Fikri Amedi Hocamız seminer açılışını bir dua ile açtı ve seminere başladı.
İslamcılık, fikri çok eski olmasına rağmen bir kavram olarak kullanılıp anlamlandırılması yeni bir durumdur. Hz peygamberin vefatı ve dört raşit halifeden sonra, özellikle Emevilerle başlayan bozulma ve yozlaşmanın bir sonucu olarak bir taraftan hurafeler, bir taraftan felsefe ve kelam tartışmaları, bir taraftan geleneklerden, eski inanç ve kültürlerin artıklarından beslenen tasavvuf, bir taraftan da donuklaşmış ve tamamı ile taklitçi bir hüviyete bürünmüş fıkıh, Müslümanları İslam’ın asıl kaynaklarından uzaklaştırmıştı. Fikri donukluk, kendini durmadan tekrar etme, ve bir öncekileri sürekli taklit, birçok alim ve mütefekkiri öze dönüşün zaruriyeti konusunda arayışlara ve bu tür bozulma ve yozlaşmaya karşı savaş açmaya yöneltmiştir.
.
İslam dünyasının 18. Yüzyıldan itibaren Emperyalist Batı devletleri karşısında siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanda gerilemesi, bu devletlerin Osmanlı devletinin ve İran’ın içişlerine karışması, Hindistan ve Kuzey Afrika’yı işgal etmeleri, Afrika’nın her tarafında müstemlekeler oluşturarak vahşi bir sömürü düzeni kurmaları, Uzak doğu da İslam beldelerinde nüfuz alanlarını genişletmeleri Müslümanlarda büyük bir travmaya yol açmıştı. Bu travmanın bir sonucu olarak birçok İslam beldesinde Ümmetin nasıl kurtulabileceğine, İslam dininin bu kurtuluş mücadelesinde nasıl rol bir oynayabileceğine dair bir arayış içerisine girildi, sorular soruldu ve bu soruların cevapları arandı.
Sorulan sorulara ilk cevap veren ve bu uğurda bir çabanın içine giren kişi şüphesiz Cemalettin Afgani idi. Cemalettin Afgani’den önce bazı Osmanlı aydınları Osmanlıyı içinde bulunduğu durumdan kurtarmak için bir fikri hareket olarak bu kavramı dillendirmişse de derli toplu bir dünya görüşü ortaya koyamamışlardı. Afgani: “İslam’ın gelişmeye mani olmadığını, İslam aleminin İslam’ın gerçek anlamından koparak dinleri ile kültürü karıştırmasından dolayı geri kaldığını” belirtiyordu. Afgani bu fikirlerini “Urvetul Vuska” adlı bir dergide neşrederek bunu İslamcılık olarak tanımlıyordu. Afgani’nin tanımladığı İslamcılık İslam dünyasını işgal eden Batı’ya karşı durabilmek, kendi aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakarak birlik olma ve dayanışma anlayışı ile İslam’ın asli unsurlarına dönmeyi ifade ediyordu. Afgani; Müslümanların kaderci anlayışlarına “hurafeler” i gerçek dinin yerine koymalarına ve yöneticilerin halktan kopuk ve baskıcı yönetimlerine karşı entelektüel bir başkaldırı başlatmıştı.
İslamcılık, Reşid Rıza, Muhammed Abduh gibi yazarların eserlerinde geleneksel İslam düşüncesi ve anlayışının eleştirisiyle ilk nüvelerini göstermeye başlamış, 20. Yüzyılda da Muhammed İkbal, Mevdudi, Seyyid Kutub, Ali Şeriati gibi isimler İslam düşüncesine katkıda bulunmuşlardır.
Ali Bulaç İslamcılığı şöyle tarif etmektedir: “İslamcılık, İslam’ın ana kaynaklarından hareketle “yeni” bir insan, toplum, siyaset/devlet ve dünya tasavvurunu, buna bağlı yeni bir sosyal örgütlenme modelini ve evrensel anlamda bir İslam birliğini hedefleyen entelektüel, ahlaki, toplumsal, ekonomik, politik ve devletlerarası bir harekettir. Başka bir deyişle İslam’ın hayat bulması, hükümlerinin uygulanması ve dünyanın bütün tarihsel ve toplumsal durumlarında İslam’a göre yeniden kurulması ideal ve çabasıdır. “ed-Din” (yaşam biçimi) olan İslam nokta-i nazarında bu tanımsal çerçeve her Müslüman’ın farz-ı ayn hükmündeki hedefi, davası ve duasıdır. Bu manada her Müslüman potansiyel mahiyette bittabii ve bizzarure bir İslamcıdır. Değilse bahis konusu Müslüman’ın din algısında sorun var demektir. “
Hayrettin Karaman’da bu konuda şöyle demektedir: ““Her Müslüman aynı zamanda ‘İslam davasının da mensubu olarak’ İslamcıdır. ‘İslamcı plan, program, yöntem ve davranış’, amaçtan sapmaksızın içinde bulunan şartlara göre farklılık gösterebilir ama farklı İslamcı gruplar kardeştirler; içtihat farkları kardeşliğe zarar veremez, vermemelidir.”
“Kendi halinde ‘Müslümanca’ yaşamaya çalışan, İslam’ı kendi aile hayatında bile yaşamayı dert edinmeyen Müslümanlara ‘İslamcı’ demiyorum. İslam’ı en yakınından başlayarak en uzaklara kadar yaymayı, sahih İslam’ı bozulmaktan ve hayatta eksilmekten korumayı dert ve dava edinen, bu dert ve dava uğrunda maddi ve manevi fedakârlıklarda bulunan kimselere İslamcı diyorum.”
İslamcılara göre İslam, hayatiyetini kaybetmiş bir din değildir. İslam, siyasetten ahlaka, kültürden sosyal hayatın yeniden tanzimine, hukuk ve ekonomiden ibadet ve inançlara kadar her alana çözüm getiren, çıkış yolları gösteren evrensel bir din, bir toplum, siyaset ve medeniyet projesidir. İslam dünyası eğer bugün dağınık ve geri durumdaysa, bunun sebebi tarih içinde İslam dinini tanınmaz hale getiren bid’at ve hurafeler, çarpıtılmış tasavvufi imajlar, yabancı kültür ve dinlerden etkiler Muaviye’den beri ümmet hayatını sıkı kontrol altına alan saltanat rejimleri, seçim, biat ve şûranın terk edilmesi ile zaman içinde sönen cihat ruhudur.
Fikri hocamız İslamcılar göre kurtuluş reçetesinin
Eğer İslam dünyası yepyeni bir silkinişte bulunup dinin sahih özüne, asıl kaynakları Kur’an ve Sünnet’e, Selef-i Salih’in doğru yoluna döner ve önce cihad ruhuyla sömürgeciliğe, batının tasallutlarına karşı koyarsa ve ardından İslami temelde geniş kapsamlı bir ıslahat (ıslah, ihya ve inşa.) hareketine girişme yeteneğini gösterebilirse, eskiden olduğu gibi yine bağımsız, özgür, onurlu ve görkemli günlerine dönebilir; yeryüzünde iyilik, hayır, adalet ve ilerleme temelleri üzerinde yükselen bir medeniyet kurabilir.
İslam aleminde yürürlüğe sokulan algı operasyonları çerçevesinde Oryantalist düşüncenin ve yönlendirmelerin izlerini her alanda görmek mümkündür. Batılı medya organları, ve onların güdümündeki batılılaşmış medya İslam'la ve Müslümanlarla ilgili zihinleri bulandıran ve toplumları yanlış yönlendiren bir propaganda ağı kurarak karışıklık yaymaya devam etmektedir. İslam aleminde İstihbarat örgütlerinin güdümündeki hareketlerin oluşturdukları şiddet ve terör olaylarını bahane ederek kitleler Müslümanlar aleyhinde şartlandırılmaktadır. İslam alemindeki bütün terör ve karışıklığın sorumlusu batılı emperyalist güçler olmasına rağmen ellerindeki güç ve medya organlarının eli ile Müslümanlar mahkum edilebilmektedir
Hocamız İslamcılığın şu tür sorunlar yaşadığını söyledi;
İslamcılık bir sistem olarak ortaya çıkarken, çıktığı dönemin ve coğrafyanın izlerini derinden taşıyordu. İhvan-ı Müslimin Mısır ve Arap coğrafyasının şartlarında, İngiliz Emperyalizminin hüküm sürdüğü dönemde ortaya çıkmıştı. Yine Camaati İslami Pakistan’ın bağımsızlık mücadelesinin verdiği dönemde şekillenmiş fikri alt yapısını bu ortamda oluşturmuştu.. Dünyadaki Komünizm ve Faşizm rüzgarları, İkinci dünya savaşının çetin şartları ile İslam beldelerinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini verdiği dönemde ortaya çıkan İslami hareketler haliyle o dönemin izlerini taşıyordu.
21. yüzyıl başlarına geldiğimizde İslamcılığın birçok tezi işlevini yitirmişti. Yenilenmeyi, özgürlüğü, adaleti ve antiemperyalist bir dünya görüşünü savunan İslamcılık özelikle Türkiye gibi yerlerde iktidarlarla kurdukları dirsek teması yüzünden yıprandı, birçok yerlerde krizler yaşamaya başladı. Bu krizin temel sebebi günümüz dünyasının, yeni dinamiklerini iyi hesap edemeyip yeni bir yol haritası oluşturmamasından kaynaklanmaktadır.
Diğer bir sorun İslami yapılarımız bir ülkenin iç dinamikleri ile ortaya çıkmış yapıları ve düşünce dünyasını genelleştirerek birebir her şeyini kopyalayarak bunu farklı coğrafyalarda da uygulamaya çalıştılar. Bu nedenle, bir Arap ülkesinin, Doğu Asya’nın, Afganistan’ın şartları için kullanılan dil, sunulan çözüm önerileri yol ve yöntem ile Kürdistan’da veya Türkiye’de faaliyet gösteren bir İslami grub ve hareketin yolu yöntemi ve çözüm önerileri birbirlerine tıpa tıp benzemektedir. İslami hareketin ortaya koyduğu tezlerde coğrafya ya da hareketin faaliyette bulunduğu ülkenin koşulları etkili olamamaktadır. Dolayısı ile sorunlar kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Fikri hocamız “Müslüman’ım- İslamcı değilim” söylemleri karşısında dikkatli olmamızı söyledi.
Uluslararası şer ittifakı Ortadoğu’da emperyalist hedeflerini rahat bir şekilde gerçekleştirmek için Kur’an ve Sünnet eksenli öze dönüş hareketlerini İslamcılar, siyasal İslam, kökten dinci ya da fundematalist olarak adlandırmaktadır. İslam ülkelerindeki yerli işbirlikçileri ya da kime hizmet ettiğini bilmeyen gafilleri, onlara karşı “İslamcı olmayan Müslüman” olarak cepheye sürmeye çalıştırmaktadırlar. İslam-İslamcılık ayrımı bugün batılı güçler tarafından yürütülen savaşın en önemli ayağını oluşturmaktadır. İşgal edilen ülkeler, bu ülkelerde işlenen katliamlar hep bu gerekçe ile yani radikal İslamcılarla mücadele adı altında gerçekleştirilmektedir. İslam ülkelerindeki bazı şahıslar ve kurumlar da ya cahilliklerinden, ya özenti sonucu ya da gaflet ürünü olarak bu ayrımlar çerçevesinde düşünmeye başlamaktadır. Türkiye’de son dönemlerde bazı milliyetçi Kürt ve Türk modernist kişilerde buna çanak tutmaktadır. İslam- İslamcılık (yada Müslüman – İslamcılık) ayrımın amacı İslam’ı Siyasal alandan tamamı ile soyutlayarak dünyevi bütün talep ve isteklerinden vazgeçirmektedir. Bunun sonucu olarak İslam laikleştirilerek tamamı ile uhrevi bir din şekline büründürülmek istenmektedir.
Hocamız İslamcılığın bir öze dönüş hareketi olduğunu söyledi.
İslamcılığın kast ettiği Öze dönüş sanıldığının aksine zor ve zahmetli bir iştir. İnsanları alışkanlıklarından geleneklerinden ve öncekilerin hayat tarzından koparıp bunun yerine kur’an ve Sünnetin vaaz ettiği bir yaşam biçimini hayata geçirmek zordur, çok kolay değildir. Elbette ki bu iş öze dönüş olmadan da düzelmez. Öze dönüş, İslamcılığın bize söylediği o sloganik çerçeve içerisinde olabilecek bir şey değil. Çok daha derinlerde, çok daha entelektüel çabayı gerektiren bir şeydir. Ve Müslümanların entelektüel var oluşlarının yeniden canlanmalarının da bir imkânıdır.