"Ey iman edenler!Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki, takvalı olursunuz."(Bakar:183)
Allah u Tebareke ve Teala, konunun önemine ve muhatabın saygınlığına işaret eden duygu ve sorumluluk yüklü bir hitap şekliyle oruç hükmünün beyanına başlıyor. Yani 'Ey iman edenler' hitabıyla başlıyor. Yani müminseniz, bu hükme uymak, imanınızın gereğidir. Muhataba saygınlığını ve mesuliyetini anımsatan bir hitap şekli.
Orucun karşılığı olan savm ve siyam, lügat anlamı itibariyle fiilden sakınmak anlamına gelir. Bu fiilin yeme, içme veya başka bir fiil olması fark etmez. Şer'i olarak da mükellefin ibadet niyetiyle seherden akşama dek yasaklanmış fiillerden uzak durması olarak tanımlanmıştır.(1)
Siyam ve savm'ın bir diğer anlamı da yüksekliktir. Oruç, diğer bütün ibadetlerden mertebe olarak daha yüksek ve yüce olduğu için savm olarak adlandırılmıştır deniyor.(2)
İlgili ayet, orucun hedefinin takva olduğunu açıklıyor. Ancak orucun, oruç tutanları takvaya ulaştırmasıyla ilgili umulur ki, لعل tabiri kullanılıyor. Burada bir soru gündeme gelebilir. Umut, fiil ve fail ile mi ilgilidir yoksa orucun hedefini açıklayan şari', hüküm koyucu ile mi?
Umut, fiil ve faille ilgilidir. Zira mükellefin oruç tutup tutmayacağı, istediği halde bile tutup tutamayacağı, tutmaya başlayınca sonuna kadar tutup tutamayacağı kesin değildir. Kimileri kasden tutmuyor, kimileri hastalık ve seferden ötürü tutamıyor, kimileri de orucu bitiremeden ya hasta oluyor veya vefat ediyor. Kimileri de tutuyor ama hakkını veremiyor. Yani oruç tutuyor ama orucuna riya karıştırıyor, övünme vesilesi kılıyor, veya bir yerlerden çıkar umuyor ya da orucun hikmetine aykırı düşen gıybet, kötü söz ve günah fiiller irtikab ediyor. Mükellef ile ilgili bütün bu durumlar, onu takvaya ulaştıracak oruç ibadetinden ya da orucun hedefi olan takvaya ulaşmaktan alı koyabilir.
Hükmü va'z eden Hakim olan Allah açısından orucun takvaya ulaştıracağı kesindir, yakinidir. Şari' açısından umuttan değil, yakinden söz edilir. Allah'ın ilmi ve oruç ile takva arasındaki gereklilik (telazüm) açısından yakin söz konusudur. Orucu hakkıyla sonuna kadar tutabilen insanın takvaya ulaşacağı kesindir.(3)
İslam'ın hayat felsefesine göre insan yolcudur. Yolcuya da yol azığı gerekir. Yolculuğun varacağı hedef, mead/ahirettir. Ahirete doğru seyir halinde olan yolcular için de en hayırlı azık, takvadır. "Kendinize azık edinin. Şüphesiz azığın en iyisi, takvadır."(Bakar:197) Konumuz olan ayette de orucun hedefi takva olarak zikredilmektedir.
Ahiret için en iyi azık olan takvayı elde etmenin vesileleri oruçla sınırlı değildir. Birbirinden farklı fiiller, failini takvaya ulaştırır. Takvaya ulaştıran tüm fiillere, yolcu olan mükelleflerin ihtiyacı vardır. Bu bağlamda ilgili fiilleri ibadi, siyasi, sosyal, ekonomik ve ilmi fiiller diye tasnif etmek de mümkündür.
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz; umulur ki, takvalı olursunuz"(Bakara:21) ayetinde külli olarak ibadetin takvaya ulaştıracağı bildirilirken konumuz olan ayette de ibadetin bir türü olan oruç için aynı ilişkiden söz edilmiştir.
"Ey iman edenler! Kısasta sizin için hayat vardır; umulur ki, takvalı olursunuz"(Bakar:179) ayeti, siyasi ve sosyal bir fiil ile takva arasında ilişki kurmaktadır. Burada siyasi ve sosyal alana ilişkin bir takvadan söz edilmektedir.
"Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakıyorsa ana babaya, yakınlarına, uygun bir tarzda vasiyet etmesi, takva sahiplerine bir hak olarak size de yazıldı"(Bakara:180) ayeti de miras ve mali konular ile takva arasındaki ilişkiden söz ediyor.
Mükellef, kendisini takvaya ulaştıran fiilleri riyasız, halis niyetle Allah için yapıp yerine getirdiği zaman takvaya ulaşmış olur ve muttaki sıfatını kazanır. Muttaki sıfatı, takvaya ulaştıran fiili veya fiilleri zahiri ve batını şartlara uyarak yerine getirenlerin sıfatıdır. Kur'an'da elliye yakın ayette muttaki sıfatı geçmektedir.
Orucu da zahiri ve batini bütün şartlarına riayet ederek tutan müminlerin muttaki sıfatına layık ve o sıfatla mevsuf olmaları muhakkaktır.
Oruç ibadetinin, önceki ümmetlere de farz kılındığı ayette sarahaten ifade edilmektedir. Oruç, kadim zamanlardan hatta insanlığın bidayesinden beri var olduğu söylenir. Keşşaf, bazı müfessirlerin Hz. Ali'den nakille, orucun Hz. Adem zamanından beri var olduğunu söylediklerini aktarır.(4)
Orucun önceki ümmetlere de farz kılındığı konusunda hiç kimsenin şüphesi yoktur ve olamaz. Cevad Amoli de bu aslı beyan ettikten sonra orucun önceki ümmetlerin istisnasız tümüne mi yoksa bazılarına mı farz kılındığı, orucun nitelik ve niceliğinin İslam'daki gibi mi olduğu yoksa fark ettiği mi, bazı ümmetlerin tüm efradına mı yoksa peygamberlerine mi farz kılındığı konusuna Kur'an'ın açıklık getirmediğini ve 'sizden öncekiler' gibi mutlak bir tabir kullandığını ifade etmektedir. Mutlak tabir kullanıldığı için, Müslümanların orucuyla önceki ümmetlerin orucu nitelik ve nicelik bakımından fark etse bile, orucun aslında iştirak olduğu için bir tezaddan söz edilemez diyor.
Orucun önceki ümmetlere de farz kılındığının hatırlatılması, bazı hikmetlere mebni olsa gerek. Oruç tutmak, nefse ağır gelen bir fiildir. Önceki ümmetlerin de aynı hüküm ile mükellef kılındıklarını hatırlatmak, psikolojik olarak zorluğu hafifleten bir unsura dönüşür. Zor bir görevin herkes için olması hatta bütün ümmetler için olması, tek tek bireylerin o görevi yerine getirmelerine yardımcı olur. Buradaki umumiyet, sühuliyete katkı sunar. Yani bir zorluğun genelleşmesi, o zorluğa tahammülü bir nebze kolaylaştırır. Ayrıca oruç zor bir ibadet olduğu için, oruç tutanları terğib ve teşvik manasına da gelir bu hatırlatma.
Orucun zor bir ibadet olduğu, nefsi terbiye ettiği için İslam hukukunda bazı yerlerde cezayi bir müeyyide olarak da öngörülmüştür. Örneğin kasıtsız adam öldürmede, öldüren, ölenin diyesini vermenin yanında iki ay da oruç tutmakla yükümlü kılınmıştır.
"(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, o ayda Kur'an, insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayrıt edici olarak indirildi. Sizden kim bu ayı idrak ederse, orucunu tutsun. Hasta veya yolculukta olan, artık diğer günler (tutsun).Allah size kolaylık ister, zorluk istemez… "(Bakara:185)
El-Mibedi, ramazanın eğer re-me-za kökünden olsa, güneşin altında kızgın hale gelmiş taşın yakması anlamına geldiğini ve eğer re-me-ze kökünden olsa, yağmurun yıkaması anlamına geldiğini naklediyor. Bunun için hem yıkayan hem yakan ay diye tanımlıyor ramazan ayını. Tevbe ile mücrimlerin kalplerini yıkayan, açlık ateşi ile kulların yalnızlığını yakan ay diyor.(5)
Orucun farz kılındığı ayın ramazan olarak isimlendirilmiş olması anlamlıdır. re-me-ze, remza, lügat anlamı itibariyle güneşin yakıcı sıcaklığı manasına geliyor.(6)
Orucun tutulduğu bu aya ramazan denmesini izah eden ilgili hadis de bu yorumun doğruluğunu gösteriyor. Peygamber (s.a.v.), "(bu ay) Ramazan diye isimlendirildi. Çünkü ramazan, günahları yakıyor" buyurmuştur.(7)
Bu ayın ilahi bir ay olduğu ve ramazanın esma-i ilahiden olduğu ve bununla ilgili hadisin olduğu da kaydedilmektedir.(8)
Şirazi, Kur'an'nın bu ayda indirilmiş olmasının nedenleri arasında, ramazan ayının diğer aylardan daha üstün oluşu, orucun bu ayda farz kılınmış olması, bu ayda gecelerin Kur'an ile uyanık olarak geçirilmesi gibi nedenleri zikretmektedir.(9)
Cevad-ı Amoli, Şirazi ile aynı görüşte değil. Hatta aksi kanaatte. Amoli şöyle diyor: "Allah, Ramazan ayını Kuran'ın indirilmesiyle tanımlıyor. Öyleyse bu ayın azameti, oruçtan ötürü değildir. Ramazan ayını tanıtan asıl şey, onun bir çok hükmü içeren ve oruç hükmünün de bunlardan biri olan Kur'an'ın indirilişine zaman zarfı olmasıdır." Amoli, Kur'an'da başka bir ayın zikredilmediğini, aylardan sadece ramazan ayının anıldığını; receb, zilkaide, zilhicce ve muharrem ayları için 'eşhürülharam' ve hacc ayları olan şevval, zilkaide ve zilhacce için de 'eşhürülmalum' tabirlerinin kullanıldığını da hatırlatıyor bu bağlamda.(10)
Bazıları da Kur'an'ın indirilişiyle ramazan arasında şöyle bir bağ kurmuşlardır: En büyük rübubi ayetlerden olan Kur'an, bu ayda indirilmiştir. En büyük ibadetlerden olan oruç da bu ayda vacip kılınmıştır. Bu yaklaşım, ramazan ayının önemini ve büyüklüğünü oruç ve Kur'an'dan birine değil, ikisine birden bağlamaktadır.
Ariflerin yaklaşımı
Ariflerin ramazan ayıyla ilgili tefsirleri orucun zahiri anlamından çok deruni anlamına dönüktür. Örneğin Muhyiddin b. Arabi, nefsin Hakk'ın nuruyla yanmasını öne çıkarmış ramazandan ve ramazan ayından.(11) Necmüddin el-Kübra da şöyle diyor: "Zahirde bütün uzuvlar üzerine ve batında bütün sıfatlar üzerine farz kılındı. Dilin orucu; yalandan, gıybetten ve kötü sözden korunmasıdır. Gözün orucu; gafletten ve ribeden uzaklaşmasıdır. Kulağın orucu, nehyedilmişleri dinlememesidir. Nefsin orucu da hırs ve şehvetten korunmasıdır. Kalbin orucu ise, dünya sevgisinden uzaklaşmasıdır."(12)
Şirazi de,"Ey Yakin ehli!Varlık aleminden (maddi alemden) yüz çevirmek size vacip oldu" şeklinde tefsir ediyor.(13)
Kuşeyri de "iki tür oruç vardır. Biri, yemeden, içmeden ve cinsel ilişkiden oruç niyetiyle uzak durmaktır. İkincisi, kalbi, afetlerden ve ruhu, uyuşturan şeylerden korumaktır" diyor.(14)
İki tür oruç denmesinden kasıt, orucun iki ayrı yönüdür. Biri zahiri, öteki deruni. Yoksa iki ayrı oruç değil. Zira zahire riayet edilmeden batına ulaşılamaz. Yani hiç kimse orucu sadece batini yönleriyle tanımlayamaz ve öyle amel edemez.
Kur'an'ın üç vasfı
Orucun vücubiyetini bildiren ayetin içinde hem Kur'an'ın inzalinin bu ayda olduğu bildirilmiştir hem de Kur'an'ın üç vasfına dikkat çekilmiştir. "(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, o ayda Kur'an, insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayrıt edici olarak indirildi."
Birincisi: Kur'an'ın insanlara yol gösterici olması, doğru yola yönlendirmesi, hidayetin kaynağı olmasıdır. Allah'ın sıfatlarından biri 'hadi'dir. "Hidayet edici ve yardımcı olarak Rabbin yeter"(Furkan:31) Kur'an da Allah'ın kelamıdır.
Kur'an'ın yol göstericiliği genel olarak şu başlıklar altında toplanabilir:
1--Tevhid, mead ve nübüvvet temelinde imani konularda.
2--Evrenin yaratılışı, amacı ve nihayetiyle ilgili konularda.
3-İnsanın hilkati, menşei, misyonu ve akıbeti hakkındaki konularda.
4--Allah ile evren, insan ile Allah, insan ile evren ve insan ile insan arasındaki ilişkilerin mahiyetine ilişkin konularda yol göstericilik ki, bu bağlamda ahlaki, mali, cezai, sosyal ve siyasal hükümler va'z edilmiştir.
Kur'an, her şeyden önce insana bir dünya görüşü sunar, varlık alemini doğru yorumlamayı, ona anlam vermeyi öğretir. Sonra da insanın kendisini doğru tanımasını, rolünü bilmesini sağlar. Sonra da insanın çok yönlü ilişkilerinin hangi temel esaslar çerçevesinde şekillenmesi gerektiğini ona öğretir.
İkincisi: Kur'an'ın birinci vasfı için 'hüden' ibaresi, yani yol göstericilik fiilinin mastarı kullanılırken, ikinci vasfı için 'beyyinatin minelhüda' ibaresi kullanılıyor. Yani hidayetin şahit ve delilleri. Yani Kur'an hem bir bütün olarak hidayettir hem de hidayetin, doğru yolun ve yol göstericiliğin şahit ve delillerini içermektedir. Amoli, bu iki vasfın iki ayrı düzeye hitap ettiğini dile getiriyor. Amme için Kur'an, hidayettir. Akli deliller ve akıl yoluyla hakikate ulaşmış ender insanlar için nakli deliller, akli delilin ulaştığı sonuçları teyid eden şahit ve belge hükmündedir.
Hz. İbrahim kıssası, bu görüşü teyid ediyor. Hz. İbrahim'in yıldızlar, ay ve güneşten bütün bu alemin bir sahibinin olduğu sonucuna ulaşması, 'gördüğüm şeyler zail olmaktadırlar. Zail olan her şey ilah olamaz. Öyleyse gördüğüm şeyler ilah olamaz' şeklinde özetlenebilecek akli/burhani delil ile tevhide ulaşması bu mevzuya örnek gösterilebilir. Hz. İbrahim, vahiyden önce burhan-ı akli ile tevhide ulaşıyor. Hz. İbahrim için nakli delil, akli delilin teyididir.
Üçüncüsü: Kur'an, mahiyeti ve içeriği itibariyle hak ve batılı ayrıt edicidir. İkinci özellikte sözü edilen ikili anlam burada da geçerlidir. Kur'an hem mutlak manada hak ve batılı ayrıt edicidir hem de hass anlamda hak ve batılı ayırmanın şahit ve delillerini içermektedir.
Orucun esrarı
Bakara suresi, 182. ayetten 187. ayete kadar oruç ve ahkamıyla ilgilidir. İkinci ayetin sonunda, "Oruç tutmanız sizin için hayırlıdır; eğer bilirseniz" diyor Allah u Zülcelal.
Alemlerin Rabbi, oruç ibadetinin neticesinin oruç tutanlar için hayırlı olduğunu bildiriyor ve mükelleflerin bu hayırlı netice hakkında yeterli bilgilerinin olmadığını 'eğer bilirseniz' şeklindeki şart cümlesiyle beyan ediyor. Orucun hayırlara, manevi ve maddi faydalara vesile olduğu muhakkak. Bunların bir kısmı hadisler ile açıklanmıştır, bir kısmı da bilim ve toplum ilerledikçe anlaşılır olmuştur. Muhakkak beşerin henüz ulaşamadığı ve bilmediği başka manevi ve maddi yararları da vardır.
Önce manevi faydalarına işareten birkaç hususa değinmekte fayda vardır.
1- Evrenin manevi boyutuyla irtibat kurmanın ön koşulu, az yemek ve nefsani duyguları frenlemek olduğu gibi, tekamül mesirinde ilerlemenin ve kemale doğru gitmenin de en iyi yollarından biridir. Hakeza kemale giden yoldaki en büyük engellerden biri de çok yemek, içmek ve hayvan ile müşterek olan nefsani isteklerin galebe çalmasıdır. İlim, alemin manevi yönüyle irtibat kurmada sahibine uygun zemin hazırlar, sıçrama tahtası rolünü oynar ama alemin maddi vechesinden manevi vechesiyle irtibat kurmada nefis terbiyesi ve tezkiyesi asıl rolü oynar ki, hakiki oruç bunun zeminini hazırlar. Çünkü oruç, insanın madde alemiyle bağını ve madde alemine bağımlılığını azaltır. Meselenin bu yönüne dikkat edenler, orucun insanı meleklere benzetmesinin faydası ve fazileti yeter demişlerdir. Nasıl ki melekler, yeme içme ve nefsani duyguları taşımadan sadece Allah'ı tesbih ve O'nu hamd ile meşgul iseler, oruçlu olup hamd ve tesbih ile meşgul olan insan da bu haliyle meleklere benziyor, melekuti bir sıfat kazanıyor ve hatta meleklerden üstün bir konuma eriyor. Çünkü meleklerde nefsani duygular zaten yoktur. Bu duygulara sahip olan insan, bu duygularını dizginleyerek melekler gibi olabiliyorsa, melekten de üstün bir mevkiye ulaşıyor olması tabiidir; eğer orucun hakkını verirse.
2- Konumuz olan ayette oruç ile takva arasında kurulan ilişkiden yola çıkarak orucun, takvanın menşei olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Öyleyse fücurun da menşei nefsani duygulardır. Fücurun kaynağı olan nefsani duyguları dizginlemenin en etkili ve önemli yollarından biri oruçtur ve buna işaret eden hadisler vardır. İnsan takva ve fücurun mazharıdır. Takva ve fücurun kendisinde açığa çıkma potansiyelini taşıyan iki varlık vardır maddi ve manevi evrenin tümünde: İnsan ve cin. İnsan ile ilgili Allah u Teala, "Sonra ona (nefse) takvasını ve fücurunu ilham edene"(Şems:8) diyor. İnsanı bir kap, bir zarf olarak düşündüğümüzde takva ve fücur da o zarfın içindeki mazruftur. İnsanın zarfı, kapasitesi hem takva ile hem de fücur ile doldurulabilir. Takva ile dolduranlar, melekut alemindeki meleklerden daha yüksek bir mertebeye ulaşırken, fücur ile dolduranlar, hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşerler. Oruç, insanın, takvanın mazharı olmasına imkan sunar.
3- Bir hadiste Peygamber (s.a.v.), ashabına, "Dikkat ediniz! Size bir şey haber vereceğim. Eğer onu bilirseniz, doğunun batıdan uzaklaştığı gibi Şeytan da sizden uzaklaşır" diyor. Ashab buyurun ya Resulellah deyince, "Oruçtur. (oruç) Şeytanın yüzünü siyahlaştırır" buyuruyor.(15)
Şeytanın, insanın düşmanı olduğu vahiyle bildirilmiştir. Düşman, saldırır. Her düşmanın kendine özgü saldırı yöntemleri ve silahları vardır. Şeytanın saldırılarını savmanın ve onu püskürtmenin en etkili yöntem ve silahlardan birinin oruç olduğunu anlıyoruz bu hadisten. Hakkıyla eda edilen bir oruç, iyi bir savunma silahıdır.
4- Oruçlunun duasının kabulüne dair çok sayıda hadis vardır. Bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.), "Oruç tutanın iftar esnasındaki duasına icabet edilir" buyuruyor.(16)
Bu konudaki hadislerden oruçlu iken dua etmenin önemini ve faydasını öğreniyoruz. Özellikle de iftar öncesi olan dua. İftar öncesinde zihinlerin yemek ve içmekle meşgul olmak yerine duayla meşgul olmasının önemini öğreniyoruz.
5-Bir diğer hadiste amellerin on ila yedi yüz kat arasında sevabı olacağını ancak orucun sevabının Allah'a ait olduğunu Allah'ın, "o benim içindir ve onun ecrini ben vereceğim" dediği buyuruluyor.(17)
Yani Allah, oruç ameli için vereceği sevaba sınır ve tahdid koymuyor. Ecrinin sınırsız olduğunu bildiriyor. Kur'an'da bu manada ayetler vardır. Al-i İmran suresinin 27. ayetinde dilediğine hesapsız rızık verilmesinden söz ediliyor. 'gayrı-ı hesap'tan maksat, sınırsız olmasıdır. Orucun ücreti de öyledir.
6-Bir diğer hadiste, "Oruç, yakılmadığı sürece (cehennemin) önünde bir siperdir" buyuruyor Peygamber (s,a,v,). Ashab, ne ile yakılır diye sorunca, "Yalan ve gıybet ile" diye cevap veriyor Allah'ın Resulü.(18)
Oruç güçlü bir korumadır ve bir korunaktır ama güçlü korumayı yine kendi ellerimizle yok edebiliriz. Bu hadisten, oruçlu insanın günahlardan ne denli uzak durması gerektiğini anlıyoruz. Günah, orucun gücünü kırar, onun etkisini azaltır ve belki de sıfırlar.
7-Bir diğer hadiste, "Allah, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, zihinlerin tasavvur etmediği bir sofra hazırlamıştır. O sofraya sadece, oruç tutanlar oturur" buyuruyor".(19)
Bu hadisten, oruç tutanların, Allah'ın misafiri olduğu şeklindeki bir neticeye ulaşmak mümkündür. O yüzden ramazan ayına ziyafetüllah demişler. Buradaki ziyafet, manevidir. Zaten sözü edilen sofra da mana alemine taalluk etmektedir.
Ziyafetullah mevzusu, aynı zamanda bir bilinç meselesidir. Bu ayda Allah'ın manevi ve maddi nimetlerine mazhar olmanın farkında olmak, Allah'ın misafiri ve davetlisi olduğunu hissetmek, oruç tutan insana bir başka deruni hal ve zevk verir. İnsanın efkarını, akvalını ve e'falını ruhanileştirir. Bu bilinci taşıyan oruçlu insandan, bu bilince aykırı ne bir fiil sadır olur ve ne de bir hayal ve fikir zihnenden geçer. Hem zahiri hem de batını nuranileşir.
8-Orucun bir de sosyal etkisi vardır. Oruç tutulan ülkelerdeki güvenlik verileri, ramazan ayında suç oranlarının büyük ölçüde düşüşe geçtiğini gösteriyor. Bu konuyla ilgili acı veren bir gerçeğe de değinmemiz gerekiyor. Ramazan ayında düşüş gösteren, kimi yerlerde sıfırlanan suç oranları adli vakalardır. Siyaset alanının dışındaki konularda suç işleyen, günah işleyen normal insanlar, ya oruç tuttuklarından veya ramazana hürmetle günah olan fiillerinden bu ayda vazgeçerken, siyasal alandaki Müslümanlar aynı hassasiyeti göstermiyor, gösteremiyor. Haklı veya haksız savaş durumunda olan ve hatta bazıları İslam adına savaştığını söyleyen silahlı siyasal güçler, ramazan ayında bu aya hürmeten silahları susturmuyor ve o mübarek ayda insan öldürmeye, kan dökmeye, insanlık dramının yaşanmasına sebep olabiliyor. Bu konuda siyasilerin adli veya adi denilen suçlular kadar duyarlılıkları yoktur. Elbette Ramazan ayı haram aylardan değildir. Haram aylarda savaşa devam edenlerin Ramazan ayına saygı göstermesi beklenemez. Ramazan ayında savaşı men eden fıkhi bir kaide yoktur ancak bu ayın kudsiyeti ve faziletine hürmeten, zaruriyet yoksa savaşa ara vermek, matlub bir fiildir.
9-Orucun sağlık ile ilgili olan faydaları da vardır ki, bu konu doktorların ihtisas alanıdır ve bu konuda toplumu bilgilendirmektedirler.
Sonuç
Ramazan ayının üç büyük vechesi vardır:
Kur'an'ın bu ayda indirilmiş olması.
Orucun bu ayda farz kılınması.
Kadir gecesinin bu ayda yer alması.
Her biri, bir bütünün önemli parçalarıdır. Her biri, mümin olan her insana çok büyük fırsatlar sunmaktadır. Kur'an'ın hidayet oluşundan yararlanarak varlık alemine doğru bir anlam verebilmek, küçük kainat olan insanı doğru tanımak, nefsi tanımaktan Rabbini tanımaya yönelmek, oruç ile tezkiye olmak ve Kadir gecesinin imtiyazlarından yararlanmak. Bu kadar muazzam imkanın bu ayda toplanmış olması, müminler için büyük bir fırsat. İnşa ve ihya için büyük bir imkan. Günahların yükünden kurtulmak için büyük bir şans.
Ramazan ayı, ilahi bir ikram, ilahi bir ziyafet. Bu ikram ve ziyafetten yüz çevirmek veya bu ikram ve ziyafetten istifade edememek, müminin şe'ninden değildir.
Kerim olan Allah'ın, bütün müminlere bu ayın bereketinden maksimum düzeyde istifade edebilme gücünü nasip etmesini, bu mübarek ayın İslam dünyasında barışa, tahammüle, tesamühe, kardeşliğe ve vahdete vesile olmasını niyaz ediyorum.
Öze Dönüş Dergisi sayı 6
**
Kaynakça
1-Amoli, Ayetullah Cevad,Tefsir-ı Tensim, c:9, sh:260
2-Muhyiddin b. El-Arabi, Rahmetün min el-Rahman, c:1, sh:256
3-Amoli, Ayetullah Cevad,Tefsir-ı Tensim, c:9, sh:259
4-el-Zamahşeri, el-Keşşaf, c: 1 sh:225
5-Ebu el-Fazl Reşidüddin el-Mibedi, Keşf'ü el-Esrar Vadet'ü el-Ebrar, sh:495
6-el-Kuşeyri, Tefsir'ü el-Kuşeyri, c:1, sh:89
7-Süyuti, el-Dürr'ü el-Mensur fi el-Tefsir'i el-Mensur, c:1, sh:334
8-Muhyiddin b. El-Arabi, Rahmetün min el-Rahman, c:1, sh:260-261
9-Şeyh Ruzbehani-ye Şirazi, Tercüme-i Arayıs'ü el-Beyan, sh:125
10-Amoli, Ayetullah Cevad,Tefsir-ı Tensim, c:9 sh:325-326
11-Muhyiddin b. Arabi, Tefsir'ü ibn-i el-Arabi, c:1, sh:58
12-el-Şeyh el-İmam Necmüddin el-Kübra, el-Tevilat'ü el-Necmiye fi el-Tefsir'i el-İşari el-Sufi, c:1, sh:260
13-Şeyh Ruzbehani-ye Şirazi, Tercüme-i Arayıs'ü el-Beyan, sh:123
14-el-Kuşeyri, Tefsir'ü el-Kuşeyri, c:1, sh:87
15-Amoli, Ayetullah Cevad,Tefsir-i Tensim, c:9 sh:301
16-Süyuti, el-Dürr'ü el-Mensur fi el-Tefsir'i el-Mensur, c:1, sh:329
17-a.g.e., c:1, sh:328
18-a.g.e. c:1, sh:330
19-a.g.e., c:1, sh:332