“Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”
Zariyat /56
İnsanın mahiyeti, dünyadaki akıbeti hakkında, düşünen her kişinin söyleyecek sözü var. Her inancın tarifi, kendi ilkelerini belirlediği için neden var edildiğimizden başlayarak giriş yapmak istedim yazıma. Rabbim, bu dünyadaki varoluş sebebimizi bizlere duyurmuş olmakla birlikte bu vazifeyi kabul edip etmeme konusunda biz kullarını özgür bırakmıştır. Kabul edip etmemenin bedellerini de ilan ederek.
Biz Müslümanlar, insanın yaradılış gayesi hakkında ortak bir fikre sahip olsak da, kadının yaratılış sebebi konusunda görünenden çok daha fazla fikir çeşitliliğine sahibiz. Yumuşak bir tabir oldu aslında ‘fikir çeşitliliği’. Çünkü kadının insanlık âlemindeki yerini değerlendirirken en başta, yaratılış şekli konusunda muhalefet halindeyiz.
Yaratılış anı neden önemli?
Çünkü yaradılış anı-şekli hakkındaki kabulümüz, devamında kadının günümüzdeki yeri hakkında bizlere yol gösteriyor. Klasik yaklaşım, kadının erkeğin bir parçasından (kaburgası, eti, bedeni) yaratıldığıdır. Bunu kabul ettiğimiz zaman, başka bir kabul ardından geliyor: “Kadının erkeğin parçası olması hasebiyle ona itaat etmesi gerektiği, her halükarda ona muhtaç olduğu ve kendi başına eksik kalacağı”. Yalın net bir cümle olarak bakıldığında geçmişte kalan cahiliye fikirleri olarak kınadığımız bu yaklaşım, aslında büyük bir destekçi kitle tarafından hala korunuyor.
‘Ey insanlık! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden de birçok erkek ve kadın var eden Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun!..’
Nisa/1
Bir varlığın var ediliş şekli, o varlığın tanımı, o varlığın sorumluluklarını ve hayattaki yerini belirler. Kur’an’da, evrendeki mahlûkatın yaratılışı anlatılırken, dünyadaki vazifesi ile birlikte hep anılır. Hayvanlar, bitkiler, gökyüzü, ay, güneş önce yaratıldıkları mahiyet, ardından dünyadaki görevleri ile birlikte anılırlar.
İnsan da aynı şekilde, yaratılış şekli ardından sorumlulukları ile birlikte anlatılır. Biz insanların yaptığı bir ayrım, işleri karıştırıyor. İnsanı kadın ve erkek diye ayırıp, sorumluluklarını tanımlamaya başladığından beri, bir statü durumu ortaya çıkıyor; sorumluluğu tanımlayan ve sorumluluğu tanımlanan.Söz konusu kadın olunca da sorumluğu tanımlayan erkek, sorumluğu tanımlanan kadın oluyor. Aksine Kur’an’da Allah, kadın-erkek ikisini ayrı ayrı anıp, aynı görevlerden sorumlu olduklarını ifade eder.
Kadın cinsinin sorun yaşadığı, büyük çoğunlukla, karşı cins erkek olduğuna göre, başlığı kadın olmadan bu sorunların muhatabı, sorunun mağduru ve kültürel birikimi birlikte değerlendirilmelidir. Sorunu yaşayan kadın ise sorunun devamını sağlayan şartlar, fikirler ve karşı cinsin daha çok konuşuluyor olması gerekir.
Şuan yaptığımız gibi kadın konulu yazılar, dergiler, konferanslar hazırlıyoruz. Ama erkek konulu bir başlık ele almadığımız gibi erkek söz konusu olduğunda insan tanımı içinde değerlendirip konuyu bağlıyoruz. Aynı şeyi kadın hakkında yapmamamızın yapamamamızın sebebi, kadın-insanın cinsiyetinden kaynaklı karşılaştığı sorunlar ve yukarıda belirttiğimiz gibi tanımdan kaynaklı kadının tamamlanmamış bir erkek olarak görülmesi.
İnsani sorumlulukların yerine getirilmesinin birinci şartı, bu sorumlukların kabulü ile başlar. Eğer bir inancı kabul ediyor isek bu inancın bizden beklediği sorumlulukları yerine getirmek zorundayız. Aynı şekilde bu sorumlulukların ne olduğunu bir başka kul değil, inancın sahibi (Allah)belirler-belirlemelidir.
Biz kadınlar için geçerli olan, bu güne kadaranlayamadığımız-anlayamayacağımız düşünülerek, sorumluluklarımızın ne olduğuna dair hep güçlü olan erklerin(erkek âlim, devlet yetkilileri, gelenek temsilcileri ve saptırılmış inançlar) sorumluluklarımızı anlatması şeklinde oldu.
Bu durumun birkaç sebebi var;
- Sadece İslam dininin tarihi ile başlamayan ilk insanlar Hz. Adem ve Hz. Havva’nın, cennet meyvesi imtihanında yasağı,Hz. Havva’nınHz. Adem’e işlettirdiği-kandırdığı ile başlayan yanlış inanış. Bu inanış doğrultusunda, inancı temellendiren kadın ve erkeğin hayattaki rollerini belirleyen din adamları.
- Yanlış inançlar nedeniyle, kadının sosyal hayatta olmasına engel olan gelenekler. Sosyal hayatta olamayınca ilimden, sorumluluklardan nasiplenemeyen ve bu nasiplenememenin sonucu olarak cahil kalan ve cahil olduğu için aşağılanan kadının gelenek handikapı…
- Sonuç odaklı düşünen yönetici erklerin(çoğunlukla erkekler oluyor) kadınının önündeki engeller nedeniyle, adaletsiz koşullar sonucunda, sosyal hayattaki acemiliklerinin faturasını zekâsına yorarak, ön yargılarla ikinci planda kalacakları düzenlemeler yapması.
- Bu güne kadar kendisine layık görülmüş ‘güçlü erkeğin arkasındaki mulaim kadın’ görevini içselleştirmiş kendisi için uygun olduğuna inanmakla kalmayıp gelecek nesilleri de bu şekilde yetiştirmeyi hedeflemiş kadın.
….
Yazının bu aşamasına kadar eleştirdiğimiz, vazife biçme görevine girişmeden, kadının misyonu hakkında görüş belirtmektense, kadının kendi misyonunu belirlerken önüne çıkan sorunlar üzerinde durmayı, daha doğru buluyorum.
Kadının hayatta yer alırken nasıl bir performans göstereceği söz konusu olunca ‘erkek gibi’ olması önerilir. Erkek gibi bilgili, hem işte hem de sosyal sorumluluklarda başarılı, iyi bir baba, iyi bir eş vs. Biz Müslümanların, kadın-erkek ayırmadan, bu sözü edilen alanlarda doğru model olduğumuza delil nedir? Doğruların süzgeci ne?
Benim bildiğim cevap, Kur’an ve Sünnet. Bu cevabı kültürel bikirim ve şerhlerden önce herkes veriyor, ama ile devam ediyor. Genel anlamda, birey olarak dini kültürel geçmişimizde bir yerlerin bize akıl vermesine, yol göstermesine müsait bir toplumuz. Söz konusu kadın olunca, bu durum kesin akıl verilmesi gereken bir alan oluyor. Kadın; eğitimden uzak, sosyal hayatta olup bitenden bihaber olduğu için, okuduğunu anlayamaz ve mukayese yeteneği gelişmemiş olduğu öngörülerek(!), onun yerine ayet ve hadisler yorumlanıp yapması gerekenler listesi önüne verildiği müddetçe, Allah’ın ayetlerine aracısız ulaşmadıkça, yanlış yönlendirmelerden, bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulamaz.
Allah’ın elçisi, insan olarak kendini gördükten sonra, hayattaki diğer rolleri ardı sıra gelir, kadının. Eş olma bir tercihtir, mecburiyet değil. Onun için eş olmanın sorumlulukları kabul edildikten sonra bu yola koyulur. Sorumlulukların ne olacağı, aile olunacak kişi ile genel hatlar üzerinde mutabık olunduktan sonra çok esnek bir alan. Günümüz dünyasında, (evlenirken şartların mecbur ettiği mağdurlar dışında) evlilik öncesi maskeler takılmamış ise ‘bulaşığı kim yıkar? Evi kim süpürür? Çocuğa kim bakar? tartışmaları başka sorunların görünen yüzüdür. Bu nedenle kadın erkek fark etmez, evlilikte sorumluluklarımız sıkıştırınca,din destekli gelenekleri ‘kadınlar eskiden bunu yapmazdı’ diye veya modernizmi ‘kadın hiçbir şey yapmak zorunda değil köle mi?’ diye yardıma çağırmak ikiyüzlülük olur.
Anne olmak, eş olmanın ötesinde bir sorumluluk. Eşe karşı sorumluluk, karşıdaki kişinin de yetişkin olması ve karşılıklı tercih etme sonucunda, birlikteliğin olması nedeniyle sorumluluğun eşit paylaşıldığı ve olumsuz bir durum söz konusu olduğunda, boşanmanın helal olduğunun bilindiği bir vaka.
Çocuk sahibi olmak daha özel bir durum. Rabbimin emaneti olarak insana teslim edilen özel insan-çocuk savunmasız, bizim yapıp ettiklerimizin ürünü, bizlerden oluşmuş toplumun kurbanı. Anne-babanın her birinin, birbirine devredemeyeceği sorumlulukları yerine getirmediği zaman, telafisi mümkün olmayan kayıpların olduğu bir imtihan.
Bu derece önemli bir sorumluluk olan çocuk konusunda, ne yazık ki bütün sorumluluk, kendisi hakkında karar vermek söz konusu olduğundaaklına, basiretine güvenilmeyen kadına yüklenmiştir. Bunun nedeni olarak da ‘erkek para kazanır, kadın çocuk bakar’ kabulüdür. Çelişki burada başlıyor, çocuk konusunda. Eğitim hakkı, bireysel özgürlük tanımadığımız bir bireyden, neden bu konularda donanımın gerekli olduğu sorumlulukları yerine getirmesini bekliyoruz. Kişi, kendinde olmayanı nasıl verebilir?
Bu durum, başka bir soruyu karşımıza çıkarıyor; insan-kadın sadece çocuklarına daha sağlıklı-bilinçli bir annelik yapmak için mi eğitim almalı? Bu sorunun devamı da çalışan kadının durumu…
İslami kesim olarak,‘çalışan kadın’ durumunu henüz içimize sindiremedik. Bir kesimimiz, ‘çalışsın ama annelik söz konusu olduğunda işini askıya alsın’ taraftarı. Bir kesimimiz ise ‘eğitim alsın ama kültürlü bir ev hanımı olsun’ taraftarı. Bu konuda her iki durumun da karar mercii hiç kimse olmamalı, kadının kendisi dışında. Ama gerçekten karar verme lüksüne sahip olmalı, görünmeyen baskılardan arındırılmış şartlarda.
Pek itibar edilemeyen bir seçenek daha var. Bir kadının eş, anne ve çalışan olmayı tercih edebilmesi... Bu tercihi;ama,fakat, lakinlerle gerekçelendirilip devre dışı bırakma çabası, göz ardı edilmeyecek oranda taraftar topluyor. Çalışan kadın dinine, eşine, çocuğuna, ailesine karşı bütün sorumlulukları yerine getirebilir mi, endişesini sürekli kadına hatırlatmak vazife edinilir. Kadının dışındaki bu sorumlulukların muhatabı olan aile, eş ve çocukların üstüne düşeni yaptığına dair elimizde her hangi bir veri olmamasına rağmen, süper kahraman olma şartı ile karşısına dikildiğimiz kendi kadınlarımıza karşı, başka hanelerin başarılı sosyal kadınlarını da öve öve anlatmaktan geri durmuyoruz, aynı zamanda.
İster geçmiştensahabeden olsun,istergünümüz başarılı kadınları olsun,örnek olarak sunduğumuz modelleri incelediğimizde, söz konusu başarılarının bir süreci olduğu gözden kaçırılıyor. Her fırsatta,Hz. Hatice’nin başarılı bir iş kadını olduğunu vurgularız. Bugün iş kadını olmanın koşullarını ve geçilmesi gereken süreci basamak basamak anlatmaya gerek yoktur herhalde. Aynı şekilde, kadın bir akademisyeni, sanatçıyı, siyasetçiyi, eşlerimizi götürmek için aradığımız kadın doktoru, uzun bir eğitim süreci veya sosyal çalışma geçmişi sonucu bulundukları yerlere ulaştıklarını görmezden gelerek, sonuç odaklı düşünüyoruz.
Başarı takdire şayan ise, başarıya gidilen yol ve emek de aynı şekilde takdire değerdir. Velev ki, bazen bütün çabalar sonucu sadece kişinin kendisi ile gurur duyacağı, hiç kimsenin takdirine mazhar olamayacağı görünmez bir alan olsun.
İşin özü, Ali Şeraiti’nin kitabındaki güzel söz gibidir:
“Fatıma, Hz. Hatice’nin kızıdır.
Fatıma, Hz. Muhammed’in kızıdır.
Fatıma, Hz. Ali’nin eşidir.
Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesidir.
Hayır, bütün bunlar doğrudur ve bunların hiçbiri Fatıma değildir.
Fatıma Fatımadır.”
Kadının tercihi, hayatını sadece çocukları ve eşi ile meşgul olarak geçirmek olabilir.
Kadının tercihi, hayatını belirlediği bir alanda eğitim almak ve onun için çalışmaya adamak olabilir.
Kadının tercihi, siyasette aktif olmak için sosyal alanlarda hayatını tamamlamak da olabilir.
Vs.vs.
Bütün bu tercihler değerlidir, doğrudur. Bu tercihleri yapma aşamasına gelmektir asıl mesele. Yani sadece Ayşe, Fatma, Hatice olabildikten sonra, hayatımızda nasıl bir yol seçeceğimiz anlam ifade eder. Yürüyeceğimiz yolda da nasıl ilerleyeceğimizi Allah, Kur’an ve sünnette belirtmiştir.