24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Ankara4°C
  • Van1°C

İMANLA DEVLEŞEN BEDENLER

İmanla Devleşen Bedenler

İmanla Devleşen Bedenler

14 Mart 2015 Cumartesi 15:25

images-(14).jpgimages-(53).jpg

Bu haftaki cuma sohbetimizi sunan Molla İhsan hocamız: imanlı yüreklerin ne kadar güçlü ve kadar büyük ve ne kadar azametli olduğunu açıkladı.mollamız kısaca: 

                            İmanla Devleşen bedenler

                             Tarihi yazan belli başlı unsurlar vardır.Bunlar yıldızlar gibidir,zaman geçse bile parıltısından bir şey eksilmezler tam tersine zaman geçtikçe daha fazla ışık saçarlar.Bu unsurlar para ,güç veya devasa bedenler değildirler.Tarih: yapmış oldukları güzel ve cesaretli işlerle  yazılmıştır.

İşte bunlardan bir yıldız:

Abdullah bin Mesut.Kısa boylu zayıf ve çelimsiz bir sahabi.Hz. Muhammed(sav) eiman etmiş altıncı kişi.Hz. Peygambere canu gönülden aşık bir yiğit müslüman.Küçücük ve zayıf bedeniyle o devasa putlara ve putçulara Hidayet rehberini yani Kuran-ı Kerimi açıktan okuyacak ve putçuların işitmek istemedikleri  hakikatleri Mekkede okuyacak ve imanıyla yücelecek ve o koca bedenler ve kendince vazgeçilmez olan fikirleri yerle bir olacak.İman varsa imkan da vardır.

                              Mekke… Güzel şehir, mübarek belde… Kâbe… Allah’ın evi, iman edenlerin aşk kıblegahı… Öte yandan zulmün karanlığı, şirkin boğuculuğu… Müşrikler, puta tapıyor ve günahlara dalmış bir haldeler. Öyle ki bu şehrin ve evin hürmeti çiğnenmekte…

Mekke… Güzel şehir, mübarek belde…

 

Kâbe… Allah’ın evi, iman edenlerin aşk kıblegahı…

Öte yandan zulmün karanlığı, şirkin boğuculuğu…

Müşrikler, puta tapıyor ve günahlara dalmış bir haldeler. Öyle ki bu şehrin ve evin hürmeti çiğnenmekte…

Zulüm, haksızlık, rüşvet, fal, kumar, kız çocuklarını diri diri gömme… Nice utanç tablosu içinde cahiliye çağında bir insanlık…

Hazreti Muhammed aleyhi`s-selam… Allah’ın Resulü, âlemlere rahmet peygamber…
Bu şehrin ve beytin hürmetini korumak ve insanları şirkin karanlığından iman aydınlığına ulaştırmak için tebliğ ediyor gece gündüz.

Evleri, sokakları, pazarları… Bir bir dolaşıyor aşk pervanesi, Can Ahmed aleyhi`s-selam.
Muhammed aleyhi`s-selam`ın derdi, amacı, tasası, hedefi:

“ İnsanlar hidayete ulaşsın, Allah’ı razı edecek ameller işlesin…”

Günlerden bir gün, Allah Resulü Muhammed aleyhi`s-selam ve Hz. Ebubekir (r.a) Mekke kırsalında…

İleride bir çoban… Ukbe Bin Ebi Muayt’ın koyunlarını gütmekte. Allah Resulü aleyhi`s-selam, ondan biraz süt ister. Abdullah ibn Mes’ud mahcup bir edayla:

— Ben, bu sürünün çobanıyım. Bu koyunlar da bana ait değildir.

Bunun üzerine Allah’ın Sevgili Habibi Muhammed aleyhi`s-selam:

—Yavrulamamış ve süt vermeyen bir koyunun var mı? Bana gösterir misin? Der.
Abdullah da henüz koç görmemiş bir koyunu yanaştırır. Allah Resulü, koyunu sağar.
O mübarek el, neye değmedi ki berekete dönüşmesin!

Abdullah, hayretler içinde ve hayran dolu bakışlarla CANLAR CANANI’na bakar. O ana kadar hiç yavrulamamış ve sütü olmayan koyun süt veriyor.

Bu İlahi Kudret ve Muhammedi bir mucize değil de neydi?

Abdullah, tereddütsüz Kelime-i şehadet getirir.

Abdullah, artık iman saflarında bir sahabe… Bütün ömrü İslam’a feda ve o bir ilim deryası.
Abdullah İbn Mes`ud, Müslüman olduğu sıralarda Müslümanlar Hz. Peygamber ile açıktan açığa ibadet edemiyor, istedikleri yerde yüksek sesle Kur`an okuyamıyorlardı.

Müslümanların böyle bir hareketi, müşriklerin bütün câhilî duygularını kabartır, onları Müslümanlara karşı şiddetli ve canice saldırılarda bulunmaya sürüklerdi. Bunun içindir ki Müslümanlar, şimdilik müşrikleri aleyhlerinde harekete geçsin ve tahrik olsun istemiyorlardı; ama bu davetin de onlara işitilmesi lazımdı. İşte bu gerekliliği bilenlerden biri de Abdullah İbn Mes`ud`du.

O, Kâbe`de Kur`ân okumak istemişti. Gelin, hep beraber o günlere gidelim ve İbn-i Mesud`un mümin gönüllere bir onur ve müjde olan Kur`an-ı Kerim`i açıktan okumasını görelim!

Mekke’de bir yer…

Sahabeler toplanmış kendi aralarında konuşuyorlar.

Bir sahabe, arkadaşlarına:

— Allah’a yemin olsun ki biz Muhammed aleyhi`s-selam`ın hak ve O`na indirilen kitabın da Allah`tan olduğunu biliyoruz. Bu kitabın mesajını herkes işitmeli değil mi? Oysa Kureyşliler, şimdiye dek bu Kur`an’ı açık bir okuyuşla hiç işitmediler. Bu Kuran’ı onlara kim Allah için duyuracak, onların istemediğini işittirecek!

Abdullah Bin Mesud ( zayıf, çelimsiz, üflense yere düşecek bir beden… İstekle öne atılır):

— Ben! diye haykırır.

Diğer bir sahabe, Abdullah’a bakar ve onu tepeden tırnağa süzer. Zayıf ve çelimsiz bedeni başına geleceklere dayanamaz düşüncesiyle:

— Ey Abdullah! Biz, onların sana bir zarar vermelerinden korkuyoruz. Çünkü sen hem zayıf, cılızsın hem de seni koruyacak bir akraba çevren yoktur.

Biz istiyoruz ki bu işi yapacak kişi, kendisini koruyacak ve kollayacak kabileye sahip birisi olsun! Yani müşrikler, ona bir zarar verecek olursa kavmi onu korusun!

Abdullah Bin Mes’ud, kendinden emin bir halde ve bu hayırlı iş için ilk olma arzusuyla:

— Beni bırakın, Allah beni korur! Ondan daha iyi bir koruyucu mu var? Hasbunallah ve ni`mel vekil!

Abdullah, gider ve sahabeler, kendi aralarında konuyu değerlendirir gibi sessizce konuşur.
Allah’a dayanmak!

Ne güzeel!…

İman, tevekkül ve teslimiyetle güçlenir.

“ Hasbunallah ni’mel vekil ve ni’mel Mevla!” teslimiyetiydi İbrahim aleyhi`s-selam’ın ateşine serinlik ve selametlik veren.

“ Hasbunallah ni’mel vekil ve ni’mel Mevla!” aşkıydı Musa aleyhi`s-selam’a Kızıldeniz’i yol yapan.

“ Hasbunallah ni’mel vekil ve ni’mel Mevla!” bağlılığıydı İsa aleyhi`s-selamı art niyetlilerden koruyan.

Ve yine “ Hasbunallah ni’mel vekil ve ni’mel Mevla!” tevekkül ve teslimiyetiydi Hazreti Muhammed aleyhi`s-selamı ötelerin ötesine vardırıp İSRA VE MİRAÇLA taltif eyleyen.
Hakiki imanı elde eden değil bir avuç kâfir, müşrike; tüm kâinata meydan okur. Çünkü o imanı elde etmekle sırtını Hakk’a dayamış, gücünü âlemlerin sahibi Allah’tan almış olur.
Allah kime yar olursa kim ona bar olur? Abdullah bu ruh haliyle hareketlenir ve hızlı adımlarla Kâbe avlusuna varır.

Kâbe… Kureyşliler, oradadır. Değerli ve ipek elbiseler içinde beş Kureyşli kendi aralarında konuşuyor.

Birinci müşrik, öfkeli bir ses tonuyla:

— Şu kendini peygamber sanan adam çok olmaya başladı.

İkinci müşrik, onaylayıcı bir tarzda:

— Evet, ya! Ne demezsin! Hem işlerimizi hem düzenimizi bozdu. Ona iman edenler, gün geçtikçe çoğalıyor… Bu işin önüne geçmemiz lazım.

Üçüncü müşrik, korku bürümüş bir yüz haliyle:

– Görmüyor musunuz? Ona kölelerimiz, ayak takımlarımız iman ediyor. O Muhammed köleyle efendinin eşit olduğunu söylüyor. Vallahi bu işin tadı kalmadı. Hem yarın bu köleler, bize efendilik taslarsa ne olacak!

Onlar, şeytanların üflediği vesveseyle iman edenler için tuzaklar düzmeyi planlarken gür bir sesle irkildiler ve konuşmalarından sıyrıldılar.

Abdullah Bin Mes’ud, şehadet parmağını yukarıya kaldırmış bir halde Rahman süresini okumaya başlar:

— Errahmaan. Allemel Kur’an. Xelaq’el insan. Allemel beyan…

Kuran ayetlerinin okunuşu karşısında müşrikler kısa bir şaşkınlık yaşarlar ve ardından harekete geçerler.

Birinci müşrik, öfkeden kudurmuş bir haldedir:

— Ne diyor bu sefih! Herhalde Muhammed’in getirdiklerinden okuyor. Susturun şunu!

Müşrikler, hepsi bir ağızdan:

— Evet, evet susturalım şunu! Haddini bildirin ona! Kâbe’de hem de yanı başımızda Kur’an okumak neymiş anlasın!

Öfkeyle yerinden kalkan müşrikler, Abdullah’ın yanına varırlar, ona hışımla vurmaya başlarlar. Darbeler ardı sıra ve güçlü bir şekilde iner… Abdullah, kanlar içinde kalmıştır. Buna rağmen Abdullah Bin Mesud Rahman süresini okumaya devam eder. Arada sesler, yükselir.

Birinci müşrik:

— Susturun, hala okuyor!

Üçüncü müşrik:

— Bu sese izin vermeyin! O bizim ayak takımımızı da etkileyecek. Görmüyor musunuz köleler de bize bakıyor! Kim bilir belki biz de etkileniriz, bu büyüden!

İkinci müşrik:

— Vurun… Lat, Menat, Uzza aşkına vurun!

Az sonra… Abdullah kan revan içinde arkadaşlarının yanına varır. Ayakta duracak halde değildir. Düşer gibi olur. Bir sahabe onu kolundan tutar… Abdullah`ın arkadaşları bu duruma oldukça üzülürler.

Sahabe, üzgündür ve onlardan biri:

— Vallahi Abdullah! Biz bundan yani dayak yemenden korkuyorduk!

Abdullah bin Mes’ud, yaralı bereli haliyle kendini güçlü göstermeye çalışır:

— İsterseniz, yarın bu işi yine yaparım!

Bir sahabe, Abdullah’ı takdirle kucaklar ve:

— Kardeşim, Allah senden razı olsun! Artık yeter! Sen onlara istemedikleri şeyi duyurdun!

Görmüyor musun, onlar öfkeden kudurmuş deli gibi dolanmaktalar. Allah`a and olsun ki, sen onlara hoşlanmadıkları bir şeyi işittirdin!

Diğer, bir sahabe, sevinçli bir hal içinde ve tebessümlü bir edayla:

– Haydi, kalkalım! Bu müjdeyi bir an önce Allah Resulü aleyhisselam`a ve Dar`ul Erkam`daki kardeşlerimize verelim. Eminim ki bu haber onları çok sevindirecektir.

Başka bir sahabe:

– Doğrudur, hem ben geçenlerde şahit oldum ki, Allah Resulü Muhammed aleyhi`s-selam da bu Kur`anın açıktan okunmasını arzuluyordu.

Sahabeler, bu güzel müjdeyi vermek için kalkarlar.

Allah adıyla çarpan bir kalp, Muhammed sevdasıyla aşka gelen bir dil Hakk uğruna susar mı hiç? Hem Allah’ın kelamını, o yüce mesajı haykırmak… O pak İslam davetini açıkça söylemek…

İşte Abdullah bin Mesud… İşte İman… İşte cesaret… İşte Allah’ın nuruna hazımsız müşrikler ve kuduran zalimler… Aynı sahneler bugün de yok mu? Yeter ki tefekkür ve teslimiyet haliyle olaylara bakalım.

 

Ebu Ensar Norşini

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.