• BIST 9120.73
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 19 °C
  • Ankara 10 °C
  • Van 8 °C

İSLAMİ EĞİTİM 2

Orhan K. Kocabaş

 

Bir önceki yazımızda İslami Eğitim’in metafizik temeller üzerinde kurulması ve gerek vahiy yoluyla gerek tecrübeyle edinilen bilgilerin birbirini tamamlayıcı olarak verilmesi üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda da şu an uygulanan eğitim sisteminin pratik eleştirisini somut örneklerle göstermeye çalışacağız.

Müfredat konusunda üzerinde durulması gereken ilk mesele bilginin dengeli bir büyüme ile öğretilmesi meselesidir.  Bu konuya yine metafizik bakış açısıyla bakma zorunluluğu vardır. Günümüz bilimsel yaklaşımlarına uygun şekilde çocuğa dini eğitimin verilmesi oldukça geç bir dönemde başlamaktadır. Çocuk somut alandan yola çıkarak soyut alana ulaşması ilkesine göre dini alan ve İnanç ilkeleri (Allah inancı) geç denebilecek bir dönemde (4. Sınıflardan başlayarak) okullarımızda öğretilmeye başlanmaktadır. Hâlbuki insan kişiliğinin gelişmesi onun Allah’la olan ilişkileri ve tabiatla olan münasebetleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bizim geleneğimizde bilgi ve marifet hiyerarşisi manevi ilimlere öncelik verilerek kurulmuştur. Ahlakta bu manevi bilimin temelleri üzerinde oturtulmuştur. Yani insanın kişisel ve kollektif davranışlarını yöneten ahlak, manevi dediğimiz evrensel değerler üzerine bina edilmiştir. Akli ve zihinsel bilgi yahut zihinsel disipline götüren bilgi ise daha sonra gelmektedir. Bu yüzden çocuğa bu saydığımız hiyerarşiye de uygun olarak inanç ve ahlak kuralları erken yaşta iken yavaş yavaş aşılanmalıdır. Bunun üzerine çocuğun zihni ve akli duruma uygun talimi geldiğinde, bu ruhsal durumu (yani aldığı inanç ve ahlak bilgisini) algılama, uygulama gücünü fark edecektir. Sonuçta inanç ve ahlak kurallarının çocuğa küçük yaşta uygulanması onu bedensel duyularını, hayal gücünü kontrol edebilmesini sağlayacaktır. Zihinsel gelişmeyle beraber çocuk doğru kavrayış, tasavvur, ayırt etme yeteneğini kazanıp, neye inanması gerektiğini anlamaya başlar. Anlamaya başladığı şey Allah’ın kudret ve iradesinin tezahürleridir. Böylece çocuk her şeyin nasıl Allah’ın varlığına işaret ettiğini ve onun ilahi kudretini gösterdiğini anlamaya ve kavramaya başlar. Şu anda okullarda yaptığımız eğitim ise tam tersi bir durum arz etmektedir. Din dersi verilinceye kadar sürede (1,2 ve 3. Sınıflarda) verilen derslerde zihni veya akli dediğimiz bilgiler ve doğru davranış dediğimiz tutumlar (bu ahlaka tekabül ediyor sanırım) inançtan ve maneviyattan önce ve bağımsız bir şekilde verilmektedir. Örneğin bu dönemde yalanın kötü olduğu söylenir fakat bu eylemin üst bir ilkeye bağlantısı yapılmaz. Yalan niye kötüdürün cevabı zor verilir. İnançtan bağımsız değer aşılama güçlüğünün derdini öğretmenlerimiz çekmektedir. Ondan sonrada çocuktan ahlaki tutumlar beklenmektedir. İnançtan bağımsız bir Hayat bilgisi dersi nasıl öğretilebilir ki… Hayat kelimesinin bizim inancımızın bildirdiği anlamdan hayli uzak olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Modern anlayışta hayat doğumdan ölüme kadar olan süreye denilmekte ve tamamen maddi temeller üzerine kurulan bir dünyayı anlatmaktadır. Kısaca Hayat Bilgisi dersinin Hayatla bir ilgisi yoktur. Burada çocuğun belirli bir yaşta kendi inancını kendisi seçsin, tüm inançlar eşit şekilde öğretilsin, Din dersleri seçmeli olsun gibi tartışmaya açılan akla seza görüşleri açıklamaya ve ya eleştirmeye gerek yoktur sanırım. Tekraren bizim burada anlatmak istediğimiz husus eğitimin metafizik temeller üzerine kurulması gerektiğidir.

İslami eğitimden kastedilen sadece dini kuralların öğretilmesi değildir. Hayatın her alanında daha kapsamlı bir şekilde İslami Eğitim üzerinde durulması gerekmektedir. İslami Eğitimden maksat tüm bilim dallarının İslami açıdan öğretilmesi anlamına gelmelidir. İslami Eğitim kavramı, eğitimi tüm yönleriyle kucaklamalıdır. Bunun böyle olması İslami Eğitim kavramının tevhid temeli üzerine oturtulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Eğitimin temel dinamiğini oluşturan tevhit kavramı Müslüman yaşamıyla ilgili tüm olaylarda yansımalıdır. Geçmişte İslami Eğitim teolojik konuların yanı sıra rasyonel tüm konuları kapsamıştı. Eğitim insanın bir yönünü geliştirmek üzere tasarlanamaz. Eğitimde tüm bilim disiplinlerde, derslerde sürekli tevhit ilkesine müracaat edilmesi gerekir ki tüm dersler doğru ve realite birliği içinde mezcedilsin. Böyle yetişen kişi toplumuna faydalı, sevimli ve yardımsever biri olur, “selim (arı, duru) fıtrat üzere bir insan tipi yetişir.

 

                Bu metodolojiyi (tüm derslerin İslami bir üst bakış açısıyla, metafizik yaklaşımla öğretilmesi) farklı derslerle örneklendirerek açıklamak istiyorum:

                Örnek olarak bir biyoloji dersini ele alalım. Eğer ders kitaplarımızdan Tabiat kelimesini siler ve yerine doğru olan (Kadir-i Mutlak) Allah kelimesini koyarsak sonuç ne olacaktır? Bütün ders boyunca O’nun mucizevî yaratıcılığına aşırı duyarlı bir bilinçle Allah’ın huzurunda olacağız. Biyolojide yaratma işini tek ve gerçek Yaratıcı’ya ithaf eden uygun ilmi biçimle öğrettiğimizde, bilincimizi Allah’ın yaratıcılığına çekeriz. Tohuma toprağı yardıran kimdir? Yerin çekim kuvvetine zıt bitkinin gövdesini kim yukarı iter? Çiçeği açtıran ve meyve verdiren kimdir? Bu tür mucizevî yaratıcılık hakkında çok sayıda “kim” ve “ne” sorusu vardır? Bu mucizeleri gerçekleştiren yalnız ve yalnız Allah’tır.

Mesela bir fizik ve kimya derslerini ele alalım. Maddeye kendine özgü nitelikleri kim verdi? Cisimlerin ısıtıldıkları zaman genişlemesine ve donduruldukları zaman büzülmelerine kim sebep olur? Belirli bir elementin başka bir belirli elementle kimyevi tepkimeye girip bir başkasıyla girmemesini kim belirler? İkisi de yanıcı olan, fakat birleştiklerinde şiddetli alevi söndürebilen iki element olan hidrojen ve oksijeni kim yarattı? Allah’tan başka Tanrı olabilir mi?

Yine jeoloji dersinde; yerkabuğuna, iklime, dağlara, vadilere, denizlere, nehirlere, bulutlara, yağmurlara, bulutlara bakalım… Tabiatüstü karıştırılmadan Allah’ın ismi geçmeden bu ders öğretildiğinde ne oluyor? Modern cahiliye tabiat nedir sorusuna cevaben tabiatın yaratıcılığını ön plana alırken, bizim Allah’ı yaratıcı olarak sadece Din derslerinde vermemiz Yaratıcıyı tanıtmada yeterli gelmekte midir? Astronomi dersinde Yasin süresindeki “Aya erişmek güneşe düşmez, gece de gündüzü geçmez. Her biri bir yörüngede yürürler.” ayeti hatırlatmanın ne sakıncası olabilir? Tabiatı ilah edinmeyen bu dersler kendiliğinden, bize öğrencilerin kalplerinde dini bilinci canlandırma şansı verecektir. Dürüstçe öğretildiğinde kalplerimizin Allah’ın büyüklüğünü duymasını ve sonuçta ondan korkmamızı ve sevmemizi sağlayacaktır. Bunlara itiraz edenlere İslami eğitimin insanlara nedensellik kanununu ve onun anlaşılması güç bağlantılarını unutturmadığını;  iyice inceledikten sonra onu yaratıcıya bağladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuran’da zaten bu ilkeye ters düşen bir ayet yoktur. Allah’ın müdahalesi yine bu nedensellik üzerinden gerçekleşir. Gerçi bir bilim adamı, örneğin biyoloji öğretmeni insanın yaratılışı üzerinde konuşmamalıdır. Çünkü o tercih yapabilecek o konuda konuşabilecek bilimsel bir veriye sahip değildir. Fakat insanın bedeninin kapsamlı yapısı, yaratılışı yapan büyük bir zekânın olduğunu gösteriyor. Bu ise derste değinilebilecek bir husustur. Canlı varlıklarla kâinat arasında karmaşık ve ilginç ilişki, tüm evrende müşahede edilen birlik (vahdet) tecellisini gösterdiği söylenebilir. Mantıksal olarak şu sonuca varılır; bütün bu tezahürler tek bir şuurun icraatıdır (Yaratıcı). Canlıların çeşitliliği ve aralarındaki ilişkilerin karmaşıklığı, çocuğun zihninde yaratıcının her şeyi hikmetle yarattığına dair bir hayret ve haşyet duygusu getirir. Ders kitaplarımız ve müfredat bu metafizik alana girmek istemiyor. Allah’ın yaratıcılığı hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, kalplerimiz O’na o kadar çok yaklaşır. Bilimsel eğitim bunları söylerken de kendi özelliğini koruyabilir. Fakat Tanrı şuurunun ileri sürülmesiyle bilimsel eğitimle dini eğitim arasında bir tür bütünleşme meydana gelebilir. Dindar öğretmenler de zaten bunu yapmaktadır.

Tekrar edersek akli bilimler yaratıcıyı hatırlatıcı, onun büyüklüğünü gösterici ve insanı bu dünyada adalet içerisinde ve emniyetini sağlayarak yaşatacak şekilde eğitim sistemi içerisinde yer alması gerekir. Birbirini nakzedici tarzda yapılan eğitimin insan ruhunda açtığı problemler modern dünyanın en büyük sorunlarıdır. Tanzimat’tan bu yana ülkemizde bu çatışma devam etmekte, pozitif bilimler öğretilirken, din yokmuş gibi bir müfredat uygulanmakta, bilim ve dinin çatıştığı noktalarda bilim ön plana geçirilerek hayatta dinin yeri gittikçe daraltılmaktadır. Örnek olarak bu duruma okullarda öğretilen genel olarak Evrim, özelde Darwin teorisinin verilme şeklinden bahsedilebilir. Bilindiği gibi Evrim teorisi kabul edilmiş bir teoridir. Hatta tüm biyoloji biliminin hemen hemen bu teori üzerine kurulduğunu bile söyleyebiliriz. Çocuklarımıza bu teori öğretilirken bilimsel bir hipotez veya doğruluğu yada yanlışlığı ispatlanabilecek bilimsel bir teori olarak değil de, sanki kesin bir gerçekmiş gibi öğretiyoruz. Bugün DNA’nın rastgele ortaya çıkma ihtimalinin, bir maymunun dünya tarihini baştan sona yazması kadar akıl dışı olduğu söylenmesine rağmen bu görüş yerine Darwin teorisinin sonuçları sonucu ortaya çıkan modern antropoloji müfredatlarda önemli bir yer tutuyor. Buna bağlı olarak öğrencilere çevrenin insanın hayatını, alışkanlıklarını, geleneklerini, duygularını, düşüncelerini ve davranış tarzlarını şekillendirdiği öğretiliyor. Dini inancı olmayan için geçerli olabilir bu durum ama inancın insanı ve insanlığı nasıl şekillendirdiği konusu nedense tarihte geçen önemli örneklere rağmen es geçilmektedir.  Bu ilke doğrudan İslam’la çatışmasa da (çevrenin insanda etkisi), insanın sadece çevrenin etkisi ile olduğu gibi bir görüşü zımnen kabul etmiş oluyoruz. Ders müfredatlarının ve kitaplarının tüm bu hassasiyetleri göz önüne alınarak yeniden düşünülmesi gerektiği için bunları anlatmaktayız. Sosyoloji ders kitabında geçen bir cümleyi buraya aktarmak istiyorum: “Genel olarak din, insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle anlamaya yönelmedir.”  Bu görüşlerin modern antropolojinin dinin kökeni hakkında evrimci teorinin yansıması olarak kabul gördüğünü biliyoruz. Evrimin modern dünyanın kesinleşmiş bir gerçeği olarak sunulmasının neticesinde bu konunun tüm derslere nerdeyse sirayet ettiğini ve tenkitçi anlayışla bu tür görüşlerin öğretilmesi gerekirken, halen batıdaki şekliyle öğretilmesi ciddi bir sorundur.

Bir diğer örnek de tarih dersi için verebiliriz. Modern anlamda tarih felsefesi insanlık tarihini süren ilerleme ve gelişme tarihi olarak görür iken –ki bu da evrim teorisinden mülhemdir-  insanın ilerlemesini maddi ve mimari ilerleme ile ölçer. İslam’a göre ise insan maddi gelişmesine bakılmaksızın yalnızca iki oluş üzerinde bulunabilir. Ya “en güzel yaratılış üzeredir”, yada “aşağıların en aşağısı” dır. Büyük olsa da uygarlığın maddi yönü insanın ilerlemesi için bir kriter değildir. İnsanlık maddi olarak sürekli ilerleyebilir ama bizim bakış açımızla tarih her iki uçta da (iyi – kötü olarak)yargılanacaktır. Tarih öğretiminde yapılan bir diğer facia Peygamberlerin hayatının yaşanmış gerçek hayatlar olarak öğretilmemesidir. İnsanlığa yön veren, insanlığın bu en önemli şahsiyetlerine tarih kitaplarında bu yönleriyle yer verilmemekte, peygamberler mitolojik bir şahsiyet olarak öğretilmektedir. Öğretmenler peygamberlerin bu hayatlarını tarihi olarak tahkik edilmiş gerçekler olarak anlatmalıdırlar. Dayandığı kaynaklarında mutlak gerçek ve salt doğru olarak kabul ettiği Kuran ve Hadis olduğunu söylemelidir.

Kimya, fizik, biyoloji, matematik, mühendislik, tıp, vb. fiziksel bilimler de ilahi bilgiden tecrit edilmiştir. Tekrar pahasına söylersek Bu bilimler insanın sonsuz hayatı kazanmasında onlara yardımcı olan bilgiler olarak görülmelidir, yine bu ilimlerin yardımıyla bu dünyada yapıp etmelerimizin bizim sonsuz hayattaki yerimizi belirlediğini bilmemiz gerekir. Tüm ilim dalları sonuçta pratik faydalar sağlar. Metafizik üst alan ise ilimlerin anlamını açıklar. İlimlerin ne anlama geldiğini, bu ilimler sonucunda hayatın anlamını kavramamızı sağlayan şey işte bu metafizik üst alandır. Bunu da açıklayan vahiydir. Allah Kuran’da akletmeyi bu manada, Varlığı yaratanı kavrama manasında kullanmıştır. Sonuçta bu ilimler eğitim müfredatı içinde sonsuz hayatı hedefleyen insanın yaşamında yardımcı oluyorsa işlevini gerçekleştirmiş demektir.

Bir diğer en önemli ders olan edebiyat ve estetik eğitimi üzerinde de durmak istiyorum. Edebiyatın bağımsızlığı kavramına sığınılarak, biricik hedefin estetik bir zevk olduğundan hareketle çoğu kimselerin beyni yıkanmıştır. Bunlar edebiyatın insanın düşünce ve beyinlerinde etkili olabilecek en güçlü bir vasıta olduğu gerçeğinden gafil bulunmaktadırlar. Çocuk küçüklüğünden itibaren öğrendiği edebiyat vasıtasıyla Secularist veya Ateist olabilmektedir. Çocukluk yıllarında duyduğu hikâyeler, anne babasının veya öğretmeninin saygıyla tekrarladığı isimler, büyük insanların yaşamlarındaki büyük hadiseler çocuğun kişiliğinin oluşmasında etkili olur. Çocuğun tabiata, yaratılmış olan varlıklara karşı olan sevgisi, Allah’a, peygambere ve onun sahabelerine karşı olan saygısı, İslami kültürden kaynaklanmış şiir, hikâye ve güzelliklere karşı olan ilgisi, sevgisi, bütün bunlar çocuğun duygularını inceltir, dimağında Allah, peygamber ve kâinat sevgisi yaratır. Bu sevgi çocukta adalet duygusu da meydana getirir. Onu insanlığın ızdırabını paylaşmaya kadar götürür. İçinde yaşadığı topluma sorumluluk duygusu doğurur. Edebiyat kitaplarındaki edebi metinlerin seçilmesi bu yüzden önemlidir. Çocukluk döneminde İslam hayatı ve kültürü ve İslam’ın belli başlı ahlaki değerleri çocukların gönüllerine verilirken, değişik kültürler ileriki dönemlerde takdim edilmelidir. Mükemmel edebiyat insanın din ve edebiyattan öğrendiği evrensel hayat değerlerini destekleyip tanıtan yaratıcı çalışma çeşididir. Yani edebi duyarlılık ahlaki eğitime bağlı olmalıdır. Bir öğrenci dini bilmiyorsa, estetik eğitimini ahlakla bağdaştıramayacaktır. Estetik eğitim(güzeli ve onun sanat eserlerindeki anlamını kavrama, sezme) ahlaki eğitimle birbirini tamamlaması gerekir. Buda ancak güzelin Allah’ın bir sıfatı olduğunu bilmekle olur.   

Okullarda öğretilen Din derslerinin uzun adı bu dersi koyan iradenin niyetini de yansıtmaktadır: Dini kültür düzeyinde öğretmek eğitim yönü ihmal edilerek dinin yaşanmasına dönük işlevinin olmamasını sağlamaktır. Fakat halkın taleplerini dikkate almak zorunda kalan bakanlık buna uygun bir müfredat proğramı hazırlamak zorunda kalmış, öğretmenlerin gayretleriyle Din dersi işlev görmeye başlamıştır. Burada değinmek istediğim husus okullarda Din dersi verilirken bilgi düzeyinde kalınması, manevi bir etkinin oluşturulamaması meselesidir. Bunu bir örnekle açıklayalım: Ortaokullar için hazırlanmış öğretmen klavuz kitaplarında ibadetler öğretilirken bir yöntem önerilir. Buna göre bir tablo oluşturulur ve tabloya öncelikli olarak ibadet çeşitleri yazdırılır. Daha sonra çocuklara zaman ve mekâna göre yapılan ibadet çeşitleri tabloya işlenerek ibadet çeşitleri hakkında bilgiler verilir. Bu tablodan çocuk ibadetler hakkında genel bir bilgi edinmiş olur. Bizim üzerinde durmak istediğimiz husus bu ibadetlerin manevi yönlerinin verilememesi, bilgisinin verilmesidir. Hâlbuki ibadetlerle İlahi şuurda, gerçek hürriyeti yaşayabiliriz, güzel ahlak kazanır, uhrevi hayatı yaşar, ruh ve beden sağlığını koruyabiliriz. Tüm bunlar manevi alanla ilgili konulardır. Aşağıda bazı İslam düşünürlerinin yaklaşımlarını, eğitim metotlarını vermek istiyorum.

Birincisi Şibli’nin (Cüneyt el-Bağdadi’nin talebesi) (Miladi:10.yy) hac ibadetine dönük yaklaşımıdır. Şibli’nin “Yola gücü yeten insanlar, Beyt’i haccetmeleri Allah için gereklidir.” ayeti hakkındaki yorumu şöyledir:

“Bir adam Şibli’ye gitti. Şibli ona dedi ki:

  • Nereye gidiyorsun?
  • Hacca
  • Öyle ki iki çuval götür, onlara orda rahmet doldur ve onları giy, bize getir ki, hacdan nasibimiz olsun; gelene onu verelim, ziyaret edeni onunla ağırlayalım.

Adam diyor ki: Huzurundan vedalaşıp ayrıldım. Döndüğüm zaman Şibli bana sordu:

  • Haccettin mi?
  • Evet
  • Haccetmek için ne amel ettin?
  • Guslettim, ihrama girdim, iki rekât namaz kıldım ve telbiye ettim.
  • Bununla haccı akdettin mi?
  • Evet
  • Peki yaratıldığından beri bu akdine muhalif bütün akidleri bozdun mu?
  • Hayır
  • Sen akdetmemişsin.
  • Sonra elbiseni çıkarttın mı?
  • Evet
  • Yaptığın her işten de soyundun mu?
  • Hayır
  • Sen elbiseni çıkarmamışsın.
  • Sonra Harem’e girdin mi?
  • Evet
  • Hareme girmeyle her haramı terk etmeye ahdettin mi?
  • Hayır
  • Sen Harem’e girmemişsin
  • ………
  • Kurban kestin mi?
  • Evet
  • Şehvetlerini ve iradeni Hakkın rızasında ifna ettin mi?
  • Hayır
  • Sen kurban kesmemişsin.
  • Şeytana taş attın mı?
  • Attım.
  • Sendeki cehaleti attın mı ve bu sayede sende ilim zuhur etti mi?
  • Hayır
  • Sen taş atmamışsın.
  • …..

İkinci örneğimiz olan el- Gazali de Şibli gibi, ibadetlerin esas manasını ve özünü açıklamak için bir çeşit ibadet fenomenolojisi yapmıştır. Namaz konusunda yazdıklarında bu bariz olarak görülmektedir. Burada konuyu uzatmadan sadece ezan ile ilgili yazdıklarını alarak konuyu anlamaya çalışacağız.

Ezan

                “Ezan sesini duyduğun zaman kıyamet günündeki davetin dehşetini düşün. Ezana süratle icabet için batın ve zahirin ile hazırlan. Çünkü ezana süratle icabet edenler o büyük günde lütuf ve mülâyemetle davet edilirler. Kendi kendine düşün, eğer ezan sesini rağbet ve sevinçle karşılıyorsan, o kaza gününde kulaklarında çınlayacak olan müjde ve kurtuluş nidasıdır.”

Buradaki ibadet fenomolojisi olarak tanımlayabileceğimiz eğitim metodu, ibadetlerin ardında yatan manayı kavramaya dönük bir işleve sahiptir. İbadetle şuur kazanma, ibadetin şekil ve şartlarını yerine getirmekten ibaret değil, ibadetin özünün onları meydana getiren unsurlardaki manalarda olduğunu anlatmaktadır. Bilindiği gibi dinimiz İslam’da iman ve ibadet sistemi vardır. İman ancak ibadetlerde tecrübe edilir ve yaşanır. Aksi takdirde iman kuru bir bilgi, ibadet ise yukarıdaki diyalogdaki gibi şuursuz yapıldığında boş eylemlere dönüşür. Okulların bu tarz bir şuur vererek ibadetlerin öğretilmesi anlayışından uzak olunduğu aşikârdır. Yukarda bir örnekle bahsettiğimiz okullardaki ders metodu dini bilgi vermenin ötesine geçememekte, şuur, maneviyat kazandırmaktan ise oldukça uzaktır. Böyle bir eğitiminin notla değerlendirilmesi ise ayrıca bir faciadır. Konu ibadetleri öğretmek ise, esası zikirdir. Allah’ı şuura yerleştirme, ancak O’nu hatırlamak ve zikretmekle olur. Bütün ibadetler her yönüyle Allah’ı zikretmek vasıtalarıdır. Allah’ı şuura yerleştirmek ilahi benliği ve Onun şuurunu insani benliğe yerleştirme ve insani benliği temizleme ameliyesinden başka bir şey değildir. İbadetlerin bu yönü ihmal edilerek öğretilmesi onları basit, içi boş, şekilsel eylemlere dönüştürecektir.

Ülkemizde ve genel olarak İslam Dünyasında verilen din eğitiminin sınırları oldukça daraltılmış, hayatta da dine mümkün olduğunca hudutlu ve dar yer verilmekte, din şöyle hemen kenara bırakılıverecek bir şey haline getirilmektedir. Din adeta iyice ufaltılmak istenmektedir. Din, varlık âleminin tamamı üzerinde tesiri olmayan tecrid edilmiş bir şey olarak kabul edilmektedir. Artık din pek çok kimse için bir pratik ve alışkanlık işidir. Bu yüzden dini hayata tekrar dâhil etmek ve hayata müdahale etmesini istiyorsak müfredat meselesini ciddiye almamız gerekmektedir. Din derslerinin veya okullarının sayısının arttırılarak dindar bir nesil yetiştirilemeyeceğinin bilinmesi gerekir.

Sonuç olarak; İslam dünyası çağdaş bilimleri kabul ettiğinde akli ve nakli ilimleri birleştirerek bir temel bulma imkânı bulunmamaktaydı. Bunun sonucu olarak İslami eğitim modern eğitimden ayrılarak bağımsız hale getirilmiş ve İslam dünyasında iki ayrı sistem etkisini göstermeye başlamıştır. Şu anda Müslümanların insan ve toplum hakkında orta çağdan kalan kavramlara uzun zaman tutunup kalması imkânsızdır.  Eğitimin İslamileşmesi meselesini Müslümanlar gündemine ciddi olarak almaları gerekir. Kuran’dan alınan kavramlar çağdaş terminoloji giydirilerek tekrarlanmalı yahut konuyla ilgili yeni bir terminoloji meydana getirilmelidir. Bu bilginin İslamileştirilmesi ile ilgili bir konudur ve oldukça detaylı ve zor bir konudur.

 

                                                                                                                    

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim