Çeşitliliğin ve farklılığın faydası ve güzelliği elbette önemli ve gereklidir. Ancak farklılıklar ana zeminde kalınarak ve din içerisinde yeni bir din oluşturmadan, dine yeni ritüeller ve kutsallar katmadan olduğu müddetçe güzeldir. Doğru metinler, doğru zihinler ve doğru bir iklim üzerine farklılık rahmet olmaktadır.
Ortadoğu’nun yani kadim İslam coğrafyasının yaşadığı problemleri ve bu problemlerin dışa vurum şekilleri, üzerine fazlaca düşünmemiz ve tedbir almamız gereken bir konudur. Coğrafyanın yaşadığı daha doğru bir ifadeyle yaşamaya mahkûm edildiği siyasi ve bu siyasetin alt kümesi olan diğer alanlardaki şartlar sorun üretmeye uygun koşulları doğurmaktadır. Sebep sonuç ilişkisi bağlamında meseleye bakmak, sorunu teşhis ve yapılması gerekenleri ve öncelikleri belirler. Coğrafyamızın bugünkü malum şartlarda olmasının üç ana unsuru olduğu kanaatindeyim.
1- İslam’ın yorumlanmasında tarihsel yanılgılara düşülmesi
2- Müslüman toplumların ve kurumların ağır bir hantallık ve buhran halinde olması
3- Batının ezici bir modernleşme başarısı
İlk dönem İslami okumalar ve bunun yaşama akseden şekli ile sonraki dönemlerin ihtiyaçları bu ihtiyaçların dini alanda yarattığı zorlama yorumlar ve dini yaşam formu arasında ciddi farklar oluştuğunu müşahede etmekteyiz. İktidarı ele geçirme, daha sonra ise iktidarı elinde muhafaza etme içgüdüleriyle başlayan inhiraf bir alışkanlık ve kötüye vesile olacak bir yol haline geldi. Bu bozulma/sapma birçok mevzuda suni bir düşünce ve eylem dünyasına ön ayak olmuş özden beslenmeyen ihtiraslı ve fehmedemeyen kişiler ve odakların oluşumuna zemin oluşturmuştur. Bunun en önemli örneği olarak temel referanslarımızın en önemlilerinden olan ‘’hadis’’ gösterilebilir. Temel kaynaklarımızdan olan hadis maalesef birey bazlı çıkarlardan tutun saltanatın bekasına kadar birçok mevzu için müdahaleye uğrayan bir alan olmuştur. Bu amaçlar için hadis külliyatlarına tahrif edici, asıl maksattan uzaklaştırıcı İslam’ın ruhuyla uyuşmayan binlerce uydurma öğe sokuldu. Bu durumun kendisi bile tek başına bazı sorunlarımızı izah etmeye yetmektedir. Her ne kadar hadis konusunda bu durumu düzeltmeye çabalayanlar olmuşsa da genel olarak ortaya konan yanlış kutsama usulleri ciddi sonuçları engellemiştir.
Saltanatı ya da çıkarı ayakta tutma adına girişilen ve başlatılan bu suni dini yorum ve metinler yeni metodolojiler ve örgüler, zamanla dinin gereği ya da ruhu imiş muamelesi görmeye başladılar. Dinde meydana getirilen böyle bir durum sınırları aşan bir yelpazenin de oluşmasına zemin hazırladı. Çeşitliliğin ve farklılığın faydası ve güzelliği elbette önemli ve gereklidir. Ancak farklılıklar ana zeminde kalınarak ve din içerisinde yeni bir din oluşturmadan, dine yeni ritüeller ve kutsallar katmadan olduğu müddetçe güzeldir. Doğru metinler, doğru zihinler ve doğru bir iklim üzerine farklılık rahmet olmaktadır.
Tarihsel gelişim sürecimiz maalesef asrısaadetin ruhuna bazen uymayan Müslüman toplumların oluşmasını sağladı. Bahsettiğimiz alanın dini alan olması ve din adına ortaya konanlarının etki alanı hesaba katılarak düşünüldüğünde tahribatın yarattığı dezavantaj daha doğru anlaşılır. Tarihi tecrübedeki olumsuzlukların eleştiriye tabi tutulamayışı, selefin yorumlarının dinin kendisi gibi kabul görmesi şartları zora sokan olgular olmuştur. Zamanla kendi sapkınlığına ve ihtiraslarına meşruiyet bulmak isteyenler İslam tarihinde kendilerine fazlaca metin bulmaya başladılar. Bugün 21. yüzyılda insanlığa İslam’ı ve Müslüman’ı çok çarpık bir şekilde sunanların başvuru kılavuzu, bu tarihimizdeki dine ait olmayan ancak dinleştirilen yorumlardır. Bugün kadına bakış, sosyal statüler, zalim idareye karşı tutumlar, İslam’ın insanlara teklifi, davet şekli, cihad vs birçok mevzuda sağlıklı anlamlar çıkmaması ve İslam’a yakışmayan uygulamaların meydanda olması başka türlü izah edilemez.
Fikir ve eylem dünyamızın bir kısmının yüzyıllar önce oluşan yanılgılar ve hatalar üzerine bugün inşa edilme çabaları, dine ve dine göre hayatını şekillendirme çabasında olan milyonları dün olduğu gibi bugün ve yarın da sıkıntıya sokacak önemli bir problemdir. Bu duruma bir de meseleden yararlanmaya çalışan emperyalist bir batı eklenince olayın vahameti daha da artmaktadır.
Yukarda dile getirdiğimiz duruma bir de ümmetin uzun bir zamandır duçar olduğu sessizlik ve atalet hali eklenince olay tam da bir ızdıraba dönüşmektedir. Sadece ızdırabla da kalmıyor, bir yenilgi psikolojisine, beraberinde alçaklık kompleksi ve psikolojik bozukluklara sebep oluyor.
Muazzam bir medeniyet havzasına mensup olup bu medeniyetin avantajlarını kullanamamak ayrı bir derttir. İslam’ın insanı ve toplumu değiştirip/dönüştüren ve mutlu etme formülü üzerine kurulu yaşam esprisi, yerini değişemeyen dönüşemeyen ve mutlu olamayan bir hâle bıraktı. İslam coğrafyaları esaret, açlık, geri kalmışlık ve kavgalı coğrafyalara dönüştü. Dini yaşam veya Müslüman olmak, eşittir acı çekmek değildir. Aç kalmak, açıkta kalmak hiç değildir. Sömürülmek ve özgürlüklerden taviz vermek İslam’a ve Müslüman’a asla yakışmaz. Elbette yaşam içerisinde zaman zaman sıkıntılar olacaktır. Ama kendi eliyle kendine böyle bir kaderi reva görmek kabul edilemez. Varlık içerisinde yokluğu yaşamak doğru değildir.
Müslüman toplum için din bir çıkış noktası ve temel faktördür. Hayat din ile giydirilir. Din hayatın her alanına hâkimdir ve doğrular da ‘’yanlışlar da’’ dinden kaynaklanmaktadır ( Maalesef dini bilgi ve anlama kapasitesindeki seviye yeterli olmayınca, bazen yanlış dini kabuller ile dini yaşadığını düşünen ciddi bir kitlenin varlığı söz konusudur). Ya doğru bir din anlayışı; ya da yanlış bir din anlayışı vardır ve buna göre yaşam idame ettirilir. Buradaki bu durum bilinç açısından eleştiriye tabi tutulabilir. Araştırılan, tetkik edilenden ziyade gelenekten gelen ve hal üzerine bir din anlayışı sıklıkla görülür. Hal böyle iken dinin kendisini anlamak ve onu yaşamak konusunda sapmalar yaşamamız bizi dünyadan da ahiretten de uzaklaştırmaktadır. Dünyamız bir zindana dönüşüyor, ahiretimiz ise belirsizleşmektedir. Zira istenilen Müslüman profilinden uzaklaşmış durumdayız.
Ümmet, bünyesinde barındırdığı potansiyelin zıddı bir performans göstererek son birkaç yüzyılda varlık gösterememiş ve bu durum batı çıkışlı modern emperyalist akım karşısında mevzi kaybettirtmiştir. Batının her yönüyle müdahalesine ve kurgusuna boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bu sadece bizim zayıflığımızdan kaynaklanmadı. Batının bu durumu, bilimde elde ettikleri başarının ve gayretin de sonucuydu. 19/20/21 yüzyıllar batı dünyasının modernleşme ve ilerlemesine şahit olunan çağlar oldu. Bu başarı hikâyesi kendi içerisinde elbette büyük ahlaki çöküntü ve zulüm içeren bir durumu da barındırmaktadır.
Doğunun zayıflaması batının güçlenmesi ve oluşan yeni dengelerin muhafazası beraberinde yeni siyaset ve stratejiler doğurdu.
Avrupa menşeli olan ve ABD liderliğinde oluşan yenidünya, temel olarak elde ettiği mevziinin muhafazasının yegâne kuralı olarak, İslam coğrafyasının barındırdığı potansiyelin mahkûm edilmesi olarak belirledi. Bu yaklaşım şudur: Küresel güçler kendi konumlarını ve egemenliklerini muhafaza edebilmek için onlara rakip olacak veya mevcut çıkarlarını tehdit edecek tarihsel ve medeniyet alt yapısına sahip önemli bir rakip olarak gördüklerine karşı hayat hakkı tanımayacak bir muameleye tabi tutulacaklar.
İslam toplumlarının siyasette, ekonomide, bilimde elde edecekleri başarı doğal olarak dünyada söz hakkı elde etmelerine ve dünyadaki çıkar eksenli siyasetlere karşı yeni siyasetler ve konumlanmaları beraberinde getirecektir. Zira olumsuz örnekliklere rağmen İslam’ın ve Müslüman’ın bünyesinde barındırdığı güç ve olumluluk Batı’yı rahatsız eden ve çıkarları riske eden önemli bir durumdur. Bu mesele bazen yanlış anlamalara ve analizlere de vesile olmaktadır. Batı, doğulu toplumların dinini dini bir meseleden ele alıp muamele etmiyor. Batı doğunun barındırdığı insancıl ve devrimci çözümlere kökten çözüm olarak, dinde sapmalara vesile oluyor. Batının doğuyu cennete götürmek gibi bir derdi ve çabası da yoktur. Kara Afrika’da siyahilere misyonerlik çabası, siyahileri cennete ulaştırmayı hedeflemiyordu; sadece ellerindeki kaynakları ele geçirme, çiftlik ve fabrikalarında çalışacak köleler bulma gayretiydi. Siyahilerin ellerinde toprakları ve kaynakları vardı batılıların ise İncilleri vardı. Afrikalılar gözlerini açıp kapayınca bir takasın oluştuğunu gördüler; ama iş işten geçmişti. İncil Afrikalılarda, kaynaklar Batılılarda… Bu batının Afrika çözümü idi. Bir de İslam coğrafyaları vardı halledilmesi ve mahkûm edilmesi gereken.
Batı bir medeni anlayışı ancak kendi kodlarından uzaklaştırarak alt edebileceğinin farkında. Bu çerçevede muazzam bir operasyon devreye sokuldu. Zamanı aşan imkânı aşan aklı aşan bir çaba. Yüzyıllık gerçekleşmeler boyutunda stratejiler geliştirildi. İslam coğrafyasının ayağa kalkmaması ve kendisine tehdit oluşturmaması için elinden geleni ardına koymadı. Kültürel emperyalizmden tutunda dindeki tahrifatlara, teknoloji ve bilimsel araştırmalara, askeri kabiliyetlere kadar birçok alanda engelleyici ve yok edici tedbirler alındı ve devreye sokuldu. Fiziksel olarak elde edilen kazanımlarına bir de dinin İslam toplumundaki etkisini de hesaplayarak “dine karşı dini” devreye aldılar. Son zamanlarda da sıklıkla şahit olduğumuz üzere din adına dinin tasvip etmediği birçok meselenin hayat bulmasının arkasında oluşan lojistiğin batı olduğu saklanılamayacak bir gerçektir.
Batı Müslüman toplumların dini değerleriyle oynamaya ve terörize etmeyi bir yönteme dönüştürdü. Bu yöntem davanın haklılığını zedeleyen önemli bir silaha dönüştü. İki önemli sonucu da beraberinde doğurdu.
Birincisi Müslüman toplumlarda özgüven problemi yaratan kendini yanlış ve aşağı görme psikolojisini doğurdu. Karşılaşılan problemlerin kaynağının din olduğu iddiasını kale almaya başlanması gibi nokta atış sayılacak bir toplumsal tartışma yaratıldı. Aslında bu örnekliğin tecrübî bir örnek oluşu, Batı için başvurulan bir yöntem oldu. Hıristiyanlığın serüveni incelendiğinde bu mesele daha iyi anlaşılır. Hıristiyanlığın Roma ile teması ve Roma’nın yarattığı baskılar daha sonra ki erklerin yaklaşımı batıya kontrol altında bir din oluşumunu sağladı. Ortaçağ mezhep savaşları ve bu savaşlar üzerine oluşturulan dinin suçlanması olgusu Hıristiyanlığı apayrı bir çehreye soktu. Yine bugün Batılı odakların görüşü İslam’ın da kendi iç yenilmişlik hislerinin oluşturulmasıyla dinde değişim ve misyon yitirmesi sağlanarak kontrol edilebilinir bir hale dönüştürülmeli fikridir.
İkincisi Batı’nın göçmen nüfus marifeti başta olmak üzere İslam’dan etkilenen nüfusunu, İslam lehine olan değişimini engellemek için islamofobiyi oluşturmaktı. İslam’ın dinamik yapısı, bireyi ve toplumu etkileme kabiliyeti Avrupa başta olmak üzere iç nüfus endişelerini güçlendirdi ve bu konuda ahlaki sınırları altüst eden bir algı oluşturuldu. Batılı insanı İslam’ın hiç de hak etmediği bir biçimde tanımasına ve bu tanımlama üzerine arasına mesafe koymasına vesile olmaya başladı.
Batı, duyduğu endişeler ve kendi çıkarları için İslam coğrafyasında şiddet eksenli yoğun bir politika uyguluyor. Bu durumun dinamikleri ana eksen olarak batıdır. Tabi ki bu konuda bize ait suçlar da mevcuttur; ancak zayıflığımızın getirdiği dezavantajlar bizi bu duruma sokmaktadır. Müslümanlar İslam’ın hiç de tasvip etmediği bu öldürme üzerine dayalı sorun çözme yöntemini İslam’ın bünyesinden türetmedi. Hz. Muhammed(as) Mekke’nin fethi sırasında Halid bin Velid komutasındaki bir birlik tarafından ufak çaplı bile olsa meydana gelen olaylardan dolayı rabbine şu nidada bulunuyor ‘’Bu durumdan beriyim ya rabbim’’ Bu anlayışın sahibi bir mektepten bugünkü tablo türemez. Müslümanlar eğer bu dinin ilk tebliğcisi ve öğretmenini hakkıyla dinlemiş ve taklit etmiş olsalardı dinden bu tablonun asla zuhur etmeyeceğine de şahit olacaklardı. Bu tablo zayıf kalmış bir coğrafyanın ona dayatılan usullerle yaşamaya mahkûm olma durumudur.
Alev kapanına dönmüş ve suni sorunlarla hemhal olan İslam coğrafyasında komplike bir sıkıntı var. Bu sıkıntılar elbette kendi devinimi ve insani olan insanlık tecrübesi çerçevesinde çözüme ulaşabilir. Çözüm için iki noktanın hayati olduğuna inanmaktayım:
1- Batının İslam toplumlarını terörize etme çabalarına engel olmak. Batının sağladığı lojistik imkânlarla, başta şiddet olmak üzere her türlü menfi oluşum ve çabanın bertaraf edilmesi yeniden kendimize ve dünyaya şifa olmanın adımı olacaktır. Batının emperyalist emellerine karşı toplumlarımızın ortak paydalar çerçevesinde direnç oluşturması ve bu direncin ana teması olarak da “yaşanabilir bir dünya” kurgusu önemli bir değer olacaktır. Batının iyi niyetten uzak ve ahlaktan yoksun emelleri yeryüzünün fesadına sebep oluyorsa buna karşı fesadın mağdurlarının ayağa kalkması elzemdir. İslam’ı ve Müslüman’ı terörle eşleştiren her türlü yaklaşıma karşı güçlü bir karşı hamle gerekmektedir. Yeryüzünü inşa etme sorululuğuna sahip olduğumuz bir inanca sahibiz ve bu inancımızın bu şekliyle meşhur oluşunu sağlamak elzemdir.
2- Sorunun çözümünün bir diğer ana unsuru Müslüman toplumların kendi özlerine dönmelerinden geçmektedir. Müslümanlar hayat felsefelerini, fikriyatlarını, amellerini, ahlaklarını işlerine gelen yâda bozdurulan şekliyle değil Allah’ın onlardan istediği bir tarzda yeniden inşa etmelidir. Allah’ın muradının ne olduğu ve İslam’ın bireye, topluma hangi sorumlulukları yüklediğinin farkında olarak zayıflıklarının nasıl giderileceği malumdur. Yeter ki irade oluşturulsun ve mevcut hali kader olarak görmesin.
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8