27 Aralık 2024
  • İstanbul9°C
  • Ankara2°C
  • Van1°C

AMAÇ - ARAÇ İLİŞKİSİ

M.Zahir Karataş

05 Haziran 2015 Cuma 16:58

     İnsanoğlu, hayatının her alanında belirlediği amaçlara ulaşabilmek için bazı vasıtalar (araçlar) kullanır. Siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda belirlenen amaçlara ulaşmak için kullanılan vasıtaların, yol ve yöntemlerin iyi belirlenmesi, sınırlarının çizilmesi, ne zaman, ne kadar, nereye kadar ve ne ölçüde kullanılacaklarının iyi tespit edilmesi lazım. Aksi takdirde bu araçlar, doğru sonuç verme yerine başka amaçlara hizmet edebilirler ya da amaca ulaştırma yerine bizzat kendileri amaç haline gelebilir. Yani araçların amaçsallaşması kaçınılmaz hale gelebilir. Bu durumda da başlangıçta hiç istenmediği halde zulüm, cürüm, birey ve toplumun huzur ve güvenini ortadan kaldıran sonuçlar ortaya çıkabilir.

     Amaç; gaye, niyet, erek, maksat vb. kelimelerle eşanlamlı bir şekilde kullanılmıştır.  Amacı; ‘ Bir teşebbüsün yöneldiği şey, varılacak netice’ diye tarif etmek mümkündür. Aracı da; ‘Belirlenmiş olan gayeye ulaşmak için çizilen yol ve yöntemler’ olarak tarif edebiliriz. Araçlar, amaca hizmet ettiği müddetçe anlamlıdır faydalıdır. Araçlar amaç halini aldığında ise ya faydasız, anlamsız, kısır bir döngüye dönüşmelerine ya da kime isabet edeceği belli olmayan serseri kurşunlara benzerler.

     Örneğin iktidar olmak, iktidara gelmek siyaset için bir araçtır. İnsanlar arasında adaletle hükmetme, insanların huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlama ve refahını yükseltme amacına matufolarak iktidar erki, bir hizmet aracı olarak kullanılır/ kullanılması gerekir. Bütün siyasetçiler, başlangıçta böyle bir amaçla ya da en azından böyle bir iddia ile yola çıkar. Bu anlamda iktidar erkiinsanlar içinfayda sağlama, onlardan zararı savma ve dünyayı şerlerden temizleme görevini gören faydalı bir araç olur. Kutsiyet iktidar erkine değil iktidara gelmenin ardındaki amaca atfedilir.(Hakk’a ve Halka hizmet). Ama iktidar erki, siyaset için bir araç değil de amaç haline gelirse o zaman diktatörlüğe dönüşür. Muhalifine yaşam hakkı tanımamaya başlar. Her türlü ayak oyununu, hile ve desiseyi, iftirayı, zulmü ve cefayı kendi varlığının idamesi için meşru görmeye başlar. İnsanların malını ve canını dahi kendi varlığına kurban etmekte bir beis görmez. Çünkü en doğrusu hatta tek doğru kendisidir.Artık kendi iktidarı olmazsa, toplumda adalet (!) olmaz, dirlik ve düzen olmaz, huzur ve refah olmaz noktasına gelmiştir.Amaçtakikutsiyet, başlangıçta araç durumunda olan ama sonra amaçsallaşan ‘İktidara’ atfedilmeye başlanmıştır. Kutsalına dokunan ise yanmayı hak etmiştir. Görüldüğü üzere araç durumunda iken insanlara faydalı olan iktidar erki, amaç halini aldığında insanlara zarar veren, engellere bakmaksızın özellikle de dini ve ahlaki değerleri çiğneyerek yoluna devam eden, hiçbir şeyin kendisini durdurmasına izin vermeyen ve kendi gücüne güveni sınırsız olan bir canavara dönüşür.

     Değişik coğrafyalarda İslami hizmetlerde bulunmak üzere oluşturulan siyasal ve kültürel İslami Cemaatler de (Örfi İslami Cemaatler)(1)bu anlamda çarpıcı bir örnek teşkil eder. Bilindiği üzere bu tür cemaatler Kur’an’da ki ‘Ümmet’ kavramının karşılığı değildir. Ancak bunlar için Ümmet’in bir parçasıdır denilebilir.İslami Cemaatlerin teşekküllerinin sebepleri; cemaatleşmenin İslami bir emir olması, İslam’ı toplum düzeyinde yaşama ve insanları İslam’a davet ederek İslami yaşamı yaygınlaştırma… Vb.olarak zikredilebilir.

     İmdi cemaatleşme, İslam’ı fert ve toplum düzeyinde yaşama araçlarından biridir. Amaçsa İslam’ı bihakkın yaşayıp Allah’ın rızasına kavuşmaktır.Bu anlamda cemaatleşme insanlara fayda sağlar, zararları def’ eder. Dünya ve ahiret saadetini temin etme anlamında katkı sağlar. İnsanları ahlaklı, erdemli olmaya, adaletli olmaya, barış, huzur ve güven içerisinde yaşamaya davet eder. Kutsiyet cemaatleşmeye değil cemaatleşmeyi emreden dine ve arkasındakiamaç olan Allah rızasına atfedilir. Ama herhangi bir cemaat,cemaatleşmeyi araç olmaktan çıkarıp amaçsallaştırırsa o zaman cemaat taassubu doğmaya başlar. Artık kutsal olan cemaatin bizzat kendisidir. Cemaatin maslahatı dinin maslahatıdır. Cemaatten olmayanlar sapkın ve dalalettedir. Cemaatin doğrusu tek doğru olarak görülmeye başlanır. Bu yüzden cemaatten olmayanlar tekfir, tefsik ve münafık olarak damgalanmaya başlanır. Bütün maslahatlar ve mefsedetler cemaate göre değerlendirilir. Eğer Cemaat maslahatı ile toplum maslahatı çatışırsa cemaat maslahatı esas alınır. Çünkü cemaatin maslahatı, tüm toplumun maslahatının üzerindedir. Cemaatin maslahatına dokunduysanız yanmayı hak etmişsiniz mantığı hâkim olur. Cemaatten olmamanız, her türlü karalama, iftira ve kumpasa maruz kalmanıza, dayak yemenize hatta öldürülmenize bile sebep teşkil eder.Oysa dünyadaki tüm Müslümanlar Ümmet çatısı altında bir araya gelse bile bu organizasyonun dışında isteyerek kalan Müslümanlara kâfir denilmez. Belki şer’i sorumluluk altına girer. Konuyla ilgili Yüce Allah Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurur;‘‘İman edip hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar, sizin onlarla hiçbir velayetiniz yoktur. Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavme karşı olmadıkça, yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.’’(2) ayetten de açıkça anlaşıldığı üzere Müslüman olduğu halde Rasulullahın içinde bulunduğu Medine İslam devletine hicret etmeyen ve Mekke’de kalarak organizasyona dâhil olmayan Müslümanlara kâfir denilmemiştir.

     Görüldüğü üzere araç durumunda iken insanlara faydalı olan cemaat/cemaatleşme amaç halini aldığında insanlara zarar veren, doğru yoldan sapmalarına sebep olan bir canavara dönüşebiliyor.

     Bazen araçlar mahiyet itibariyle güzel değildir. Zorluk ve meşakkat içerir ancak sebep olduğu sonuçlar itibariyle güzeldir. Usulül-Fıkıhta buna ‘Hasenün-li ğayrihi denir. Örneğin; Cuma namazı için koşmak, çaba sarf etmek (sa’y), özü itibarıyla/bizatihi değil, Cuma namazına vasıta olmasından dolayı güzeldir. Cuma namazının farziyeti ortadan kalktığında ise (seferde olmak gibi) sa’y hükmü de ortadan kalkar. Hakeza Cihad dabizatihi güzel olduğu için emrolunmuş değildir. Çünkü cihad, Allah’ın kullarına azap/acı çektirmeyi ve köylerin-kentlerin tahribini beraberinde getirmektedir. Bunda ise bir güzellik söz konusu olmaz.(3)Ancak sebep olduğu sonuçlar itibarıyla güzeldir. O da kâfirlerin şerrini def’ etme, adaleti tesis etme ve hak dini yüceltmedir. Onu güzel kılan mana ortadan kalktığında o da ortadan kalkar.

     Bazen amaç iyi belirlenir. Samimiyet ve doğruluk da vardır. Ancak tespit edilen doğru amaca götürecek doğru araçlar tespit edilememiştir. Aracın kendisini amacına ulaştırması söz konusu olmaz. Dahası araç, özelliği gereği başka sonuçlara götürür. Bazen de amaç ta araç ta doğru tespit edilir. Ama bu sefer kullanıcı da problem vardır ve istenen sonuç elde edilememiştir.

     Günümüzde bütün dünyada her gün Müslüman kanı akmaktadır. Müslümanların yaşadığı memleketler, ya doğrudan emperyalist kâfirler tarafından ya da yerli işbirlikçileri eliyle talan edilmektedir. Bu nedenle Müslümanlar, gerek işgalci güçlerle gerekse de yerli işbirlikçileriyle mücadele ederken seçtikleri araçlara, çok dikkat etmeleri lazım. Seçilen mücadele aracı, yarardan çok zarar getiriyorsa Usulül Fıkh’ın, Maslahat ve Mefsedet(4) kaidesine göre terkedilmesi gerekir. Şayet mücadele aracının yararı ve zararı eşitse yine Usulül Fıkh’ın, ‘def’i mefasid celbi menafiden evladır’ (5)(zararların def’ edilmesi menfaatlerin temininden önceliklidir) kaidesi gereğiterkedilmesi gerekir. Bu konuda iki örneğe bakalım.

     Birincisi Suriye’ye bakalım; Suriye halkı, ülkelerindeki zalim yönetimden bir takım meşru haklarını talep etti ve bunun için meydanlara yürüdü. Zalim yönetimse buna, halkın üzerine ateş açarak ve halkı provoke ederek cevap verdi. Kan döküldü. Meydanlara dökülen halkın önünde iki seçenek vardı. Ya ölümlerin devamı pahasına sivil itaatsizliğe devam edecekti ya da mücadele yöntemini silahlı mücadeleye evirip karşı koyacaktı. İkinci şıkkı tercih ettiler ve zalim rejimi yıkmak için silahlı mücadeleye başladılar. Sonuç ortada. Silahlı mücadele, milyonlarca Suriyelinin canına mal olurken milyonlarcasının da yerinden yurdundan olmasına ve başka ülkelere sefil perişan bir şekilde sığınmasına sebep oldu ve olmaya da devam ediyor. Suriye devlet oldu olalı bu kadar insan öldürülmemişti herhalde. Ortada adaleti tesis edeceğiniz bir halk kalmadı. Şimdi bu mücadeleyi sürdürenler kendilerine şu soruyu sormalıdırlar: bu mücadele Suriye halkına ne tür bir yarar sağladı?Aynı şekilde bu mücadele, Suriye halkına ne kadar zarara mal oldu? Daha da çarpıcı olanı acaba Suriye halkı, savaş öncesi hayatını özlüyor mu? Kanımca hem yukarıdaki Fıkh kuralı gereği hem de genel İslami ahkâma göre bu mücadele yöntemi doğru değildi/değildir.

     İkincisi Mısır örneğine bakalım; Mısır halkı, sivil itaatsizlikle, idare edildikleri dikta rejimden kurtuldular. Hemen seçime gittiler ve Mısır halkı Müslümanları işbaşına getirdi. Lakin bütün Mısır halkı, yeni yönetimden memnun değildi veMısır’daki eski rejim kalıntıları emperyalist güçlerle işbirliği yaparak askeri darbe yaptı. Müslüman idarecileri işbaşından uzaklaştırarak tutukladı. Mısır halkı yine sokaklara döküldü. Fakat eski yönetimin kalıntısı yeni yönetim, aynen Suriye’de olduğu gibi zor kullanarak halka ateş ettiler ve sadece bir günde binlerce Müslümanı şehid ettiler. Buna rağmen Mısır halkı, silahlı mücadeleyi tercih etmedi. Sivil direniş günlerce devam etti fakat bu sefer başarılı olamadılar.Ama Suriye halkının düştüğü duruma da düşmediler. Şimdi bu iki örnekten hangisi daha az zararlı ve günümüz şartlarına uygundur? Hiç kuşkusuz Mısır’daki mücadele yöntemi daha doğru ve İslami ahkâma da daha uygundur. Mücadele aracını, içinde bulunulan zaman,mekânve şartlar belirler. Hangi yöntem maslahata uygunsa o yöntemle hareket edilmesi gerekir. İslami ve insani olan da budur.

     Müslümanların, eksenine Allah’ın rızasını koydukları amaçlarına ulaşabilmek için seçtikleri /seçecekleri araçların da Allah’ın rızasına uygun olması gerekir. Bir başka deyişle seçilen/seçilecek olan araçların, Makasıdi Şer’iyye’ye uygun olması gerekir. Bunun için de ilimde derinleşmiş fakihlere şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü Makasıdi Şer’iyye’yi en iyi bilen ve makasıda uygun en iyi seçimi yapabilecek olan da onlardır. Aksi takdirde bu iş cahil yöneticilere (Fakih olmayan) kaldığında onlar, hem kendilerini hem de Müslüman halkı helaka götürecek kararlara imza atabilirler. Hem kendilerinin hem de Müslüman halkın dünya ve ahiretini yakabilirler.

     Eğer hedefe koyduğumuz amaçlarımıza ulaşamıyorsak sorunu kendimizde aramalı ve seçtiğimiz yöntemleri sorgulamalıyız. Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir. 


     Kaynakça

  1. Molla Mansur Güzelsoy, İnsan Haklarından İslami Harekete İlmi Ve Siyasi Tahliller, Fıtrat Yayınları, S.89
  2. Enfal Suresi 72.Ayet
  3. (Serahsi, el-usul (nşr.Ebül-Vefa el –Efgani),Haydarabad 1372’den ofset İstanbul 1984 I,60-63; Pezdevi, Kenzül Vusul (keşfül-esrar ile) Beyrut 1417/1997 I 393-406; Nizamüddin eş-şaşi el-usul (nşr.Muhammed Ekrem en Nedvi) Beyrut 2000 s.109-111; Sadruş-Şeria et-tavdih Kahire I 374-378; İbn Emiril-Hac et Takrir vet-tahbir bulak 1316 II,101-103)
  4. Gazali, el-Mustasfa, I, 29, İzz b. Abdisselam, Kavaidul Ahkâm I,5-10
  5. Mecelle madde 30