Şura meselesi de akli olduğuna göre, şer'i konularda vacibin mukaddimesinin de vacip olmadığını düşünen fakihler nezdinde bile toplumun idaresi için şura aklen vaciptir.
Şura ve istişarenin hükmü ne olursa olsun, toplumun ve topluluğun idaresinde bu aslın terki, ammenin zararına yol açacağı için özel bir önem taşımaktatdır. Amoli, Tefsir'ü el-Tahrir ve el-Tenvir'den nakille valilerin günah filler işlediklerinde görevden alınmadıklarını ama şura ve istişareyi terk ettiklerinde görevlerinden alındıklarını aktarıyor ve günahın sonuçlarının kişisel, istişareyi terk etmenin zararlı sonuçlarının ise toplumsal olduğunu hatırlatıyor.(6)
Konuya giriş
Allah u Tebareke ve Teala, bireysel ve ailevi hayattan devlet mekanizmalarının işletilmesine kadar hayat gerçeği içinde işlevsel olan istişare, meşveret, şura ilkesini, ümmete örneklik oluşturması, 'ümmet için müşavere sünnetinin tesisi' (7) maksadıyla istişareden müstağni olan Resulüne emrediyor:
''Allah'ın rahmetinden dolayı sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış fakat karar verdin mi artık Allah'a tevekkül et, doğrusu Allah tevekkül edenleri sever.'' (Al-i İmran:159)
Peygamberimize (s.a.v.) hitaben nazil olan bu emr-i irşadinin maksadı, ümmetin bu emre riayet etmesini peygamberden öğrenerek sağlamaktır. Zira şuraya ihtiyacı olan, ümmettir Peygamber değil. Çünkü masum olanın, Allah'ın gözetimi, denetimi ve yönlendirmesi altında olan Peygamberin, insanlarla istişareye ihtiyacı olamaz.
Peygamberin istişaresinin örneklik için olduğuna dair bir diğer delil de yine bu ayetin içindedir. ''Karar verdin mi, artık Allah'a tevekkül et'' kısmı, nihai karar hakkının Peygambere ait olduğunu, Peygamberin istişaresinin onun için bağlayıcı olmadığını göstermektedir.
İbn-i Abbas, ''iş hakkında onlara danış'' ayeti indiğinde Peygamberin (s.a.v) şöyle dediğini aktarır: ''Allah ve Resulü, ondan(müşaverden)müstağnidir. Fakat Allah onu ümmetim için bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse matlub olanı yitirmez ve her kim istişare etmezse yanlışta olur.(8)
Bir diğer delil de ayetin nüzul zamanıdır. Bu ayet, Uhud Savaşından sonra ve savaşla ilgili konuda nazil oldu.(9) Tarihi rivayetler, Peygamberin şehir savunmasından yana olduğunu ancak Bedir Savaşının getirdiği başarı ve o savaşta yer alamamış sahabilerin savaş arzusu gibi nedenlerle çoğunluk şehir dışında düşmanı karşılmaktan yana oldu. Savaş yenilgiyle sonuçlandı, kimileri kaçtı, kimileri Peygamberi yalnız bıraktı ve savaş sonunda şehir dışına çıkmayı isteyenler, yaptıklarından pişmanlık duydu. Onun için ayette, '' Onları affet, onlara mağfiret dile'' deniyor. 'Bu olaydan sonra sahabenin çoğu artık Peygamberin kendileriyle istişare etmeyeceklerini sanıyorlardı. Allah u Tebareke ve Teala onların sanısının aksine ''Onlarla müşavere et'' emrini inzal buyurdu. Zira istişareden yanlış bir kararın çıkması, onun ilgasına delil teşkil etmezdi. Çünkü istişareden genellikle doğru kararlar çıkar ama arada bir yanlış karar da çıkabilir.(10) Ayetin nüzul zamanı, şura ve istişarenin ümmete örneklik oluşturması maksadını gösteriyor. Peygamberin görüşünün doğruluğu yaşanarak görülmesine rağmen bu emrin inzali, Peygamber için değil ümmet için olduğuna delalet ediyor.
Emrüllah ve emrünnas
İstişare edilecek ve şuranın gündemine gelecek konular, ilahi ahkamı kapsamaz. İsminden de anlaşılacağı gibi şer'i hükümleri sadece Allah ve O'nun bildirimiyle Peygamber sadır eder ve şer'i hükmün olduğu yerde istişareye mahal olmaz. ''Hüküm ancak Allah'a aittir'' (En'am:56) Allah ve Resulünün dışında dini hükümlerin konmasıyla ilgili hiç kimse en küçük bir hakka sahip değildir. Peygamberin sahabeyle istişaresi, yasamayla ilgili değil, yürütmeyle ilgilidir. (11) Müçtehitlerin içtihadı da istinbat yoluyla ilahi ahkamı teşhistir.
Ahkamın dışında insanların, toplumun işleri ve idaresiyle ilgili konular ve de ilahi ahkamın icrasıyla ilgili konular istişare ve şuranın konusdur. Bir diğer tabirle istişare ve şuranın konusu emrüllah değil, emrünnastır. Zaten şura ile ilgili ikinci ayette, ''onların işleri kendi aralarında şura iledir'' (Şura:38) deniyor. Buradaki emr/işten maksat, beşeri işlerdir, emrünnastır, emrüllah değil.
Emrünnas, toplum ve topluluğun işleriyle sınırlı değildir. Toplumun en küçük birimi olan anne-baba ve aileden devlet yönetimine kadar uzanan alanın tümünü kapsar. Örneğin boşanma ve çocuğun emzirilmesiyle ilgili iki ayrı ayette karı-koca arasınada güzel bir şekilde karşılıklı konuşmaları, danışmaları ve karar almaları önerilir. 'Kendi aranızda güzel bir tarz üzere görüşüp konuşun''(Talak:6) ve ''Anne baba aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse, ikisine de günah yoktur.''(Bakara.233)
Şura ve İstişare mekanizması
Kimlerle istişare edilmesi gerektiğine dair rivayetler vardır. Akil, mütedeyyin, sadık ve sır saklayabilme gibi özelliklerden bahsedilir ancak şuranın kaç kişiden oluşması gerektiği, kararların nasıl alınacağı ve nasıl uygulanacağı gibi konular insanlara bırakılmıştır.
Bağlayıcı olmayan istişare
Eski ve modern zamanlardaki uygulamalara baktığımızda şuranın bazı temel kurallarının şekillendiğini görebiliriz. Bu bağlamda istişarenin bağlayıcı olan ve olmayan diye ikiye ayrıldığını ifade edebiliriz. İslam öncesinden İslam sonrası dönemlere kadar kralların, padişahların ve sultanların danıştıkları akil adamlar vardı, vezirleri vardı. Ancak bu danışma ve istişareler padişah için bağlayıcı değildi. Son kararı padişahın kendisi veriridi. Padişah, vezirlerinin görüşünden istifade eder ve hatta o görüşlerle amel de ederdi ancak bazen de onların dediklerinin aksine karar alabilir ve bu durum, padişahın kararının meşruiyetine halel getirmezdi.
Modern zamanlarda da bu tür istişare yöntemi, danışmanlık sistemi ve düşünce kuruluşlarıyla icra edilmektedir. Seçimle gelen başkanlar ve başbakanlar ve atamayla gelen bakanlar ve müdürlerin danışmanları vardır. Bütün işlerinde bu danışmanların görüşlerine başvurulur veya danışmanlardan rapor istenir ancak bu danışmanların görüşü ilgili yöneticiler için mutlaka bağlayıcı değildir. Son kararı yöneticlerin kendisi verir. Hakeza düşünce kuruluşları bir çok çalışma yapar, strateji üretir ama yönetici o stratejilerden birini seçer veya farklı çalışmalardan sentez oluşturur ya da hiç birini uygulanabilir bulmayabilir.
Kadim ve modern zamanlardaki bu tür istişare ve danışmanlıklar, bağlayıcı olmayan istişare türüne girmektedir. Doğru bir uygulamadır da. Eğer herhangi bir alanda icradan bir kişi seçim veya atamayla sorumlu tutulmuşsa, o alanla ilgili son sözü söyleme hakkı mücriye ait olmalı. Danışmanlarının, müşavirlerinin, vezirlerinin, bakanlarının görüşü onun için mutlak manada bağlayıcı olursa, üstlendiği sorumluluğun tek hesap vericisi olamaz. Çünkü sorumluluk, yetki ve hesap verilebilirlikle mütenasib olmalı. Nihai kararı veremeyen, son sözü söyleyemeyen, danışmanlarının görüşünün kendisi için bağlayıcı olan bir yönetici, olası bir başarısızlığın birinci sorumlusu olamayacağı gibi, başarının da bir numaralı kahramanı olamaz. İstişarenin bağlayıcı olduğu bir yerde bir kişinin yönetici olduğundan değil, bir kurulun yönetici olduğundan söz edilebilir. Dolaysıyla başarı va başarısızlık da kişiye değil, kurula ait olur.
Bağlayıcı olan şura ve istişare
Yasama, yürütme ve yargıda belirli bir alanla ilgili işleri yürütmek ve karar almakla ilgili bir şura, kurul teşkil edilmiş ve karar almaları istişare sonucu salt çoğunluk veya üçte iki çoğunluk gibi sayılarla karar almaları belirlenmişse, bu tür şuralar, bağlayıcı şuralardır. Bunların kararları hem şuradaki muvafık ve muhalifleri hem de kararın kapsadığı insanları bağlayıcıdır. Hz. Ömer'in kendisinden sonraki halifeyi belirlemek için seçtiği altı kişilik şura bağlayıcı şuraydı. Karar alma şekli de salt çoğunluk esasına göre belirlenmişti ancak şura üyelerinin sayısı çift sayıdan olduğu için, oyların eşit çıkması halinde şura başkanının olduğu görüşün kabul edilmesi yönünde bir kural konmuştu. Bu nedenle daha sonraları şura ve meclis üye sayısının tek sayılardan olması tercih edilmiştir.
Halifeyi tayin ile görevli şuranın başkanın içinde bulunduğu üç kişiyle aldıkları karar, hem kendilerini hem de yönettikleri ümmeti bağlayıcıydı ve öyle de oldu.
Modern zamanlardaki meclis ve parlamentolar yasama alanında bağlayıcı şura şeklinde çalışırlar. İstişare ve tartışmalar sonucunda farklı oy çokluklarıyla yasal ve anayasal kanunlar koyarlar. Bu sebeple olsa gerek ki, İran İslam Cumhuriyeti, parlamantosunun adını İslami Şura Meclisi olarak koymuştur. Çünkü parlamento, bir tür bağlayıcı şuradır.
Yine İran'da Şuray-e Hubregan (Bilgeler Şurası) vardır. Halk tarafından seçimle gelen alimlerden oluşur ve rehberin azli ve seçilmesinden sorumludur. Parlamento gibi oy çokluğu esasına göre çalışır ve aldığı kararlar aynı şuranın muvafık ve muhaliflerini bağladığı gibi, bütün bir toplumu da bağlayıcıdır.
Meclislerde ve bu tür şuralarda da bir başkan vardır ama buralardaki başkanlar organizatör hükmündedir; nihai karar veren konumunda değil. Hatta parlamenter sistemlerin meclislerinde başkanın oy kullanma hakkı bile yoktur.
Devlet mekanizması içerisinde bağlayıcı şura sistemine makro düzeyde meclisler, mikro düzeyde de beldelerin belediye meclisleri örnek gösterilebilir.
Bağlayıcı şura sistemi yasamada olduğu gibi yürütmede de uygulanabilir ancak yürütmede şura sistemi hantallık oluşturduğu için tercih edilmiyor. Yürütme, dinamik bir yapıya, seri karar alma mekenizmasına ihtiyaç duyduğu için şura yerine başkan tercih ediliyor ve başkan, kendine danışmanlar ve yardımcılar atıyor. Devletlerde de hareketlerde de bu işin mantığı ve kuralı böyledir. Bu neticeye deneyimler sonucu ulaşılmıştır.
Şura kararlarına muhalefet
Devlet mekanizması içinde oluşturulan şuraların kararları, hem şura üyelerinin tümü için hem de o devletin vatandaşları için bağlayıcı kanun veya kural hükmündedir. Hakeza İslami cemaatler bünyesinde teşkil edilen şuraların kararları da, hem şuradaki tüm üyeler için hem de şuranın kararlarının kapsama alanında bulunanlar için bağlayıcı kural hükmündedir. Bu bağlayıcılığın dayandığı esas da akli ve şer'idir. Eğer alınan karar, İslam'ın sarih bir hükmü ile çelişiyorsa, hiç bir müslüman o kararın doğruluğunu kabul edemez. Ameli olarak da gücü yettikçe o kanun ve kuralla amel etmemekle mükelleftir. Karar ile ilgili içtihad farklılıklarının olması ise, asla o karara uymamayı meşru kılmaz.
İslam'ın sarih hükümleriyle çelişmediği sürece şuranın aldığı karara uymanın dünyevi faydası, uhrevi ecri; karara uyulmamanın da cezası olduğunu hatırlatmak gerekir.
Her bir insanın bir fark olması hasebiyle şuralarda oy birliğiyle alınan karar sayısı çok sınırlı olur. Bu durum, insanının doğasının gereğidir ve tabii karşılanmalıdır. Ancak belirlenmiş olan oy çokluklarıyla alınan kararlara muhalefetin teorik düzeyde olması doğal, alınan kararın uygulamasını engelleyecek düzeyde ameli olması kabul edilemez. Çünkü o zaman sistem dağılır, düzen bozulur, başıboşluk ve kaos oluşur. Muhalefetin bu türü aklen de kabul edilemez. Zira bir kararın alınmasına onay veren çoğunluk, azınlıkta kalan muhaliflerin muhalifi konumundadır. Muhalefet esasından yola çıkarsak, azınlıktaki muhaliflerin görüşünün kabulü halinde çoğunluk, muhalif hale gelecek. Eğer azınlıkta olan muhaliflerin görüşü kabul edilmeli denirse, çoğunlukta olan muhaliflerin görüşünün kabulü biterik-i evla kabul görmelidir. Bu bir. İkincisi, azınlıkta olan muhaliflerin, çoğunluk tarafından alınan kararların uygulamasını engellemesi, çoğulculuk ve şura sistemi yerine azınlık diktatoryası şeklinde bir sistemin inşasına yol açar ki, akli, şer'i ve tecrübi açıdan merduttur.
Peygamberimizin (s.a.v.) Uhud Savaşıyla ilgili oluşturduğu istişari kurulda şehrin dışında düşmanı karşılama yönünde karar aldıktan sonra, hiç bir tarihi ve rivai aktarımda muhalif sahabelerin karardan sonra sahabe arasında şehirden çıkmamamız gerekir şeklinde konuştuğu, propaganda yaptığı, sahabeyi engellemeye çalıştığı veya bu kararı tanımıyoruz dediği görülmemiştir.
Şurada yer alan biri/birileri, alınan veya alınacak bir karardan dolayı şer'i mesuliyet hissediyorsa, ahiretinin tehlikeye girebileceğini düşünüyorsa ve kendi düşüncesini de çoğunluğa kabul ettiremiyorsa, şuradan ayrılma hakkını kullanabilir ve bu gayet doğal bir durumdur. Bu şura, bir cemaat şurası ise, o cemaatten de ayrılma hakkını kullanabilir. Ayrılma hakkını kullanmıyorsa, alınan kararların uygulanmasına mani olamaz; olursa, cezai müeyyide ile karşılaşır.
Şura ve istişare konusuna ilişkin bazı rivayetler
Hz. Ali (r.a.), Peygamberin (s.a.v) kendisini Yemen'e gönderdiğinde şöyle tavsiyede bulunduğunu aktarıyor:''Ey Ali! Her kim istihare ederse mütereddid kalmaz ve her kim istişare ederse pişman olmaz.''(12)
Hz. Hüseyin, Resulüllah'ın (s.a.v) Hz. Ali'ye tavsiyesinde, ''Müşaverden daha gövenilir dayanak yoktur.'' dediğini aktarıyor.(13)
Hz. Ali (r.a.), şöyle diyor:''İstişare doğrunun ta kendisidir. Kim kendi görüşüyle yetinirse, tehlikeye düşer.(14)
Yine Hz. Ali (r.a.),''Kim farklı görüşleri dikkate alırsa, doğru ile yanlışı bilir.''(15)
**
Kaynakça
1-Şeyh Muhammed Sankur, Ali, el-Mü'cem'ü el-Usuli, sh:330-334
2-İbn-i Fars, Mü'cem'ü Mekayis'i el-Lugat, sh:519
3-Muhammed Ali b. El Mağribi, el-Misbah'u el-Münir fi Ğarib'i el-Şerh'i el-Kebir, sh:256
4-el-Rağıb el-İsfahani, Müfredat, sh:326
5-Merkez-ı Ittılaat ve medarık-ı İslami, Ferhengname-ı Usul-ı Fıkh, sh:26
6-Amoli, Cevad, Tesnim, c:16, sh:153-154
7-Amili, Ali b. Ahüseyin, el-Veciz fi Tefsir'i el-Kur'an'i el-Aziz, c:1, sh:276
8-el-Dürr'ü el- Mensur, c:2, sh: 159
9-Mekarım-ı Şirazi, Nasır, el-Emsiletü fi Tefsir'i Kitabillahi el-Münezzel, c:2, sh:747
10-a.e.g., c:2, sh:749
11-a.e.g., c:2, sh:749
12-Tusi, el-Emali, sh:136
13-Amoli, Tesnim, c:16, sh:163, Bihar'ü el-Envar, c:72'den aktarıyor
14-el-Nehc'ü el-Belağe, hikmet, 211
15-el-Nehc'ü el-Belağe, hikmet, 173
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Öze Dönüş