- Öze Dönüş Hareketi
- Röportaj
- Öze Dönüş Dergisi
- Duyurular
- Öze Dönüş Kitaplığı
- Basın Açıklamaları
- Adıyaman Öze Dönüş
- Diyarbakır Öze Dönüş
- Bitlis Öze Dönüş
- Erciş Öze Dönüş
- Hakkari Öze Dönüş
- İzmir Öze Dönüş
- Makaleler
- Kahta Öze Dönüş
- Mardin Özedönüş
- Diğer Etkinlikler
- Mina Öze Dönüş Der
- Muş Öze Dönüş
- Öze Dönüş Mamoste Der
- Öze Dönüş
- Nurşin Öze Dönüş
- Tatvan Öze Dönüş
- Şırnak Öze Dönüş
- Van Öze Dönüş
- Yüksekova Öze Dönüş
- Tercüme / Analiz
- Haberler
FİDAN GÜNGÖR 21 YILDIR KAYIP
Öze Dönüş Hareketi, Fidan Güngör ve Sabahattin Talayhan'ın 21 yıl Önce devletin organize ettiği bir operasyonla kaçırılmasının yıldönümü nedeni ile bir basın açıklaması yayınladı.
11 Eylül 2015 Cuma 12:50
Allah’ın Adıyla
Kürdistan İslami mücadelesinin liderlerinden ve İslami uyanışın öncülerinden değerli fikir ve düşünce adamı Fidan GÜNGÖR veSabahattin TALAYHAN’ın Kaçırılıp kaybedilmesinin üzerinden 21 yıl geçti.
Kürdistan’daki İslami uyanışa büyük katkılarda bulunan, birçok Müslüman’ın yetiştirilmesinde emeği geçen bir öncü liderin kaçırılıp kaybedilmesi ve 21 yıl boyunca hem onu kaçıranların ve hem devlet yetkililerinin akıbeti konusunda ketum davranmaları, olayın çok organizeli olduğunu ve devlet ile karanlık taşeron yapılanmaların işbirliği içerisinde gerçekleştirilen kirli bir operasyon olduğunu açığa çıkarmaktadır.
Bir hukuk devletinin birinci dereceden görevi kendi vatandaşının can güvenliğini sağlamak olması gerekirken, TC devleti ve hükümetleri bugüne kadar Fidan GÜNGÖR ve Sabahattin TALAYHAN hakkında hiç bir malumatı ailesi ve sevenleri ile paylaşmamıştır. Fidan Güngör cinayetinde bütün birimlerinin, kurum ve kuruluşlarının olayın aydınlatılmasına yönelik hiçbir girişimde bulunmaması, girişimde bulunanları korku ve tehditle sindirmeye çalışması, bu cinayetin organizatörünün devlet olduğunu, sadece tetiği bazı karanlık odaklara çektirdiğini ispatlamaktadır.
Bu cinayetin 21 yıldır aydınlatılmaması da bize gösteriyor ki Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetleri Fidan GÜNGÖR’ün katilleriyle geliştirdiği kirli ve karanlık ilişkinin deşifre olmasından, kirli ilişkilerin devletin imajını zedeleyeceği varsayımından yada devleti koruma ve kollama reflekslerinden dolayı örtbas etmektedir.
Son günlerde bazı medya organlarında yayınlanan dönemin içişleri bakanının, devletin bazı karanlık yapılanmalara göz yumduğu, desteklediği ve palazlandırdığına dair açıklamaları ve itiraf niteliğindeki demeçleri devlet ile O’nu kaçıranların geliştirdiği kirli ilişkileri göz ününe sermektedir.
Tüm iktidarlar kamu görevlilerinin işlediği, göz yumarak teşvik ettiği suçlardan kendi dönemlerinde olsun olmasın sorumludur ve bu suçların hesabını vermekle yükümlüdür. İşlenen insanlık suçlarını açığa çıkarmamak, sorumlularını yargılamamak da suçtur. Eğer bir devlet katilleri koruyor, yargı ününe çıkarmıyor ve hesabını sormuyorsa bu, devlet ile katillerin bu cinayeti beraber organize ettiğini ve devletin kirli geçmişi ile hesaplaşma korkusunu yaşadığını açığa çıkarmaktadır.
Dönemin iktidarları bu cinayetleri ve kirli ilişkileri “devlet sırlarının” açığa çıkmaması adına örtbas etti; yargı ise suskun kalarak ve davaları sürüncemede bırakarak sürece katkıda bulundu.
Zorla kaybettirme ya da devletin karanlık yapılarla gerçekleştirdiği ilişkiler devlet terörüdür. Türkiye’de ‘devlet terörünün’ yeteri kadar irdelenmemesi ve ‘devlet suçlarının’ örtbas edilmesi, toplumsal barışın önünde en büyük engel olarak durmaktadır. Devlet acilen terörle mücadele stratejisinin adı olarak tarihe geçen ‘zorla kaybetme’ yöntemini deşifre etmeyi, kayıpları, belgelere dayanarak doğrulamayı, siyaset ve hukuk bilimi gözünden sorunu tartışmayı ve devletin cezasızlık politikasını yeniden değerlendirmek zorundadır.
Zorla kaybetme eylemlerine karışan resmi/ gayri resmi tüm devlet görevlilerinin, militer/ paramiliter/sivil güçlerin sorgulanmaması, yargılanmaması bir tercih ise bu tercihin ne anlama geldiği, bizler çok iyi biliyoruz.
“Devletin ali menfaatleri” söz konusu olduğunda, insan hayatının ‘teferruat’ haline geldiği bir anlayışa, artık herkesin tepki koyması gerekmektedir.
"Uluslararası insan hakları belgelerine göre; devletler egemenlik alanlarında bulunan herkesin temel hak ve özgürlüklerini garanti etmek zorundadır. Bu garanti kamu görevlilerinin insan haklarını ihlal ettiği durumlarda da geçerlidir.
"Yaşam hakkı insanın bütün haklarını kullanabilmesinin en önemli şartıdır. Bu nedenle yaşam hakkının korunması devletlerin güvencesi altındadır. Devletler yaşam hakkını korumak için yasal, idari ve yargısal önlemleri almakla yükümlüdür.
Kendi vatandaşını kaybettirme, yaşam hakkına yönelmiş en büyük saldırıdır; devletin güvencesi altında olan yaşam hakkının devlet eliyle ortadan kaldırılmasıdır. Tüm hukuki, ahlaki, vicdani değerlerin çiğnenmesidir.
İnsanları kaçırarak kaybetme, dünyanın her yerinde bütün insani değerleri hedef alan en zalimane insanlık suçudur. Baskıcı rejimlerin muhaliflerini ortadan kaldırmak, toplumu korkuyla sindirmek için başvurdukları en insanlık dışı uygulamadır.
"İnsanları kaçırarak zorla kaybetmek isteyenlerin gayesi kaybettiği kişiyi isimsiz, kimliksiz, mezarsız bırakarak, toplumsal hafızadan silmektir." Fakat Fidan GÜNGÖR olayında istediklerine asla kavuşamayacaklardır. Fidan GÜNGÖR’ün katillerinden daha uzun yaşayacağını zaman bize göstermiştir. O’nun katilleri çok kirli ithamlarla yad edilirken, bugün O, mazlumiyeti ile fikirleri ile, düşünce dünyası ile ilkelerine ve prensiplerine olan bağlılığı ve bu uğurda seve seve canını vermesi ile yad edilmektedir.
Devletin ilgili birim ve kurumları, insan haklarına duyarlı sivil toplum kuruluşları ve olay hakkında şu veya bu şekilde bilgi ve belge sahibi olan insanlar, insanlığın müşterek değerlerinin ve bir gün kendileri için de lazım olacak bu değerlerin ayaklar altına alınmasına neden ve niçin sessiz kalmaktadır?
İnsanlık değerlerini yitirmemiş, hukukun bir gün herkese lazım olacağına dair inancını kaybetmemiş ve bütün beşer için asgari hukuki müştereklerin ve insan haklarının korunmasına ilişkin kaygılarını rafa kaldırmamış olan bütün kurum ve şahsiyetlerin Fidan GÜNGÖR olayına ilişkin duyarlılık göstereceklerini umuyoruz.
Faili meçhul cinayetler, gözaltında zorla kaybedilmeler gibi insanlık ayıbından kurtulmanın sorumluluğu sadece bu ağır ihlallere maruz kalan mağdurlar, yakınları ve insan hakları savunucularına ait değil başta siyasal iktidar olmak üzere, parlamento, medya, üniversiteler, sendikalar, meslek odaları, cemaatler ve diğer kanaat önderlerine kısacası tüm topluma aittir.
Bu topraklarda yaşayan herkesi mazlumların ve mağdurların hakikat ve adalet talebini desteklemeye çağırıyoruz.
Dünya kamuoyunu zorla kaybedilenler için, kaybedilenlerin aileleri için adalet talep etmeye çağırıyoruz.
Zorla kaybetmeyi siyasi bir yöntem olarak kullanan bütün hükümetleri, bu insanlık suçuna son vermeye ve FİDAN GÜNGÖR cinayetini aydınlatmaya çağırıyoruz.
Siyasal iktidarı, Birleşmiş Milletler İlkelerine uygun davranmaya, kesin, açık ve denetim ilkelerine uygun işleyiş mekanizmaları oluşturmaya çağırıyoruz.
Kayıpların akıbeti aydınlanıncaya, suçlular yargı önüne çıkarılıncaya kadar hayatın her alanında bunun takipçisi olacağız.
Fidan GÜNGÖR olayı meçhul kaldığı sürece, devletin alakalı birimleri bu vebalin ve insanlık suçunun ithamı altında kalacaktır. Olayı ister kendileri yapmış olsun, ister Ergenekon yapmış olsun, isterse kendilerine bağlı bir çeteye yaptırmış olsunlar, olayı aydınlatma gücüne ve imkanına sahiptirler. Bu güçlerini kullanmadıkları sürece, zan altında kalacaklardır. Aynı şekilde konuya ilişkin bilgi ve belge sahibi olan diğer insanlar ve gruplar da.
Bizim muhatabımız devlettir ve hesap soracağımız merci de orasıdır. Devlet, kendi eli ile oluşturduğu çetelerin hesabını vermek ve bu çetelerden hesap sormakla yükümlüdür.
ÖZE DÖNÜŞ HAREKETİ
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Öze Dönüş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.