23 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Ankara15°C
  • Van9°C

İSLAMİ EĞİTİM -1

Orhan K. Kocabaş

03 Eylül 2015 Perşembe 15:37

Ders müfredatları en genel anlamıyla hangi yaşlarda çocuğun zekâsı ve karakteri göz önünde bulundurularak hangi bilgilerin verilmesi ile ilgilidir. Ülkemizde sık değiştirilen müfredatlar sürekli eleştirilmekle beraber, müfredatlarının dayandığı felsefi temeller ve bunların kendi kültür, inanç, medeniyet anlayışımıza uygun geliştirilmesi gerektiği ise hiç konuşulmamaktadır. Eğitim insanla ilgili bir eylem olduğuna göre öncelikle, eğitimin dayandığı dünya görüşlerinin insana bakış açılarını ve insan anlayışlarının bilinmesi gerekmektedir. İslam dünyası şu anda modern batının siyasi, ekonomik, kültürel, askeri bir hegemonyası altındadır. Batının değerleri pek sorgulanmadan içselleştirilmekte, farkında olmadan batıya karşı çıkanların dahi bu değerlere uygun yaşadıkları görülmektedir. Eğitim konusu bu yüzden önemlidir. Her eğitim sistemi kendisinden ayrılmayacağı belirli bir kavramdan çıkan belirli bir felsefeyi temsil eder. Bizim, İslam’a uygun olmayan bir kavram üzerine kurulu bir felsefemiz veya eğitim politikamız olamaz. İslam’da eğitimin hedefleri; kişinin ruh, zekâ ve duygularının terbiye edilmesi, dengeli bir şahsiyet oluşturması, ruhi, akli, fiziki, ilmi ve dil-bilimsel alanlarda insanın gelişip büyümesinde her türlü gıdanın verilmesini kapsar. İslam’da eğitimin nihai hedefi; ferdin, toplumsal ve geniş anlamıyla insanlık seviyesinde Allah’a tam olarak itaat etmesini sağlamaktır. Bu tanımlama modern toplumda ne dereceye kadar kabul görebilir. Bizim bu yazıdaki maksadımız modern toplumda zor da olsa eğitim müfredatının metafizik temeller üzerine bina edilmesi gerektiğini anlatmaktır.

Bu açıdan ilk önce İslam’ın insana nasıl baktığını anlamamız gerekmektedir. İslam’a göre insanın tabiatı ikilidir; yani insan hem ruh hem bedendir, aynı zamanda fiziki varlık ve ruhtur. Allah insana eşyaların ismini öğretmiştir ki bu ilimdir. Kendisine insan denilmiştir çünkü unutkandır. Allah aynı zamanda doğruyu yanlıştan ayırması için ona zekâ verdi ama zekâ onu yanıltabilir de. Bu yüzden ona rehberlik yapılması gerekir ve bu şekilde donatılan insandan Allah’ın halifesi olması beklenir. Böylece ağır yükü, emaneti yüklenir. Emanet ona adil olma yükümlüğünü ima eder. İnsanın iki mizacına benzer şekilde iki ruhu vardır; yüksek akli ruh ve alçak hayvani ruh(nefs). Ahdine bağlı insan akli ruhunu nefsinin üzerinde üstünlüğünü göstermeli, onu yönetmelidir. Din ve İslam akli ruhun özgürlüğü ile ilgilenir. Burada bilgi üzerinde de durmak gerekir ki İslam’a göre tüm bilgi Allah’tan gelir. Burada da iki tür bilgi karşımıza çıkar; biri ruh için hayat ve gıdadır (Bu bilgi vahiy yoluyla Allah tarafından verilir.) bu da Kur’an’dır. Diğeri de insanın bu dünyada kendisini donatacağı erzak olan (bu dünyanın) bilgisidir. Her iki bilgi de Allah tarafından ya doğrudan vahiy yoluyla, ya da duyulabilen kavranabilen şeylerle ilgili insanın tecrübesine dayanan düşünme ve akli araştırma sonucu verilir. İki bilgide bilinçli eylem yoluyla elde edilir, birincisiyle yani vahiyle Varoluşu çözer, insan ile Rabbi arasındaki ilişkiyi düzenler, ikinci bilginin de dayanağı olur. İlkinin yol göstericiliği olmadan ikinciyi bilmek insana hayatında doğru yolu göstermeyebilir, şaşırtır, kafasını karıştırır. İnsan için ilk bilgide bir sınır vardır, fakat ikincide bir sınır bulunmaz. Bu durumda İslam’da bilgi, inanç ve imanı içine aldığı gibi amacı yeryüzünde iyiliği ve adaleti sağlamaktır. Eğitimin maksadı da bu öz bilgiyi (saydığımız iki tür bilgiyi) birbirine bağlı olarak sağlamaktır. Kendisinde bilgi bulunan kişi (bilge), bilgiyi, adaleti gerçekleştirecek şekilde Allah’ın istediği şekilde uygulayan olmalıdır.

Eğitim yoluyla verilmesi gereken doğru bir hayat anlayışında şunlar bulunmalıdır: Dinimize göre insan hayatı doğumdan ölüme kadar olan süreden ibaret değildir. Ruhlar âleminden başlayıp sonsuz hayatı hedefler. Bu manada insanın mutluluğu gelip geçici dünyada elde edilen nimetlerden ibaret değildir. Sonsuz hayat mutluluğu için kalınan geçici bir duraktır dünya hayatı. Din insanı saydığımız bu çok geniş alana, ölümsüzlük ve sonsuzluk alanına yerleştirir. İnsan bu alana ruhu yoluyla katılır. Bu şekilde din, eğitime anlamlı bir hedef getirir. (Din dışındaki eğitim anlayışları eğitime doğru bir hedef getiremez.) Dinimize göre bu hedef insana vahyedilir, insan tarafından uydurulmuş veya tecrübeden çıkarılmış değildir. Bu hedef insanı başıboş sürüklenmeden kurtarır. İslam evrensel ve aklen kabul edilebilir değerler sunar, insanı kibirden korur, insanın tabiat üstünde bütün gücünün Allah tarafından verildiğini bilerek alçakgönüllü olmasını sağlar. Güç kendisinin değildir. Bu kavrayış başkalarını ve hatta başka varlıkları anlamamıza, bu da barış ve mutluluğa yol açar.

            “Eğitim insanın ruh, zekâ, kişiliği ve duyuları göz önünde bulundurularak dengeli bir biçimde gelişmesini hedef almalıdır. Dolayısıyla eğitim, insanın her yönüyle, ruhi, bedeni, akli, zihni, ilmi ve dilbilim açısından tüm ihtiyaçlarına cevap vermelidir. İnsanın kişisel ve kolektif hareket ve davranışlarını en mükemmele ve en güzele doğru yönlendirmelidir.” Bu cümleler 1977 yılında Mekke’de toplanan Dünya İslami Eğitim I. Konferansında İslami bilim adamlarının İslami eğitimin gaye ve hedefleri gibi konularda ortak görüşleri olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca Avrupa ve Amerika ‘da kabul gören bilimsel sınıflandırmaya göre yapılan müfredatları red edip, yeni eğitim müfredatının planlanmasını ikili bir tasnif esasına dayandırmışlardır: 1. Çıkış noktası Kur’an ve Sünnet olan şer’i bilimler ki, buna nakli bilimler diyoruz. 2. Akli bilimler. Burada aynı insanın tabiatında olduğu gibi ikili (ruh ve beden) bir durum söz konusudur. Bu durumda nakli ilimlerin insanın sonsuz hayatı kazanmasını, akli ilimlerin ise bu dünyadaki yaşamını sağlayacak şekilde eğitimlerinin verilmesi gerekmektedir. Burada akli ilimler dediğimiz matematik, fen, sosyal bilimler, tarih, coğrafya, astronomi, toplumsal hayatı sağlayan bilimler, nakli ilimlerden bağımsız düşünülemez. Akli ilimlerin nakli ilimleri destekleyici, ona tabi, açıklayıcı ve hatırlatıcı olmaları gerekir ki metafizik bir birliktelik sağlansın. Kuran’da insanın aklına yapılan vurgu, tabiat olaylarından bahsedilmesinde yatan hikmet de budur. İnsanın iki tabiatından bahsettik, ilimleri de ikiye ayırdık. Fakat İslam düalist bir din değildir, iki öğe ilişkili olduğu halde, biri diğerine bağlıdır. Tek Gerçek ve tek Doğru vardır. Modern, laik eğitim sisteminde de ikili bir tasnif göze çarpabilir. Batıda düalist anlayış o kadar belirgindir ki, ruh ve beden, vahy ve akıl ayrı düzlemlerde aralarında bir irtibat olmadan gider. Decart’ta bu ikilik aklı ön plana çıkartarak Rasyonalizme, Kant felsefesinde Rölativizme (tabiatötesinin bilinemeyeceği), Comt’te pozitivizme (tabiatötesinin inkarına) kadar varmıştır. Bizim temas etmek istediğimiz husus dini ve akli ilimlerin tüm bu felsefi disiplinlerde olduğu gibi birbirinden bağımsız şekilde, aralarında ilişki kurulmadan hatta ilişki yokmuş gibi öğretilmesi meselesidir. İkiye ayrılan bu nakli ve akli ilimler arasında felsefi bütünlüğün eksik olduğunu söylemek istiyoruz. Bu durum yani bütünlük geçmişte İslami bilim de mevcuttu. Bugün de bu bilimler arasında ilişki yeniden kurulabilir, ders müfredatları yeniden bu ilkeye göre şekillendirilebilir. Eski Yunan ilimleri nasıl tadil edilmiş ve kavramlar İslamileştirilmişse bugün de yapılabilir. Eğitimi İslamileştirebiliriz.

            Batının insan ve bilgi görüşü bizden temelde farklıdır. Bugün eğitim müfredatlarında Avrupa ve Amerika’da kabul gören bilimsel anlayışlar hâkimdir.  Biz tüm bilginin Allah’tan geldiğini ve manevi ve akli ilimler ayrımını yaparken, batı Rönesans ve Reformla manevi olanla irtibatı koparmış, sadece akla dayanan profan bir faraziyeler, analizler, detaylar ve tecrübeler yığınına dönüşmüştür. Bu arada itibar kazanan humanisme ise her şeyi beşerin ölçüsüne indirerek beşer üstü olanın tamamen red ve inkar yoluna gitmiştir. Hümanistler vahyedilen bilginin verildiği yolundaki görüşü de red ederler. Bunların eğitim anlayışları; eğitimi düzenli bir zihinsel, duygusal ve ahlaki gelişme süreci olarak insana farklı bakış açılarını kazandıran bir meziyet olarak görmeleridir. Onlara göre hayatın tek bir amacı yoktur, insan ona amaç yükler. Hayvani zevki bir hayat tarzına çevirir, onlara göre mükemmel insanın yetişmesinde ruhi dünyanın, ölümden sonraki hayatın hiçbir ilgisi yoktur. Kendini yetiştirmek onlara göre, bilimsel tutumun kazanılması demektir ve o da dogmanın red edilmesi, mutlak olanın sorgulanması, inanç yerine akla dayanılmasıdır. Temelde de eğitimi insana maddi dünyada iyi yaşaması için yardımcı olan bir süreç olarak görürler. Bunun sonsuz hayata inanan insan için ne kadar dar bir anlam olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Onlar köklü, eşsiz, değişmez, ahlaki veya ruhi değerlere inanmazlar. Din ise çevreye göre bir değişimi kabul etmekle beraber bu göreceli, öneminde (öncelikte) bir değişimdir. Değerlerde bir değişim olmaz. Din eğitime anlamlı bir hedef getirir. Değerler tecrübelerden insanların uydurduğu şeylerden çıkarılmış değildir. Bir diğer husus batı uygarlığına göre bilgi arama emeli, eğitimin hedefi iyi bir vatandaş yapmaktır. Ne var ki İslam bu konuda farklıdır, zira o bilgiyi arama amacı arayanı iyi bir vatandaş değil, iyi bir insan yapmaktır. Bu daha önemlidir, çünkü iyi bir insan iyi bir vatandaştır, iyi bir vatandaş iyi bir insan olmayabilir.

Batıda bu ikinci tür olarak görülen bu dünyanın bilgisi (Deneyim ve gözleme dayalı olan bilgi) yegâne geçerli bilgi sayılır. En genel olarak batıda nakli bilgi tüm felsefi ekollerinde insanın tabiatındaki manevi ve ruhi özellik görmezden gelinerek inkar edilmekte, insana da sadece biyolojik ve sosyal bir fenomen olarak bakılmaktadır. Burada tekrar İslam’ın bilime yüklediği anlamı hatırlatma gereği vardır. İlim bizde, batıda yapıldığı gibi sadece gözlemlenebilen olayların analizini ve genellemesini yapmaz. İlmin gayesi eşyanın yapısını ve künhüne vakıf olmaktır. Geleneksel anlayışta ilim yalnızca tabiatta gözle görülen olayları ve ilişkileri matematiksel ifade etme ve görünen olayları incelemekle beraber söz konusu olayların gerisinde yer alan sebeplere ışık tutmayı hedefler. Böyle yapılan  ilmin hedefi ontolojiktir. Din insanı ve tabiatı Allah’ın bir ayeti ve delili olarak saymaktadır. Bilgi hakikatin bir koşulu olarak görülmüş böylece insanı Allah’a yaklaştıran bir vesile olarak kabul edilmiştir. İşte akli ve nakli ilimlerin bir arada öğretilmesinin sebebi de budur. Sonuçta akli ilimler insanı Allah’a yaklaştırır. Kuran’da akla (aklediniz) yapılan vurgunun sebebi de budur. Batı ise tabiatı sabit ve değişmez değerlere müracaat etmeden araştırılmasını ister. Eşyanın özüyle ilgilenmez, vardığı sonuçlar maddi ve deneysel sonuçlardır. Tabiat sürekli değiştiğinden bilgi de sürekli değişir. Bunu toplum ve insan hayatına da uygular, toplum ve insan hayatında sabit ve değişmez değerlere inanmaz. Böylece değerleri de insan aklı gözlem ve deneylerle elde eder, bu değerler de zamanla veya gözlemle değişir. Akıl sadece endüstriyel kullanmalar için maddeye şekil vermeye yarayan bir melekeden ibarettir. Pragmatistler hakikat adını pratik faydası olan şeyler için kullanırlar. Bir diğer husus sadece maddi dünyayı inceleyen ilim metotlarının “ilmi” olduğunu ileri sürmüşler, maddi saha ile ilgisi olmayan her ilmi ve metotu ilmi değildir diyerek reddetmişlerdir. Kısaca açıklamaya çalıştığımız bu maddi dünya görüşüne göre eğitim müfredatlarımız geliştirilmiştir. Batı hayatı eksik olarak tanımlar. Hayatımız doğumdan ölüme kadar olan bir süre değildir. İnsanoğlu salt rasyonalist yaratık değildir, hayatın çoğu –aşk, sanat ve ölüm- rasyonalist bir tarzda tanımlanamaz. İnsan hayatının mucizevi muhteşem bir gerçeği vardır. Çocuklarımızı eğitmede gücümüzü ve enerjimizi onların varlığının bir (maddi) yönüne toplama ve diğerlerini red etme hakkımız yoktur. Eğitimde ruhi, kalbi boyutu unutma bizi bu dünyaya hapseder, fıtratımıza uymayan alanlara sıkıştırmaya sebep olur.

Bir sonraki yazımızda şu an uygulanan eğitim sisteminin pratik eleştirisini somut örneklerle göstermeye çalışacağız. Vesselam…


Kaynaklar

  1. İSLAM EĞİTİMİNDE YENİ UFUKLAR, Prof.Dr. Seyyid Ali Eşref, Fikir Yay.
  2. İSLAMİ EĞİTİM, S.M. Nakib el-Attas, Endülüs Yay
  3. İSLAMİ ÜNİVERSİTE KAVRAMI, Prof.Dr. Seyyid Ali Eşref. Prof. Hasan Bilgrami, Risale yay.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.