İslam coğrafyasının uzak ve yakın tarihini temaşa ettiğimiz vakit, istikbal ufkundaki umudumuzu karanlığa boğdurmayacağımız kanaatine varıyoruz. Bu coğrafyaya dayatılmaya çalışılan tüm şeytani karanlığa rağmen vahyin aydınlığında yeniden ayağa kalkacak miras ve köklere sahip olduğumuzu bilmekteyiz. Kıyamın ve dirilişin bu coğrafyanın sahip olduğu mirasa yakışır şekilde insanlığa yeniden öncü ve model güç olması için realitemizi bilmek bizi güçlü kılacaktır. Nerede düştük, niçin düştük, nasıl düşürüldük suallerinin yanıtlarını cesur ve samimiyet ile verirsek yol işaretlerimizi doğru şekilde konumlandırmış olacağız.
İslam toprakları kendi içinde adalet ve emin olma sıfatını kaybettiği yerde, İslam dininin mensubu kavimler kendi içlerindeki zayıf kalmışların haklarına karşı adalet ve hakkı ikame etme eminliğini kaybettiği yerde düştü. Asabiyet ile yüklenmiş zihinler, muktedir olma hırsı ile dolup taşmış yürekler, bu coğrafyanın medeniyet ihraç gücünü niçin kaybettiğini alenen haykırmaktadır. Yaşam ve medeniyet rehberimizi anlamlığına zarar verecek şekilde kutsayarak nasıl düşürüldüğümüzü çok net görmekteyiz. Hayat nizamımızı dizayn etmesi gereken vahiy ve sünnetin birey ve ulus menfaatlerimiz tarafından nasıl dizayn edildiğini görmekteyiz. Amaç ve araç, değerler manzumemizde yer değişimine uğradığından dolayı, yani başlar ayak, ayaklar da baş olduğundan dolayı sapmaya amade bir zemin hazır hale gelmiş oluyor.
İslam coğrafyasında özellikle son demlerde yaşanan ciddi kırılmalara baktığımız zaman analizlerimizi derinlikli kılmak zorundayız. Yönlendirilmek istendiğimiz yönü, dikkatlerimizin toplanmak istendiği odak ve ya odaklara baktırıldığımız yeri, yani duruş yerimizi değiştirmek gerektiğini bilmek zorundayız. Şuan yönlendirme gücüne sahip olan güçler, çoğu zaman kendi gerçekliklerini bizim gerçekliğimizmiş gibi göstermek için bizi istedikleri bir yerde durmaya mecbur kılarlar. Biz bu duruşun bize ait olduğuna inanarak değerler manzumemizi bu temel üzerine inşa ederiz. Bu temel üzerinden bir direniş ve diriliş ile kıyam ettiğimize iman etmiş oluruz. Öyle ki yönlendirici güçler böylece içimizden çıkacak olan bir direnişi kendileri yaratarak, kıyam potansiyelimizi bile kendileri dizayn etmiş olurlar.
Bunu birkaç misal ile açıklamaya çalışayım. Bugün İslam coğrafyasında biz Müslümanları zor durumda bırakan, İslam düşmanlarına her türlü karalama için doneler üreten gruplara ve varoluş zeminlerine bakalım.
Ebu Gureyb, Guantanamo ve diğer hapishanelerde mahkumlara yapılan işkence, hakaret ve aşağılanmalar ile elde edilmek istenilen amaç ve hedefler nelerdir? Mahkumlar öldürülmüyor ama en aşağılık işkence ve psikolojik tahribatlar ile kin ve intikam duyguları zirve noktaya taşınıyor. Tabi ki, öncesi var ve zemin hazır hale getiriliyor. Mesela; Saddam Hüseyin’in iktidar kılınması ve sonradan düşürülmesi sonucunda bu zemin inşa ediliyor. Bu cezaevlerine / işkencehanelere hem buralardan hem de diğer yerlerden yatkın olanlar alınıyor. Bunların büyük çoğunluğu hem aşağılanmış olan farklı ülkelerdeki göçmenler hem de onurları kırılmış olan içteki zayıf kişilikler. Bu zayıf kişiliğe sahip olanlar ile istenilen davranışları içselleştirecek her türlü suni ortam yaratılır ve bunlar olması gereken direniş ve kıyamın önündeki dalga kıranlar olarak sahaya sürülürler.
İslam topraklarındaki bazı bölge ve kavimlerin nasıl zayıf bırakıldığını iyi görmeliyiz, çünkü bunların hepsi bir projenin önceden hazırlanmış temelleridir. Kürdistan coğrafyasının dört parçaya bölünmesi, Arapların yirmi iki devletçiğe bölünmesi, yapay sınırlar ile Müslümanların birbirini ötekileştirmesi, devlet yönetimlerinin baskıcı ve zulüm boyutunda olmaları hep aynı projedir. İslam düşmanları birilerinden terörizm boyutuyla faydalanırken, diğerlerinden kavimleri ve ya devletleri birbirine düşürmekten faydalanmaktadırlar. Bazı yerlerde de yaşam standartları üzerinden yönlendirmeyi gerçekleştirmektedirler.
Yaşam şartları öncesine göre kötüye götürülmüş, her türlü aşağılanma, işkence ve hakaret ile yüklenmiş olan bu zayıf kişilikler intikam için kin yüklüdürler. Dışarıda bunları yönlendiricilerin istediği yöne kanalize edecek olan kişi ve sistemler hazır beklemektedir. Bunları intikam alma hırsı ile istedikleri yerde konumlandırırlar. Bir taşla iki değil, kuş katliamı yapacak bir sistem ile hedef ve amaçlarına yol alırlar. Sahaya sürülen bu şahısları toplayacak olan kişilere gerekli karizma ve maddi imkanlar önceden hazırlanmıştır. Ana bellekleri ile oynanmış olan bu zayıf kişilikler, adına savaştıkları, iman etmiş oldukları değerlerin imha ve yok edicileri olurlar. İslam adına cihat ettiklerine inanarak, İslami değerleri İslam düşmanlarının istediği şekilde tahrif ederler.
Acı olan tarafı da, bunu iman edecek düzeyde içselleştirerek eylemselleştirirler. Bu, Müslümanların ortak payda bedeninde öyle bir yara açıyor ki, kanaması durdurulamayan, kapanması çok zor olan bir yara oluyor. Yönlendirici güçler tarafından her türlü güç ve bilgi ile donatılmış olan İslam maskeli kukla liderler, bu insanlardan medeniyet ve değerler imha edicisi bir güç yaratırlar. Medeniyetinin ve aşağılanmış olan değerlerinin fedaisi ve cihatçısı olduğunu düşünen bu şahıslar, din ve medeniyet düşmanlarımızın elinde imha edici güç olurlar. Hem de gönüllü ve en ön saflarda, fedaice bir şekilde bu görevi ifa ederler.
Bu gerçeklik, medeniyet inşamızın hem uzun hem de kısa tarihinin bir realitesi olarak kendini göstermektedir. Alim, aydın ve konunun uzmanı sayılacak her bir Müslüman bu kanayan yaramız üzerine derinlikli analizler ile çözüm stratejileri geliştirmelidir. Hem kendi içimizde yaratılan bu oyuna karşı kendi koruma alanları ve stratejileri geliştirmeli, hem de düşmana aynı silah ile hamle yapacak stratejik eylemsellikler ile dokunuşlar gerçekleştirmelidir. Yani, hem oyunu bozacak, hem de oyun kurucu pozisyona kendini konumlandırmalıdır. Bunu yapabilmek için de, önce kendi medeniyet değerlerimizden almamız gereken yol işaretlerini hakkı ile olması gereken kavşaklara koyabilmeliyiz.
İslam coğrafyası ve Müslüman dünya kendi içindeki hak ve hukuku gerçek manada olması gereken şekilde, gücünü azami şekilde adil olma vasfı için sarf etme mücadelesini serdedebilmelidir. Zalimlerin/kafirlerin bir oyunu varsa, Alemlerin sahibi ve yoktan varedeni olan Yüce Rabbimizin de bir oyunu vardır hükmünün tecellisi için vahiy ile emredilmiş olan sorumluluğu arz etmek gerekir. Her birey, her topluluk, her cemaat, her muktedir ve devlet gücünün bunu yapması için iman ile yüklü kıvılcım çakılmalıdır. Karamsarlığa yer vermeyecek şekilde her birimiz vahiy ile emrolunmuş olduğumuz İslam’ı ve Müslümanları güçlü kılma vazifemizin gereğini tüm yüreğimiz ile ortaya koyabilmeliyiz.
Sahip olduğumuz insanlığın saadet rehberi Kur-an Kerim ve eylemselliği olan Sünnet ile yeniden öncü ve önder olabilecek medeniyetimizi şahlandıracak hamleyi yapabiliriz. Vahyi köklerimiz üzerine yeşermiş olan ağaçlarımızın meyvelerini insanlığın damaklarına sunabiliriz. İnsanların tövbesi olduğu gibi, medeniyetlerin de tövbesi vardır. Allah’ın hüküm ve emirlerini medeniyet olarak ıskaladığımızı kabul edecek ve tövbe için medeniyet bedenimizle secdeye kapanacağız. Rahman ve Rahim olan terbiye edici Rabbimize kendimizi yeniden O’nun hükümleriyle terbiye edeceğimizi niyaz ederek yardım dua edeceğiz. Bunun ardılı olarak her nehrimizin bu tövbe etmiş olan medeniyet deryamıza akması için çaba eden olacağız.
Bir tedavinin ilk ve mühim olan merhalesi tanıyı doğru koyarak tedavi sürecini doğru olan yerden başlatabilmektir. Tabii olarak bir farklılık mevcuttur, hasta olan beden bizim ve tedaviyi yaparak kendi bedenimize neşter atacak olan yine biziz. Bu tedavide bizi ayrıcalıklı kılan güç, vahiy ve sünnet gibi bir ilaca ve kullanma kılavuzuna sahip oluşumuzdur. Bu ayrıcalıklı kaynaklarımızı doğru idrak ederek neşteri doğru şekilde doğru yere götürebilirsek bu bedeni hak ettiği şekilde ayağa kaldırabiliriz. Bedenimize gerek dışarıdan gerekse içerden zarar verecek boyutta bulaşmış olan urları dışarı atarak şifa kazanabiliriz. Medeniyet bedenimizin can veren uzuvları şifayı bulduktan sonra diğer organ ve tali uzuvlara neşter atılmasını kolay kılacaktır.
Medeniyet idrakımızı ve kalbimizi Kur-an ve Sünnet ile şifaya erdirdikten sonra bedenimiz içersinden bize zarar verilmek üzere yanlış yönlendirilen uzuvlara hamlemiz kolay olacaktır. Yani ilkönce, İslam adına yanlış bir zemin üzerinden cihat algısıyla şiddete ve masum insan katline yönlendirilen zihniyetin temel referanslarını analiz etmeliyiz. Bu referansların kökleri tespit edildikten sonra, tedricen çözüm geliştirilmelidir. Bu süreçte itilmek istendiğimiz alan iyi belirlenmelidir, varmak istediğimiz alan üzerine iyi analizler geliştirilmelidir. Çözüm üretelim derken, medeniyet düşmanlarımızın istediği şekilde kendi içimizde yanlışa düşenleri onların alanlarına sürerek onlara hizmet etmiş olanlardan olmamaya azami dikkat etmeliyiz.
Kendi kuramımızı kendi özdeğerlerimizden inşa edecek bir eylemsellik yaratabilmeliyiz. Kendi medeniyet değerlerimizin pınarlarından susuzluğumuzu giderebilmeliyiz. Medeniyetimizi yeniden öncü ve önder kılacak sireti güçlü kılmanın tüm sorumluluklarını yerine getirmeliyiz. Açılması gereken tüm dosyaları açmalı, gereğini yaparak verilmesi gereken hükümleri ivedilik ile tasdik etmeliyiz. Yanlışlarımız için mesuliyet yüklü tüm cevapları ve özeleştiriyi erdemlice serdetmeliyiz. Mektebimize vurulmuş olan kilidi kırıp, tozlanmış olan medeniyet sıralarımıza yeniden talebe olmak için inanç ve iman yüklü olmalıyız.
İnsan nasıl nefis tezkiyesi yapıyorsa, İslam medeniyeti de nefis tezkiyesi yapmak ile mesuldür. Bu tezkiye neticesinde ortaya çıkacak olan çözümlemelerin bizleri doğru bir zemin üzerinden yeniden bir inşa sürecine taşıyacağından şüphem yoktur. Kimyası bozulmuş veya bozdurulmuş olan Müslüman şahsiyet ve medeniyet vahiy ve sünnet ile yeniden saadet asrını örnekleyecektir. Düşünce rehberini yeniden dizayn ederek insanlığa vahyin kurtuluş umudunun çağrıcısı olacaktır. Medeniyetimizin mukaddimesinin ilk nüvelerinin imrenilecek modelliğini yeniden sahaya taşıyacaktır. Yeniden mazlumun, ezilenlerin ve hak için hakkı güçlü kılmanın savaşçısı olacak elitleri harekete geçirecektir.
Hak ve batıl mücadelesinde furkani hattın ve hendeğin tarafını bilinç ile yüklenecek ve İslam düşmanlarının yönlendirmesinin kuklalığından vahyin huzur ve saadet şafağına yürüyen cihat neferi olacaktır. Cihadın kin ve nefret değil, ikna ve merhamet yüklü bir dokunuş olduğunu tüm insanlığa taşıyacaktır. Manifestosunun öldürme değil, yaşatma olduğunu, ötekileştirme değil, tahammül etme olduğunu, yok etme değil, inşa etme olduğunu örnekleyecektir. Muhabbet yüklü bir mesuliyet ile insanlığın güzel ahlak ortak mirasının paydaşlığının sembollerinden olacaktır. Muvahhid geleneğin muhkem ilkeleri ışığında müteşabih yönünün açık ve şeffaflığı ile rol modeli gerçekleştirecektir.
Hasta olan bedenine şifa bulmanın yanında, ruhuna da sevinç ve huzur bulan medeniyet, insanlığın ortak kurtuluş reçetesi olmakta güçlü bir çekim merkezi olacaktır. Başkalarının anaforunda kimliksizleşip kaybolacağına, kendi değerlerinin öz bilinci ile insanlığa mutluluk çağrıcısı ve müjdeleyicisi olacaktır. Yaşam ve hareket metodunu kendi değerleri ile inşa etmiş olduğu için özgünlüğün ve özgürlüğün damaklara düşen tadı olacaktır. Derin ve karanlık güçlerin değil, şeffaf ve nurlu bir mesajın taşıyıcı olmanın huzuru ile insanlara rahat davet yapacaktır. Hüsnü zannın insanlık için sığınılacak limanı olacaktır.
Ne geçmiş adına geleceğini heba edecek, ne de gelecek adına geçmişini yok sayacak. Günahları ile yüzleşip tövbe kapısında secdeye iman ile kapanacak. Ne bireyi yok hükmünde görecek, ne de toplumsallığın zindanında mahkum olmayı kabul edecek. Evrensellik adına yerel olanı boğdurmayacak, yerellik adına evrensel olanı yadsımayacak. Yeryüzünün inşa edici sorumluluğuna kulluk eksenli ram olmanın tüm güzelliklerini sahaya taşıyan olacaktır. Ve işte bundan sonra yeryüzünün ve gökyüzünün tüm varlıkları vahyin inşa ile varolan medeniyetinin yeniden dirilişine hayran hayran imrenecektir. Güneş, ay, yıldız, nebatat, dağlar, denizler yeniden şahit olduk ya Rabbi diye haykıracaklardır. İslam toprakları yeniden dirilişin vermiş olduğu aşk ve heyecan ile medeniyet ihracının merkezi olacaktır.
Bu minvalde; bizler insanlığa ve içimizdeki yanlışa düşmüş olanlara nasıl yaşanılacağını söylemek yerine, nasıl yaşanılması gerektiğini eylemselleştirmek ile mesulüz. Bu mesuliyet bizleri büyük ama yaşandıkça mutluluk veren bir sorumluluk ile yüklemektedir. Aşığın maşukuna tecelli etme isteği kadar heyecan ve çaba ile motive etmektedir. Motivasyonun getirdiği şevk ile düşmüş ve ya düşürülmüş olan her bireyimiz için azami çaba sarf etmek zorundayız. İnşa sürecimizi yönlendirmek isteyen şeytani güçlere ne fırsat vermeliyiz, ne de bireylerimizi kurban etmeliyiz. Müslüman birey ve toplum olarak, İslam’ın pak ve şeffaf olan mesajını güçlü kılmak için tüm benliğimizi İslam’ın hükümlerine teslim etmeliyiz. Mesajı olması gerektiği şekilde berrak ve şeffaf şekilde, insanlara fedakarlık örneği olarak taşımalıyız. Mesajı kendi nefislerimize değil, nefislerimizi ve medeniyetimizi mesaja göre dizayn ve inşa etmeliyiz. Böylece kin ve nefret ile köreltilmiş olan bireylerimizi yanlış cihad mantığından kurtararak, düşman zihniyetin yönlendirmesinden kurtarabiliriz.
Yeryüzünde tiryakilik yaratacak şekilde, insanı iktidar/devlet soyutluluğuna kurban eden zihniyetten kurtularak, devleti insana hizmet aracı olarak gören zihniyete evrilmenin dileğiyle. Yapay sınırların mahkum edici tutsaklığından, güzellik inşa edici insanların özgür toprak bütünlüğüne, iktidar hırsı ile zalim olma zavallılığından adil bir medeniyetin inşa edici paydaşı olma temennisiyle. Yanlış yönlendirme ile kin ve nefretin karanlığından, İslam’ın berrak kaynağından beslenebilme kabiliyetine haiz olma duasıyla.