Melle Yusuf Hocamız Dua ile seminere konusuna giriş yaptı daha sonra ;
"Bu Kitap kendisinde şek ve şüphe bulunmayan bir Kitaptır. Muttakiler(takvâ sahipleri) için hidâyet kaynağı (rehber-kılavuz) ve yol göstericidir." (2/Bakara, 2)
Takvâ kelimesi, “veka” fiilinden gelir. Veka: ‘Korundu, kendini zararlı, acı ve eziyet veren şeylerden sakındı’ demektir. Takvâ, nefsi korktuğu şeyden korumaktır. Kavram olarak, kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, nefsi günahlardan korumak demektir. Bu da, haramı terkle olur: Haramı terk de en azından şüpheli şeyleri bırakmakla tam gerçekleşebilir.
Hadis-i şerifte: “Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Bu nedenle şüphelerden korunan, dini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düşen harama da düşer; Nasıl, koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa. Haberiniz olsun ki, her melikin korusu vardır.
Allah’ın korusu da haramlardır.” (Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkat 107) buyurulmuştur. Kur’an, ‘hududullah’tan söz eder ki, işte bu Allah’ın, içinde kalınmasını emrettiği korusunun sınırlarıdır. Mü’minlere sürekli olarak “Allah’ın sınırlarını aşmayın” değil; “Allah’ın sınırlarına yaklaşmayın” diye emredilir. Yaklaşıldığında sınırların aşılması her zaman mümkündür. İşte, bu şekilde Allah’ın çizdiği sınırları aşma korkusuyla bu sınırlara yaklaşmamak, nefsi bu sahada korumak ve sınıra yaklaştırmamak takvâ’dır.
Takvâ, haşyet (ta'zim ve saygıdan ileri gelen korkma) manasındadır. Takvâ alelâde bir korku değildir; Bu, sevginin azalmasından endişe duymak, Allah'ın rızasının gideceğinden kaygılanmak, bunun için sakınmak demektir.
Takvâ, Hz. Ali'ye göre: "Günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibâdetlerle avunup aldanmayı bırakmaktır." Yine şu söz de Hz. Ali'ye aittir: "Dünyada insanların efendisi cömertler; ahirette de müttakîlerdir." Hasan el-Basri'ye göre ise: "Allah'tan başkasını Allah'a tercih etmemek ve bütün işlerin Allah'ın kudretinde olduğunu bilmektir." Takvâ, Allah'tan uzaklaştıracak şeylerden uzaklaşmaktır.
Sorumluluk şuurudur takvâ. Allah'a karşı duyulan sevgi ve yakınlıktır. Allah'a yaklaşmak için her çeşit haramdan kaçınmak; O'nun rızasını, O'nun sevgisini yitirmekten çekinmektir. Cehennemle insan arasına engel koymaktır. Şeytanla ilahi emirler arasına, arzularla iman arasına, düşmanla dost arasına engel koymaktır. Tabbii, bu engelleri koyabilmek için, öncelikle Allah'la aramızdaki engelleri kaldırmak gerekir.
Pıtrak dikeninin çok olduğu bir yerde ayakkabı olmadan yürürken insanın ayaklarına diken batmaması için bütün vücudu dikkat kesilir, vücudunun her parçası göz olur. İşte aynen bunun gibi; elini, dilini, belini, gözünü, gönlünü, kulağını, ayağını haramlara dokundurmadan ömrünü geçirmeye takvâ denir. Takvâ, halk için insanın dışını süslediği gibi; İçini Hak için şirkten, her türlü haramdan, yalandan, kinden, iftiradan, hasetten, gıybetten arındırıp süslemesidir.
En kapsamlı ve en kuvvetli koruma, ancak Allah’ın korumasıdır. Diğer koruyanların korumaları mecazi anlamda ve çok sınırlı olduğu gibi; Allah’ın dilemediği hiçbir alanı kapsamaz. İyi korunmak demek olan ittika, ancak Allah’ın vikaye’sine (korumasına) girmekle gerçekleşebilir.
O yüzden Takvâ, her türlü zarar verecek şeye karşı bir sığınaktır; bir kale ve kalkandır; bir zırhtır. Kendini emniyete almak, emin ve gerçek mü’min olmaktır. Şirki ve sapıklığı reddetmeden, isyanı ve günahları terketmeden Allah’ın kalesine sığınılmaz.
Takvâ, haramları terketmek ve sevaplara yapışmaktır. Ömer b. Hattab (r.a.), Übeyy b. Kâb’a “takvâ nedir?” diye sorduğunda Übeyy: “Dikenli yolda hiç yürümedin mi?” dedi. Hz. Ömer: “Yürüdüm!” deyince, “o zaman ne yaptın?” dedi. “Paçalarımı sıvayıp gayret sarfettim” cevabını aldıktan sonra: “İşte takvâ odur” dedi.
Budur işte takvâ... Duygulu vicdan, şuurda berraklık, devamlı haşyet, daimi sakınma, yolun dikenlerinden korunma... Hayât yolunun, şehvetlerin ve çeşitli arzuların dikenlerinin sardığı yol... Korku ve vehim dikenlerinin sardığı yol... Boş ümitlerin bağlandığı dikenli yol. Fayda ve zarar vermekten âciz, dolayısıyla korumak, sığınılmak ve sakınmak liyakati olmayan kimseleri boş korkularının sardığı dikenli yol ve daha yüzlerce korkular... (1)
Takvâ; Sakınmaktır, Titremektir
Takvâ, sakınmaktır. Sevdiğimiz, şeyin üzerinde nasıl titreriz. Onu korumak, onu kaybetmemek için veya ona zarar gelmesin diye nasıl sakınırsak, insanın en şerefli yeri olan gönül ve içindeki iman da öyle, hatta daha fazla sakınılmalı.
İmanı korumak ve onun üzerinde titremektir takvâ. Küçük çocuğu balkondan veya odanın penceresinden dışarı sarkmış olsa, annesi-babası onu gözetip korumak için nasıl davranır ve düşme ihtimaline karşı nasıl tedbir alırsa, şüpheli ve haram olma riski olan tehlikeli davranışlara karşı en az öyle tedbir alıp sakınmaktır takvâ. "Gözü gibi sakınmak" deyimi vardır dilimizde. Haramlara karşı bu titizlik ve hassasiyetle Allah'ın rızasını, gözümüz gibi korumamız gerekmektedir.
Takvâ; Olumlu Korkudur, Sevgiyi Yıpratma veya Yitirme Endişesidir
Allah, Fâtiha'nın başlangıcında da gördüğümüz gibi, kendisinin rahmet sıfatlarını öne çıkarmakta; ağırlıklı olarak O'nun Rablığını, merhametini düşünmemizi istemektedir. O yüzden korkudan çok; sevilmeli, rahmetin ümit kesilmemelidir. İşte, takvâdaki korku, sevgi ağırlıklı bir korkudur. Arapçada alelâde korkuya takvâ denmez, havf denir. Türkçede takvânın ifâde ettiği sevgi ağırlıklı korkuyu karşılayacak kelime yok.
İnsanın, korkulmaması gereken nice şeylerden korktuğu, bu korkunun bir eksiklik, hatta oranına ve yönelişine göre hastalık olduğu bir gerçektir. Sözgelimi, fakirlikten, polisten, karakoldan, bazı insanlardan, insanların kınamasından, tağutî kanun ve mahkemelerden, ölümden... korkanlar çoktur. Hatta, adına fobi denilen çağdaş korkular da var. Bunların hiçbiri takvânın içerdiği olumlu korkular değildir. Mesela hastalıktan korkarız ama, korktuğumuz için hastalığa sevgi ve saygı beslemeyiz. Bu tür korku itici bir korkudur.
Takvâ ise çekici, olumlu bir korku. Korkuyorsunuz, korktuğunuz için daha çok seviyor, saygı duyuyorsunuz. Daha doğrusu, sevdiğiniz ve saydığınız için korkuyorsunuz. Korkunuz, O'nun sevgisine gölge düşme endişesinden. Korktukça O'na daha yaklaşıyorsunuz. O'na yakınlığınız oranında titremeniz, heyecanınız, huşunuz, korkunuz, yani takvânız artıyor. İşte takvâ, bizi Allah'a yaklaştıran bir ürperti, sevgisini yıpratma korkusudur.
Kur’an, Arab’a hidâyettir veya aceme hidâyettir denilmiyor; Kur’an’ın hidâyeti her insanın çalışarak kazanabileceği bir vasıf olması sebebiyle bütün insanları kuşatması mümkün olan takvâ sahipliği şartına bağlanıyor. Kur’an’dan yararlanabilmenin ilk şartı muttaki olmaktır. Şüphesiz bu Kitap’ta hidâyetten başka bir şey yoktur.
Kur’an, bütün insanlığa hidâyet için nazil olmuştur. Fakat bu hidâyetten istifâdenin ilk şartı, ittikayı tercih etmek, yani korunmayı istemektir. Kişi, ondan faydalanabilmek için sağlam bir gönül ve selim bir akıl ile yaklaşmalıdır. Her şeyden önce Allah’tan korkan, hakkı seven biri olmalı; hakla batılı birbirinden ayırabilmeli ve dosdoğru yaşamalıdır.
Dolayısıyla, takvâ sahibi olmalıyız ki, Kur’an bizi doğru yola iletsin ve felaha kavuşalım. Kalbin kilitlerini açan takvâ, o nurun kalbe girerek vazifelerini yapmasını sağlar. Faydalı her şeyi tutup kaldırabilmeğe, karşılayıp hüsnü kabul göstermeye ve hayra çağrıldığında icabet etmeye kalbi hazırlayan takvâdır.
Kur’an’da hidâyeti bulmak isteyen kimsenin, ona selim kalple ve samimi niyyetle yönelmesi şarttır. Allah’tan hakkıyla korkan, korunan, dalalete düşmekten, bir sapıklık tarafından avlanmaktan çekinen bir kalbe Kur’an sırlarını ve nurlarını açar.
Bakara sûresinin ilk âyetleri, müttakîlere hidâyet olan kitabı belirttikten sonra, müttakîlerin sıfatlarını açıklamaya başlıyor: “Onlar ki gayba inanırlar. Namazı dosdoğru kılarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler. Onlar, sana indirilene de, senden evvel indirilmiş olanlara da inanırlar. Ahirete de yakînen kaanîdirler.” (2/Bakara, 3-4) Takvâ sahibinin özellikleri: İlk vasıf iman; Sonra bu sahih akideye dayalı ve onu perçinleyen namaz ve infak başta olmak üzere salih ameller.
Kur’an’da Takvânın Tanımları
“Elif Lâm Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan, müttakîler için bir hidâyet kaynağı ve kılavuz olan bir kitaptır. O müttakîler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan infak ederler. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilen kitap ve peygamberlere ve ahiret gününe iman ederler. Onlar Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve felaha, kurtuluşa erenler ancak onlardır.” (2/Bakara, 1-5)
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz gerçek iyilik (birr, takvâ ve itaat) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden, ona olan sevgisine rağmen malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmışa), isteyip dilenenlere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir.
Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanla-rında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.” (2/Bakara, 177)
“De ki, size bunlardan daha hayırlısını bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın rızası, hoşnutluğu vardır. Allah kullarını hakkıyla görendir. Ki onlar, ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru’ derler. Sabrederler, doğru dürüst olurlar, huzurda boyun bükerlerler, infak ederler (hayırda harcarlar) ve seher vaktinde Allah’tan bağışlanma dilerler.” (3/Âl-i İmran, 15-17)
"Rabbinizin mağfretine (bağışına) ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olan, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete kavuşmak için yarışın, koşun. O takvâ sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için infak edip harcarlar; öfkelerini yenerler ve insanları affederler.
Allah da muhsinleri, güzel davranışta bulunanları, iyilik yapanları sever. Yine onlar, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı tevbe istiğfar eder, bağışlanma isterler.
Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Yine onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte bunların mükâfatı, Rablerinin mağfireti ve içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!” (3/Âl-i İmran, 133-136)
“Andolsun Biz, Musa ve Harun’a, takvâ sahipleri için bir aydınlık ve bir zikir (öğüt) olarak, hak ile bâtılı birbirinden ayıran Furkan’ı verdik. (O takvâ sahipleri ki) onlar, Rablerine karşı O’nu görmedikleri halde bir haşyet içinde O’na saygı gösterirler. Onlar, kıyametten içleri titreyip korkan kimselerdir.” (21/Enbiyâ, 48-49)
“Doğruyu getiren ve tasdik edip doğrulayanlar, işte onlar müttakîlerdir.” (39/Zümer, 33)
“Şüphesiz müttakî olanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar. Çünkü onlar, bundan önce dünyada ihsanda bulunup güzel davrananlardı. Gece boyunca da pek az uyurlardı (Kalan saatlerinde de namaz kılar ve ibâdet ederlerdi). Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi. Onların mallarında dilenip isteyen ve (iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için bir hak olduğunu kabul ederlerdi.” (51/Zâriyat, 15-19)
Şirkten sakınıp iman üzere olmaktır takvâ. (48/Fetih, 26)
İsyandan sakınıp itaat üzere olmaktır takvâ. (5/Mâide, 65; 7/A'râf, 96)
Her eylemde Allah'ın rızasını aramak için Allah'a lâyık bir kul olmaya çalışmaktır takvâ. (3/Âl-i İmran, 102)
Takvâ iman demektir. (48/Fetih, 26; 49/Hucurât, 3; 26/Şuarâ, 11)
Takvâ tevbe demektir. (7/A'râf, 96)
Takvâ tâat anlamına gelir. (16/Nahl, 2, 52; 23/Mü'minûn, 52)
Takvâ günahları terketmek anlamında da kullanılır. (2/Bakara, 189)
Takvâ ihlas manasında kullanılır. (22/Hacc, 32; 2/Bakara, 41)
Kur’an’daki takvâ ile ilgili âyetlerden anlaşılmaktadır ki, Kur’anî tanımla takvâ, iman etmek ve Kitaba tâbî olmaktır. Takvâ, tevhid ve teslimiyettir. Kur’anî inanç ve sâlih ameldir.