Şimdi coğrafyamız perişan, halklarımız darmadağın, çocuklarımız kıyıya vuran balık sürüsü gibi telef olmuş, dinlere, peygamberlere, kitaplara şahitlik eden kutsal beldelerimiz yerle yeksan bir halde. Bu akıbeti biz hazırladık.
Özgürlük
Uğruna nice kavgaların verildiği, nice toplumların yok olduğu, nice destanların yazıldığı, nice tarihlerin yazıldığı şu yeryüzündeki en büyük davadır özgürlük. Her din, her toplum, her fikir, her ulus, her düşünce kendi özgürlüğünün savaşını verirler şu yeryüzünde. Dünya hayatında en büyük kavganın adıdır özgürlük. Özgürlük bir sevdadır, bir aşktır, bir idealdir ve en önemlisi var oluş gayesidir. Özgürlük, uğrunda savaşmaya, ölmeye, yok olmaya layık tek davadır. Özgürlük; var olmanın, hayata tutunmanın, diri kalmanın adıdır. Özgürlük; öz olmak, özgün olmak, özel olmak demektir. En önemlisi özgürlük var olmanın ta kendisidir. Dünya tarihi film şeridi gibi şöyle bir göz önünden geçirildiğinde yapılan mücadelelerin, verilen kavgaların, yaşanan savaşların en önemli sebebinin özgürlük olduğu görülecektir. Milletler, devletler ve dinler tarihi kuşbakışı bir açıdan gözden geçirildiğinde Dünya hayatında cereyan eden tüm mücadeleninözgürlük uğruna olduğu görülecektir.Çünkü ancak böyle kutsal ve yüce bir amaç uğruna bunca bedel ödenebilir.
Özgürlük Mücadelesi
Özgürlük mücadelesi, Hz. Adem ile başladı ve o günden bu güne hep devam ede geldi. Hz. Adem, ilk özgürlük savaşçısıdır. İnsanlığın atası ve ilk insan olan Hz. Adem, bu ilk özgürlük mücadelesini şeytana karşı verdi. Kendisine, Yaradan tarafından verilen misyonu yerine getirebilmek uğruna şeytanın saptırmalarına, çelmelerine, tuzaklarına, hilelerine karşı ilk mücadeleyi verdi ve bu mücadele biz Âdemoğluna miras kaldı. İlk atamız olan Hz. Âdem’den bize kalan bu Özgürlük mücadelesi artık biz Ademoğlu için bir ölüm kalım mücadelesi oldu. Daha sonra bu özgürlükmücadelesi, tüm Peygamberler, Salih ve yiğit insanların eliyle yürütüldü.Hz. İbrahim’in Nemruta karşı, Hz. Musa’nın Firavuna karşı verdiği savaş, özgürlük savaşıydı. Ayrıca bu özgürlük mücadelesi, kendisini esaret altında hisseden her toplumun, her düşüncenin, her kişinin davası oldu. Aslında bu her kişinin değil, Er kişinin davası oldu ve günümüze kadar böylece süregeldi. Dünya arenası nice özgürlük mücadelelerine sahne oldu. Özgürlük mücadelesinin en kutlu örneğini yürütenkişi, yeryüzünün en nadide kişisi olan Hz. Muhammed(sav) oldu. O(sav), bu davayı Peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim’den(as) devralmıştı. Hz. İbrahim’in bu kutlu yolunun sloganı kutlu kitabımızda şöyle yer almıştı; “İbrahim ardından geleceklere, (Ancak beni yaratana ibadet ederim) sözünü devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Artık belki doğru yola dönerler.”(1)Hz. Peygamberin(sav); Bu kutlu ÖzgürlükMücadelesi,Müdessir suresi 2.ayeti ile start alıyordu. Burada ilk defa Allah Rasulü’ne, “Kalk ve halka gitmekte oldukları yolun sonucundan onları korkut ve dünyada Allah’tan başka yücelttiklerinin yerine sen yalnızca O’nun yüceliğini haykır!” (2) emri verilmiştir.Hz. Peygamber(sav); ardına Arapları takıp ırki bir mücadele vermemişti, ardına fakirleri takıp bir yoksulluk mücadelesi vermemişti, ardına köleleri takıp bir sınıf mücadelesi vermemişti. Bu şekilde yapsaydı amacına daha kolay ve kısa yoldan ulaşabilirdi. Ama o bu kolaycılığa ve basitliğe asla kaçmadı. O(sav); ardına, kula kul olmayı kabul etmeyerek tek bir Yüce Yaradana kul olmayı şiar edinen yalın ayaklı mazlum mustazafları takmıştı. O(sav),Özgürlük Savaşını, nefislerini putlaştırıp şeytanın maskarası olan, insanları kendi heva ve hevesleri uğruna sömürerek semizleşen ağababalara, bütün bunlardan rant devşiren, giysilerini yerde sürüyerek, kibirle yeryüzünde yürüyüp Yaradana baş kaldıran azgınlara karşı başlatmıştı. O(sav), Özgürlük Savaşını; sadece ve sadece Yaradana kulluk etmenin önünde engel olan, kula kullukla dümenlerini çeviren, putperest sistemle çarklarını döndüren, ticaretlerini bu düzenin üzerine temellendiren inanç istismarcılarına karşı başlattı. Onun Özgürlük hareketi, Öze dönüşü, özgün olmayı hedefleyen, Âdemoğlunun kal-u belada vermiş olduğu o sözü(3) hatırlatıp bu söze uymayı, bu misaka uygun yaşamayı vaazeden bir hareketti. Onun Özgürlük hareketi, kula kulluktan men edip Rabbe kulluğu haykıran bir hareketti. O(sav); bu özgürlük hareketini, nefret, intikam gibi hissi duygular üzerine temellendirmedi. O(sav), bu özgürlük hareketini, iman, inanç, edep, haya, saygı ve sevgi üzerinde temellendirdi. Bu Özgürlük hareketini, çekirdekten yetiştirdiği, iliklerine kadar takva ve samimiyet, bağlılık ve ünsiyetle, ona;“anam babam sana feda olsun Ya Resulallah” diyecek kadar tarifsiz bağlarla bağlı yıldızlar takımı ile başlattı. Bu Özgürlük mektebinde öyle şahsiyetler yetiştirdi ki dünya var olduvar olalı böyle bir ekip ne geldi ne de gelecek. Kimler yoktu ki bu Özgürlük hareketinde; Ebubekirler, Ömerler,Osmanlar, Aliler, Ebu Zerler ve daha nice Yiğitler, Cömertler, Abitler, Zahitler, Mücahitler…
Özgürlüğün sloganı; La ilahe illallah
İslam, şu yeryüzünün en büyük özgürlük hareketidir. Dünyanın her köşesinde minarelerden günde beş vakit okunan Ezan-ı Muhammedi, Allahu Ekber nidalarıyla insanı, sadece ve sadece Allah’a kul olmaya çağırarak hiçbir güce, hiçbir makama, hiçbir zenginliğe aldanmaması, gönül bağlamaması, tutkunu olmaması yönünde uyarmakta, uyandırmakta ve ayağa kaldırmaktadır. İnsanın önünde diz çökebileceği, secdeye varabileceği, dua edip talepte bulunabileceği yegâne güç Allah’tır ve bu günde beş vakit, gece gündüz, günün başında günün sonunda haykırılmakta, ilan edilmektedir. Namaz ile gerçek özgürlüğe davet edilen Müslüman, sadece ve sadece Yaradanının karşısında el pençe divan durmakta, rükuya vararak eğilmekte, secdeye giderek yoluna baş koymakta, böylelikle sahte hiçbir ilah, geçici hiçbir güç ve otorite, ayartıcı hiçbir haz ve heves, Allah’a teslim olan kulunu hak bildiği yoldan çevirememektedir. Yeryüzünün bu en büyük Özgürlük hareketinde inanmış kul; La İlahe İllallah haykırışıyla; önce sahte tüm put ve ilahları elinin tersiyle silip atmakta sonra da gerçek İlah olan Allah’ın varlığını kabul ederek ona kulluğunu ikrar etmektedir. Gerçek Özgürlüğü yakalamış kul, günde beş vakit karşısına çıktığı Yaradanına “(Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.”(4) Beyanı ile biat etmekte, sadece ve sadece Rabbine olan kulluğu ile gerçek özgürlüğünü haykırmaktadır. Bu haykırışıyla Ademoğlu; Allah’a kulluğunu ilan etmekte, böylelikle onu esaret altında tutabilecek tüm kölelik düzenlerini elinin tersi ile itmektedir. Böylelikle İnanmış bir Mü’min; Kulluğa yakın Kölelikten uzak kalmış olmaktadır.Özgürlük; Allah ve Resulünün yoluna taş koymakla değil baş koymakla, Allah inancını pazarlıksız, şartsız ve koşulsuz taa iliklerine kadar hissetmekle, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan inancını dosdoğru yaşamakla, ayağına dolanan dünyevi tüm prangaları parçalamakla, samimiyeti,yürek ile aklın ortak mutabakatı ile ve buralarda sipere yatmış her türlü çeldiricileri defetmekle, tüm hazları, heva ve hevesleri elinin tersi ile itmekle, nefsi terbiye edip adam etmekle olur. İnsanı esaret altına alıp tutsak durumuna düşüren halleri yenmekle olur, tıpkı Üstad Ali Şeriatinin dediği gibi“İnsan dört zorlayıcının/cebrin etkisindedir; bu dört zorlayıcı gücün etkisinden özünü kurtarınca özde insan olabilir ve gerçek anlamı ile insan olmak bu dört zindandan kurtularak özgürlüğün elde edilmesine bağlıdır. İnsanın dört zindanı olan doğa, tarih, toplum ve kendisinden oluşan zindanlardan kurtulmakla olur. İnsan; Tarihin, Doğanın ve Toplumun zindanından bilimle kurtulabilir, kendi zindanından ise inançla ve aşkla kurtulur.” (5)
Öze Ve Özgürlüğe Dönüş
Bugün şu yeryüzünde Özgürlüğe en çok hasreti ve ihtiyacı olantek beldeİslam âlemidir. İslam âlemi; başlarına çullanmış Müslüman görünümlü yöneticilerin esareti altındadır.İslam âlemi, batının bize bulaştırmış olduğu ırkçılık hastalığının esareti altındadır. İslam âlemi, dinin yaşanmasında kolaylık için ortaya çıkmış ancak daha sonra yanlış yorumlanarak bu âlemi yangın yerine çeviren mezhep ayrılıklarının esareti altındadır. İslam âlemi, birlik ve beraberlikten yoksun olup bu nedenle batının maskarası olmanın zilleti içindedir. Şu zamanda İslam, İslam adına esaret altına alınmak istenmektedir. İslam adı altında ortaya çıkan nice sapkın grup ya da düşünceler, İslam’ın önündeki en büyük badirelerdir. Evet, batı özgürlüğümüzü elimizden tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla aldı. Bunun için çok emek harcamadı, çok masraf etmedi, çok mesaisini vermedi. Bizi bizle, zaaflarımızla, rehavetimizle, gafletimizle vurdu. Bugün özelde Ortadoğu, genelde tüm İslam âlemini savaş alanına çevirmiş, üstelik de bunu içimizdeki teferruatları ayrılık, aykırılık olarak bulup kaşıyarak yapmıştır. İslam’ı bir mirasyedi gibi harcayan, dünyayı ebedi mesken olarak belleyen, sadece adı sanı Müslüman olup yaşantısı ile hiçbir dini andırmayan, Kur’anı mezarlıklara hapseden, Peygamberi bir vahiy postacısı olarak gören Müslümanlık anlayışımızla Özgürlüğümüzü yitirdik. Şimdi coğrafyamız perişan, halklarımız darmadağın, çocuklarımız kıyıya vuran balık sürüsü gibi telef olmuş, dinlere, peygamberlere, kitaplara şahitlik eden kutsal beldelerimiz yerle yeksan bir halde. Bu akıbeti biz hazırladık. Özgür olmanın,özgür kalmanın bir bedeli olduğunu unuttuk, unutturulduk. Ne zaman ki gaflete dalıp dünyevi tutku ve arzulara esir olduk, içimizdeki farlılıkları ayrılık olarak gördük, işte o zaman Özgürlüğümüz elimizden bir kuş gibi uçuverdi. Şimdi tekrar Özgür olmanın, Özgürleşmenin zamanıdır. Bu zillet, bu hezimet böyle devam etmeyecek. Yere düşen bu İslam sancağıer geç yerden kalkacak ve hak ettiği konuma yükselecektir İnşallah. Mağarada uyuyan Ashab-ı Kehf misali bu ümmet uyanacak ve tekrar Özgürlüğüne kavuşacaktır İnşallah.
Esaretin Kalesi; Tarihi Sinop Cezaevi
Hakkında bunca destan yazılan, bunca bedel ödenen başka da bir değer yoktur herhalde. Her sazın telinde, her şiirin mısralarında, her güvercinin kanadında, her şarkının sözlerinde izleri bulunur Özgürlüğün. Böyle şiirlerin yazıldığı, böyle şarkıların dillendirildiği bir yerdir Tarihi Sinop Cezaevi. Zamanın birinde Tarihi Sinop Cezaevini gezdiğimde içime sinen o rutubetli ve isli havayı teneffüs ettiğimde, o deniz havasıyla nemlenip küflenmiş duvarları, pas tutmuş parmaklık ve demir kapıları, iğne ucu kadar bile ışığın girmediği hücreleri ve zindanları, kalın kalın zincirlerin yer aldığı tecrit odalarını, deniz kenarında olmasına rağmen denizin bir parçasının bile görünmesine müsaade etmeyen devasa duvarları, mahkûmların çektiği acıların, çilelerin duvarlarına sindiği koğuşları gördüğümde bir nebze de olsa, esaretin acısını yüreğimin ta derinliklerinde hissettim. Hayalimde, kim bilir memleketin hangi ücra köşelerinden gelmiş, burada gencecik bedeniyle ciğerinin, soluğunun rutubetle tükenmesi ile yavaş yavaş bir çiçek gibi solarak ölüp giden tutsaklar canlandı. Cezaevinin kapısında yazılan bir yazı ise Özgürlüğün aslında hayatın ta kendisi olduğunu anlatacak türdendi: 29-3-1956 tarihli ve Hüseyin Pehlivan ismi ile şöyle yazılmıştı o yazı: “Lezzeti Gurbette, Meyyüsolda gör, Cevheri Hürriyeti, Bir kereMahkûm Olda Gör.” Orada yatanlardan biri olan Sabahattin Ali’nin de dediği gibi; ‘…denizin sesini duyup, mavisini görememek insanoğlunun çekeceği en büyük işkencelerdendir…” Orada geçirdiğim birkaç saatlik sürede mırıldandığım; “Dışarda mevsim baharmış, Gezip dolaşanlar varmış, Günler su gibi akarmış, Geçmiyor günler geçmiyor” , “Dışarda deli dalgalar, Gelir duvarları yalar, Seni bu sesler oyalar, Aldırma gönül aldırma”(6) sözleri kulaklarımda yankılandı.
Bir Cezaevi Hikâyesi
Cezaevleri sadece içinde yatanların hüküm giydikleri yerler değildir, onların aileleri, çocukları, sevenleri de bu hükmü giymiştir. Esaret, sadece orada yatan için değil, asıl dışarıda onu hasret ile bekleyenler için daha ağırdır, daha çekilmezdir. Özgürlüğün kaybedilmesinin en ağır faturası bu olsa gerek; sevdiklerinden ayrı geçirilen yıllar, kaybolan zamanlar, yaşanmamış sayılan anlar. Kimilerine göre ümmetin masumları olan bu insanların kaderleri hüzün vericidir, acıdır, kederlidir. Babasından ayrı düşmüş bir küçük kızın öyküsü vardır ki dilden dile anlatılan, içimi acıtır, hüzün verir bana, yüreğim burkulur, gözlerim buğulanır. Bu hikâye gibi daha nice hikâyeler vardır elbet, ancak böylesini hatırladığımda ilkin küçük kızım gelir aklıma, ağlarım tüm baba ve evlat ayrılıklarına. Küçük kızın babası memleketin birinde en ağır siyasi cezalarının verildiği bir cezaevinde mahkûmdu. Küçük kız, annesiyle birlikte fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret etmek için cezaevine giderdi. Yine bir gün ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü, ancak cezaevi kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü eşyanın mahkûmlara verilmesi yasaktı. Bu nedenle görevliler, küçük kızın çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı. Küçük kız çok üzülmüştü… Babasına bu olayı anlattığı zaman, babası, “üzülme kızım; yine çizersin”, dedi “fakat bu kez çizdiklerine dikkat edersin, olur mu?” Küçük kız bir başka ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Küçük kız bu kez kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Baba keyifle resme bakarken, “ne güzel bir ağaç bu” dedi “üzerindeki benekler nedir, portakal mı?” Küçük kız babasının kulağına şöyle fısıldadı: “o benekler ağacın içine saklanan kuşların gözleri…”
Adı da ruhu da Özgür olan Özgür kardeşime;
Ve bir Özgür vardı bu dünyada. Her türlü önyargıdan, her türlü suizandan, her türlü korkudan Özgür bir Özgür. Bu öyle bir Özgür’dü ki belki onyıllarca ruhu ve kişiliği ile esaret altında yaşamaktansa 30 küsur yıl Özgür olarak yaşayan bir Özgür. Bu öyle bir Özgür’dü ki; yaşadığı çevrede ‘acaba’ diye düşünmeden herkesle, herkesimle içinden geldiği gibi Özgürce diyaloğa giren bir Özgürdü. Onun Ömrü, her türlü görünmez yüzlerce prangayla yaşayan, kalbi, ruhu, duyguları, tavırları esaret altında olan bir adamcağıza göre belki kâğıt üzerinde kısa görünebilirdi, ancak o, otuz küsur yıl Özgür olarak yaşadı, Özgürce yaşadı ve Özgür olarak öldü. Hayatı temiz ve özdü. Adam gibi Özgürce yaşadı ve Özgürlüğe yakışır bir şekilde bu dünyadan ebedi âleme göçüp gitti. Onun gidişi, bu dünyada esaret altında olmaktansa Yaradana sığınıp baki âlemde Özgür olarak yaşamaktı(biiznillah). Onda, çevresinde yaşayan insanların ırkı, dili, kavmi önemli değildi. Mevkisi, makamı, kariyeri, malı, parası önemli değildi. Onun kriteri, İnsanlık olarak fakir olmamak, ahlakça düşkün olmamaktı. Gerisi kayda değer bir nitelik, bir zenginlik değildi. Özgür, bir Ocak ayı akşamında veda etti tüm Özgür(lük) düşkünlerine. Esir dünyadan Özgür âleme hicret etti. Geride bıraktığı 6 yaşındaki tek çocuğu; “anne lütfen üzülme, babamın tüm acıları dindi, şimdi cennette bizi bekliyor” sözleriyle Özgür bir babanın Özgür bir evladı olarak sesleniyordu annesinin şahsında tüm dünyaya. Üzülme diyordu, çünkü Özgür(lük)ler asla ölmezdi, Özgür insanlar asla yokluğa mahküm değildi, Özgür şu dar dünyanın kalıplarından baki âlemin geniş ve Özgür sularına yelken açmıştı. Özgür,sahili selamete göçmüş, dünyevi tüm bağlardan azade olmuştu. Özgür Özgürlüğüne kavuşmuştu, onu esir eden o beden hapsinden Özgür olan ruhuna kavuşmuştu. Onu sıkan, onu sıkboğaz eden beden kalıbından kurtulmuş, Yaradan’ının sonsuz rahmetine sığınmıştı. Özgür Garipti, tıpkı Özgürlük gibi.
Özgürlükduası
Ya Rab! Bizleri ırkçılığın esaretinden Azad et, bizleri kavmiyetçilik taassubundan Azad et, bizleri mezhepçilik ayırımından Azad et, bizleri nefislerimizin, kin, nefret, haset gibi hastalıklarından Azad et, bizi, birbirimize karşı tahammülsüzlüğümüzden, çekememezliğimizden, kibir ve gururumuzdan Azad et. Irkları, dilleri, renkleri sen yarattın, ama zalim ve azgınlar onu ayrılık vegayrılığa, sınıf ayrımına malzeme ettiler, bizi bunların zulmünden Azad et. Senin takdirinle bizler bölgelere, coğrafyalara, kabilelere ayrıldık, birbirimizi daha iyi tanıyalım ve kaynaşalım diye ırklara ayrıldık, ancak zalim ve azgınlar bunu üstünlük ve alçaklık göstergesi olarak gösterdiler, bu haksız ve hukuksuz zulümlerden bizi Azad eyle. Halkların kaderine ket vuran, onları hegemonya altına alarak geleceklerine ipotek koyan, yer altı ve yer üstü tüm zenginliklerine el koyan, nesillerini ve mahsullerini tahrif eden, onları, her yönden gelişmemeleri için her türlü alçak ve hain plan ve projeler yapan, her türlü aldatma ve oyalamalarla kendilerine mahkûm eden zihniyetlerden bizleri Azad eyle. Ya Rab! Bizleri tekrar kardeş eyle, zalimin zulmüne mazlumun ahı hatırına nihayet eyle, bizleri mezhep değil İslam paydası altında kardeş eyle, bizleri; ırk, dil, kavim farklılıklarını bir rahmet vesilesi bilip birbirimize karşı hoşgörülü eyle, bizleri her türlü nefsi hastalıklardan şifa bularak birbirimize tahammül eden bir ümmet eyle, bizleri ırk değil ümmet bilinci ile hareket eden sana pazarlıksız teslim olmuş Mü’min kullarından eyle. Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti ya (7) bizleri de İmran’ın karısının bahsettiği bağlardan kurtararak özgür eyle.
Özgürlük Savaşçıları
Gelmiş geçmiş birçok özgürlük savaşçıları vardır. Bunlar özgürlük uğruna en kıymetli varlıkları olan can kuşlarını göğüs kafeslerinden dışarıya, özgürlüğe salmışlardır. Ne de olsa her canlının ve de insanın en kıymetli varlığı canlarıydı. Uğruna can feda edilecek en kıymetli değer Özgürlüktür. Bu özgürlük savaşçılarından biri de birçok esaret zinciri ile ruhları, kalpleri, düşünceleri prangaya vurulmuş toplumları bu zincirlerden kurtarıp Özgür düşünme ve akletme yeteneğini kazandırma uğruna can kuşunu kafesinden salmış olan Ali Şeriatidir. Şeriati, prangaların sadece ayaklara vurulmadığını, en ağır ve çekilmez prangaların ruhlara ve düşüncelere vurulduğunu ve bunlardan nasıl kurtulabileceğini yaşantısıyla, duruşuyla göstermiştir. Sadece kendi toplumunda değil birçok topluma bu konuda ilham kaynağı olmuştur. Ezber bozansöylemleriyle, eserleriyle bunu ifade eden Şeriati, Özgürlük üzerine methiye dizdiği bir şiirinde özgürlüğe karşı duyduğu aşkı, tutkuyu, özgürlükle bütünleşmiş kişiliğini, özgürlük uğruna neler yapabileceğini öyle bir şekilde anlatıyor ki, bu anlatım ancak ve ancak Özgürlüğü kanıksamış, Özgürlüğü kavramış bir Özgürlük Savaşçısının anlatımı olabilir.
Ey özgürlük! Seni seviyorum.
Sana muhtacım.
Sana aşığım.
Sensiz hayat zordur.
Sensiz ben de yokum.
Yani o var olan ben değilim.
Ben, sensiz boş, anlamsız, şaşkın, avare, ümitsiz, kalpsiz,ışıksız, tatsız, beklentisiz, intizarsız,
beyhude,yani bir hiç olacağım.
Ey özgürlük! Senin sevgin, dostluk ve şefkatinle beslenmişim.…
Ey özgürlük!Beni ipe bile götürseler, yine de asla kalbimsenden ayrılmayacak.
Sen benim kalbimsin,benim suyumda ve toprağımda yoğrulmuşsun.
İşkenceler, ancak benim sana olan sevgimiartırmıştır.
Zindanlar, bana senin sevginden veaşkından başka bir şey getirmemiştir.…
Ve… Geceler… ah! Gecelerden bahsetmek nekadar zor!
İnsanların olmadığı, duvarların karanlıkta kaybolduğu, kralın gözününkapandığı ve kalenin muhafızlarının uykuyadaldığı geceler!
Ve… ben, o gecelerdeayaktayım, sense uyanık. Dünyalıların gözüuykuda… kafeslerini kırarak birbirlerine karışmak ve gökyüzünün o güzel yalnızlığının sevimli sinesinde uçmak isteyen dörtgüvercinin ümit ve bekleyiş gözünün hilali… Ve… Geceler… Beni üzüntü, hastalık vesolgunluğa terk edip eve dönüyorsun.
…
Özgürlük ve özgürlüğe âşık olma hatırınaözgürlük ve cihadı övmek, benim mesleğim,meşgalem, işim, hayatım, aşkım, imanım veşahsiyetimin çerçevesi olmuştur!
Çaresizkaçıyor ve soruyorum: sen ne yapıyorsun?
Senkendi kendine İsa gibi Yahudilerin pençesinde olduğunu, Kayser’in seni çarmıha gerdiğini, darağacına çektiğini ve başına bir taç koyduğunusöylüyorsun.
Bense Mesih’in yorgun havarisiSaint Paul gibi kıvrılıp büzülüyor, boşluktakendisinin bile duyamayacağı bir feryat çekendertli gibi, başımı büküyor ve yürekten inleyerek ağlıyorum…
Allah benim bedenimi yarattığı zaman, ruhunyerine seni bana üfledi ey özgürlük!
Böyleceseninle dirilip canlandım; seninle nefes aldım,seninle harekete geçtim, seninle gördüm, seninle söyledim, konuştum seninle işittim,hissettim, anladım, düşündüm… ve sen eybenim tutkun ruhum!
İnsan ruhuna hangiihtiyacın, bedensel gereksiniminden dahaelzem olduğunu biliyorsun.
Fakat… İstibdadın cellâtları ve hilafetin uşakları seni benden ayırdılar ve “yalnızlıktan dertli”olan beni sürüp uzaklaştırdılar, zincire vurupbağladılar.
Bizi nasıl birbirimizden ayırabilirler ki!Bakışı, gözü de bakışından ayıramazlar.
Benseey özgürlük, seninle bakıyor, seninlegörüyorum!
Ey özgürlük! Senin için nice zindanlar çekmişim.Nice zindanlara da katlanacağım.
Yine senin içinnice işkencelere tahammül ettim, niceişkencelere de tahammül edeceğim.(8)
Bir özgürlük fedaisi de, coğrafyamızın bağrından bir gül gibi yeşererek yaşantısıyla, fikirleriyle, duruşuyla birçok insana ilham olmuş, yaşadığı dönemin çetrefilli mevzularını öyle herkesin cesaret edemeyeceği bir şekilde yorumlayıp yaşayarak adeta; Rabbimizin; “… Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Emr-i ilahisinin pratik bir örneği olma şerefine nail olan Molla Mansur GÜZELSOY’dur. Belki yaşantısı boyunca savunduğu, haykırdığı, toplumun derdine derman olabilecek birçok mevzuyu yazma imkânına sahip olamamış da olsa, bir âlimin sahip olması gereken tavır ve duruşu, en güzel örneği ile kısa ömrüne sığdırabilmiştir. Zaten büyük insanlar, topluma yön vermek ve inşa etmek hususunda çok zamana ihtiyaç duymazlar. Onlar ki; lisanı halleriyle dava ve ideallerini toplumun bağrına nakşetmeyi bilirler.
Molla Mansur; İçinde yaşadığı toplumun, zamanın şartlarının çok zor ve acımasız olmasına rağmen, herkesin yapamadığı, yazamadığı, savunamadığı düşüncelerini (ki sadece ve sadece hakkı haykırıyordu), hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden dile getiriyordu. Bugün coğrafyamız, fikir ve düşünce dünyamız böyle âlimlerin, liderlerin varlığınadaha bir muhtaç. Rabbim, toplumumuzu böyle âlimler yetiştirme hususunda MANSUR eylesin. Rabbim toplumumuzda böyle GÜZELSOY’ların yetişmesini nasip ve müyesser eylesin, Rabbim kendisine rahmet etsin inşallah.
Vesselam
Kaynakça:
1:Zuhruf /28
2:Müddessir /2-3
3: Araf/172-173
4:Fatiha/5
5:Ali ŞERİATİ/İnsanın Dört Zindanı
6:Sabahattin ALİ/ Aldırma Gönül, Hapishane Şarkısı V
7: Ali İmran / 35
8: Ali ŞERİATİ/Ey Özgürlük
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8