- Öze Dönüş Hareketi
- Röportaj
- Öze Dönüş Dergisi
- Duyurular
- Öze Dönüş Kitaplığı
- Basın Açıklamaları
- Adıyaman Öze Dönüş
- Diyarbakır Öze Dönüş
- Bitlis Öze Dönüş
- Erciş Öze Dönüş
- Hakkari Öze Dönüş
- İzmir Öze Dönüş
- Makaleler
- Kahta Öze Dönüş
- Mardin Özedönüş
- Diğer Etkinlikler
- Mina Öze Dönüş Der
- Muş Öze Dönüş
- Öze Dönüş Mamoste Der
- Öze Dönüş
- Nurşin Öze Dönüş
- Tatvan Öze Dönüş
- Şırnak Öze Dönüş
- Van Öze Dönüş
- Yüksekova Öze Dönüş
- Tercüme / Analiz
- Haberler
TÜRKİYE'DE EĞİTİM POLİTİKALARI VE KÜRD SORUNUNA ETKİLERİ
Yunus Abdulbaki
03 Eylül 2015 Perşembe 15:08
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Genel olarak “Osmanlı Eğitim Sistemi ve Eğitim Politikaları” konusunu saklı tutmak şartıyla Kürd sorunu bağlamında sistemin eğitim politikalarını irdelemek istiyorum.
Aslında yazının başlığını “Türkiye’de Eğitim Politikaları ve Kürd Sorununa Etkileri veya Kürd Sorununun Eğitim Politikalarının Belirlenmesindeki Rolü” biçiminde ele alırsak, meseleyi daha bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirebiliriz. Çünkü bu etki ve/veya etkilenme kesinlikle tek taraflı olmamıştır. Ancak, birini öncelememiz gerekirse sistem, eğitim politikalarını belirlerken Kürd sorununu hep öncelikli belirleyici görmüştür. Tabi ki İslam temelinde din eğitimi sorununun bu konudaki rolünü de göz ardı edemeyiz. Ancak bu konuda Kemalist Sistem, bazı tavizler vererek ve yığınların “kutsal devlet” tabusunu da kullanarak önemli ölçüde başarılar elde etmiştir. Fakat Kürdçe eğitim konusunda son yıllara kadar kesinlikle hiç taviz vermemiştir. Bundan dolayıdır ki Kürd sorununun eğitim politikalarında çok belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Bunu, sistemin karakterine sinmiş bazı özelliklerinden ve tarihi gerçeklerden anlayabiliriz. Şöyle ki:
M. Kemal’in liderlik yaptığı ittihatçı ekip işe, 23 Nisan 1920 yılında TBMM’yi açarak başladı. İlk meclis genel itibariyle işgale karşı direnişte ön plana çıkmış, halkın sevdiği ve itibar ettiği şahsiyetlerden oluşuyordu. Zaten meclisin açılışı da buna uygun olarak kurbanlar kesilerek, dualar edilerek yapıldığı için halkın çoğunluğu tarafından kabul görmüştü. Sıra saltanatın kaldırılmasına gelindiğinde mecliste çok büyük bir fırtına koptu. O kadarki bakanlar kurulu başkanı Rauf ORBAY bile 29 Ekim’de M. Kemal’le görüştükten sonra buna evet diyebilmişti. Ve şaibeli bir meclis oturumundan sonra 1 Kasım 1922 yılında saltanat kaldırıldı. Ardından 29 Ekim 1923'de cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanına da fazla muhalefet eden olmadı. Çünkü 8 Nisan 1922'de yapılan seçimle muhalif mebuslar meclis dışı bırakılmıştı. Artık muhalefet edecek kimse de kalmamıştı. M. Kemal’in 3 Mart 1924 de halifeliği kaldırmadan önce, İzmir’de ordu komutanlarıyla toplantı yapıp onlara fikrini açıklaması ise oldukça manidardır. Bundan sonra işler kolay olmalıydı. Meclis de, ordu gibi kontrol altına alınmıştı nihayet. Ama buna rağmen harf değişikliğini 1 Kasım 1928' e kadar erteledi. Defalarca ; “Şu Arap harflerinden kurtulalım artık” diyenlere, “Henüz zamanı değil” diyerek karşı çıktı. Hatta Hüseyin CAHİT de böyle söylemişti bir gün M. Kemal’e. Ama Onu azarlayarak “Alın bu adamı başımdan, bana zamansız bir iş yaptırmak istiyor “ demişti.
Evet dil konusu çok nazik bir konuydu. Sonuçta bu halk yüz yıllardır Arap harflerini kullanıyordu. Bunu değiştirmek için ince planlar yapılmalı ve çok sabırlı olunmalıydı. Uzmanlara, dil bilimcilere danışılmalıydı. Tamda öyle yaptı M. Kemal. Avrupa’dan çok büyük yardımlar aldı bu konuda. İçeride ise en büyük yardımcısı Ermeni dil bilimci Agop DİLAÇAR dı. Özellikle Latin harflerinin Türkçe’ ye uyarlanması aşamasında çok büyük hizmetleri oldu DİLAÇAR’ ın. Latin alfabesinden hangi seslerin alınıp hangi seslerin alınmaması konusunda çok ince hesaplar yapıldığını x, q, ê harfleri üzerine yapılan tartışmalardan anlayabiliyoruz. Aslında ê ve q sesleri Türkçede de çok kullanılan seslerdi. Ama olsun dert başkaydı; asırlardır Arap harflerine aşina olan, bu harflerle okuyup yazan, dolayısıyla Qur’an-ı Kerim’i okurken telaffuzda zorlanmayan ümmetin evlatlarının dil dengesini allak bullak etmek, gırtlak yapısını bozmak ve Kürdçe’nin yazı dili olarak kullanılmasının önüne aşılmaz engeller koymaktı asıl dert. Çünkü x, w, q ve ê harflerinin Kürdçe’nin kalbi olduğunu biliyorlardı. Kalbi sökülen bir dilin yazı dili olarak yaşaması ise mümkün değildi. Çok riskli ve tehlikeli bir iş yaptıklarını da biliyorlardı. Onun için harflerle ilgili düzenlemeleri yaptıktan hemen sonra apar topar yasal değişiklikler yaparak söz konusu harfleri yasakladılar.
Böylece 1920 de başlayan medenileşme! hareketi 1928 de harflerin değiştirilmesiyle son bulmuş oldu. Artık sıra bu değişikliklerin hayata geçirilmesine gelmişti. Cumhuriyet elitinin en fazla zorlandığı konu dilde yapmak istedikleri reform oldu. Bu zorluğu bakın Falih Rıfkı Çankaya adlı kitabında nasıl anlatıyor;
“Dili çıkmazdan kurtarmak için Saffet Arıkan’la beraber yeni lügat komisyonu kurduk. Anadolu Kulübü’nde “Cep Kılavuzu” denen Osmanlıcadan-Türkçeye lügati hazırlamaya başladık.
Kılavuz çıktı ama kimseyi tatmin etmiyordu. Atatürk bir gün:
-İsmet Paşa’yı gördüm.
-Konuşamıyoruz, dilsiz kaldık, bu kadar çalıştık, küçük bir kılavuz çıkardık, diyor, dedi.
1935 sonbaharında Atatürk, İstanbul’dan Ankara’ya rahatsız dönmüştü. Kurum üyelerini yanına davet etti. Yatakta idi. Fransızca yazılmış bir kısa etütten bahsetti. Bu etüt Viyanalı doktor Kvirgiç tarafından yazılmıştı. Viyanalı doktora göre ilk tefekkür güneşle alakalı idi. Dillerin doğuşu da güneşe bağlanmalı idi.
Atatürk’ün Güneş-Dil Teorisini bu etütten ilham almışa benziyordu. Ben hiçbir zaman bu teoriye inanmamıştım. Atatürk’ün maksadı, birçok yabancı kelimenin Türkçe olduğunu ispat ettirerek, Türk lügatini dünyanın en zengin olanlarından biri haline getirmekti. Tarih tezleri için de uydurma bir tarih peşinde koştuğu ileri sürülmüştür.”
İşte o tarihten bu güne kadar eğitim alanında yapılan bütün değişikliklerde öncelikli olarak Kürd’lerin asimilasyonu meselesi göz önünde bulundurulmuştur. En son 2012 yılında yapılan 4+4+4 değişikliğinde bile bu esprinin korunduğunu düşünüyorum. Şöyle ki:
İlk okuma-yazma yaşının küçültülmesi ve bir çok sorunu barındırdığı halde bunda ısrar edilmesi, lise öğreniminin zorunlu hale getirilmesi Kürd çocuklarının asimilasyonu ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
Sonuç olarak, yapılan bunca zulme rağmen Rabbimize hamd olsun ki dilimiz bugünlere ulaşmıştır. Artık bayrak bizdedir. Allah’ın ayetlerinden bir ayet olan dilimizi muhafaza etmek bizim sorumluluğumuzdadır. Ve bu konuda emeği geçen herkese teşekkür bir borçtur.
Selam ve dua ile Allah'a emanet olun.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Öze Dönüş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.