Uzun yıllardan beridir toplumun tümünü ilgilendiren temel meselelerde, en iyi çözüm yolunun referandum olduğunu savunuyoruz. Çünkü referandum, toplumu ilgilendiren bir konuda toplumsal iradenin açığa çıkmasını sağlayan bir mekanizmadır.
Toplumsal iradenin ekseriyetine saygı duyan, onu bir çözüm yolu olarak gören, toplumun çoğunluğunun ekseriyetle doğru veya doğruya yakın olanı tercih ettiğine inanan, halkın çoğunluğunun belirleyici olduğunu kabul eden her insan, önemli konularda referandumu önerir ve sonuçlarını da benimser.
Ülkenin ve milletin kaderini, yaşam tarzını ve geleceğini ilgilendiren konularda referanduma gitmek, halkın temsili demokrasiyle değil, doğrudan katılımıyla ve karar vermesiyle yönetime müdahil olmasıdır. Referandum sonucuna muvafık da olsa muhalif de olsa, halkın çoğunluğunun belirleyici olduğunu benimseyen herkesin, referandumu da önemsemesi gerekir ve sonucunu kabullenmesi icap eder. Aksi yaklaşım, halkın çoğunluğunun iradesini benimsemeyen tahakkümcü ve tepeden yaklaşımcıların yönetim tarzıdır. Ama halkın ekseriyetinin akl-ı selimi tercih edeceğine inananlar ve ortak aklı önemseyenler, referanduma toplumsal sorunların çözümünde ‘anahtar’ rolünü biçer.
Sistem değişikliklerinin ve hatta tümden yeni bir sistemin inşasının bile referanduma sunulması doğru ve gerekli olandır. Yönetim tarzına ve şekline ilişkin karar hakkı vatandaşındır. Çünkü yönetim şekli beşeri bir olaydır ilahi değil. İslam, yönetimin şekliyle ilgili sadece adalet ve istişareyi emretmiştir. Adalet ve istişarenin hangi şekil ve formda uygulanacağı insanların kendisine bırakılmıştır. İslam, ahkam bildirmiş, hükümet şekline ilişkin bir bildirimde bulunmamıştır. Bir diğer ifadeyle, hükümet şekli beşeri, ahkam meselesi ilahidir.
Yönetim şekli insanla ilgili olduğundan, zaman ve zemine göre değişim göstermesi, ıslah edilmesi çok olağan şeylerdir. Hakeza bu konuyla ilgili çok farklı görüşlerin olması da o kadar doğal ve insanidir. Dolaysıyla sistem konusunun ölüm-kalım, iman-küfür bağlamında değil, beşeri temelde ele alınması, tartışma ve değerlendirmelerin bu çerçevede yapılması gerekir.
Beşeri olan yönetim şekillerinin referanduma sunulması ortak aklın kabullerindendir. Tartışmalı olan konu, muhtevanın yani devletin benimsediği dünya görüşü ve ideolojinin de referanduma sunulup sunulamayacağıdır. Örneğin,demokrasiyle yönetilen bir toplumda halkın önemli bir kısmının talebi üzerine demokrasiden sosyalizme veya İslam cumhuriyetine geçiş yapalım mı yapmayalım mı şeklinde bir referandum yapılabilir mi? Aynı soru, İslam veya sosyalizm ile yönetilen bir ülke için de geçerlidir.
Beşeri sistemler arasında referandum yoluyla geçiş yapmanın önünde teorik olarak hiç bir engel gözükmemektedir. Demokrasiden sosyalizme veya tersine bir geçiş gayet mümkündür. Beşeri sistemlerde yönetimin şeklini de muhtevasını da insan belirlediği için, onu değiştirmek de insanın yetkisinde olmalıdır. Beşeri olan, kutsal ve dogma olamayacağına göre, değişimi de doğal ve hatta gereklidir. Ne var ki, hiç bir rejim, halkına bu hakkı tanımyor pratikte. Halklara referandum yoluyla rejimlerinin şeklini ve muhtevasını değiştirme hakkı tanınmadığı için devrimler oluyor. Eğer o hak halklara tanınsa, devrim yerine referandumla barışçıl geçişler olur.
Bizdeki anayasa da dogmalaştırılmıştır. Örneğin 16 Nisan’da yapılacak anayasal değişimle ilgili MHP evetten, CHP hayırdan yana olduğu halde her iki parti de anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği konusunda mutabık ve ısrarlıdır. Oysaki insan ürünü olan hiç bir şey zamana ve mekana karşı dayanıklı değildir ve kutsal hiç değildir. İnsan ürünü olan bir anayasaya böyle bir kayıt koymak, onu kutsallaştırmak ve dogmalaştırmaktır. Aynı zamanda da vatandaşların yönetim şekline ilişkin hakkının gaspıdır.
İslam açısından aynı sorunun cevabına gelince.
İslam açısından muhtevanın yani devletin benimsediği dünya görüşü ve ideolojinin de referanduma sunulup sunulmayacağı konusu, modern bir konu olduğu için temel fıkhi eserlerde ele alınmamıştır. Çağdaş bir sorun olduğu için tartışmalar da yenidir.
Bireysel bazda İslam’ın benimsenmesinin zorla değil irade ve kabulle gerçekleştiği esasından yola çıkanlar, toplumsal bazda da İslam’ın en azından çoğunluğun kabulüyle olabileceğini savunuyorlar. Yani yönetimin İslami esaslara dayanması, toplumun çoğunluğunun istemesiyle olur. Çoğunluk istemiyorsa İslami yönetim zorla dayatılamaz. Dayatılırsa, sulandırılır, içi boşaltılır ve din zarar görür. Bu görüşü savunanlara göre muhtevanın da referanduma sunulması gerekir.
1979’da İran’da devrim olduktan bir kaç ay sonra İran İslam Cumhuriyeti rejimine geçmek konusu referanduma sunuldu ve referandum sonucu kabul edildi. İranlı alim, düşünür ve siyasi analistlerin bir kısmına göre devrim önderinin referandumdan evet çıkacağına emin olduğu için muhtevayı referanduma sunduğuna inanıyorlar. Diğer bir kesim alim, düşünür ve siyasi de, referandumdan hayır çıkmış olsaydı, devrim önderinin İslam cumhuriyetini dayatmayacağını, başka alternatifler sunacağını savunuyorlar.
Bu örnekte iki önemli konu var. Birincisi muhtevanın referanduma sunulmuş olmasıdır. İkincisi, bir konu referanduma sunulmuşsa yüzde bir de olsa hayır ihtimali kabullenilmiş demektir.
İslam açısından bile muhteva dahi referanduma sunulabilir tartışması yapılabilirken ve örnekleri varken beşeri muhtevaların referanduma sunulması tartışma bile götürmez.
Muhteva ile ilgili durum böyleyken, bizde yönetimin şekli ile ilgili referandum dahi normal şartlarda cereyan etmiyor. Önümüzdeki referandumda yönetim tarzına ilişkin bir değişim halk oyuna sunulacak. Ne ki, tarafların konuyu ele alış tarzı ilmi, tecrübi ve bilimsel bir zeminden ziyade suçlayıcı, itham edici, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir zeminde şekilleniyor.
Örneğin evet diyenlerin bir kısmı meseleyi beka temelinde ele alıyor. Bu yaklaşıma göre evet diyenler ülkenin ve milletin bekasını gözetiyorken hayır diyenler de dolaylı olarak ülkenin ve milletin bekasını düşünmeyenler olarak niteleniyor. Oysa normal olan her insan kendi bireysel, ailevi, ulusal ve ülkesinin bekasını ister, aksini düşünmez. Konu bekanın kendisi değil, onun nasıl daha iyi sağlanacağıdır. Farklı görüşlerin olması da çok doğaldır. Beka yerine yeni sistemin istikrar getireceği, siyasi istikrarın da ekonomik gelişmeyi sağlayacağı argümanları çok daha makul ve Cumhuriyet tarihindeki tecrübi örneklerle de desteklenebilecekken bu tür gerekçeler yerine beka gerekçesini öne çıkarmak tartışmaları asli mecrasından çıkarır.
Öte yandan hayırcıların bir kısmı da evet denirse ülke bölünecek, felaket olacak diyor. Yönetim tarzıyla ilgili bir değişim ve ıslah neden bölünmeye ve felakete yol açsın?
Beri taraftan evet demenin Kur’an’a göre şirk olduğunu söyleyebilecek kadar garabet ve cehalet örneği sergileyenler var.
Evet diyenlerin bir kısmı da hayır demeyi terörle eşdeğer telakki ederek demokrasi ve referandumu yerle yeksan, halkın yarısını itham ediyor.
Kimileri de konuyu kişi bağlamında değerlendirip tutum belirliyor. Halbuki sistemler kişiler bağlamında değerlendirilemez. Çünkü sistemlerin ömrü, kişilerin ömründen çok daha uzundur.
Kimileri referandumu Sakarya Savaşı’na benzetmekte, kimileri Osmanlı’nın rövanşına. Kimileri hayır demeyi özgürlük, evet demeyi faşizm telakki etmekte.Bu türden yanlış ve sakıncalı yaklaşımların 16 Nisan’a kadar giderek artış göstereceği de kuvvetle muhtemeldir.
Beşeri olan bir konuyu medeni insanlar gibi insani bir temelde ve doğal sınırlar içerinisnde tartışma ve değerlendirme olgunluğunu gösteremiyoruz toplum olarak. Bunun nedenlerinden biri, bizim tarihimizde yönetime ilişkin fikir üretmenin ve alternatif sunmanın her zaman için mahzurlu ve tehlikeli sayılmasından,belli kalıpların tabulaştırılmasından olsa gerek. Yönetimin muhtevası da şekli de dogma haline getirilmiştir bizim tarihimizde. Bu gün de anayasanın ilk dört maddesi dogma halini korumaktadır. Yönetim şekli kutsal ve dogmaya dönüştürülünce, onunla ilgili tartışmalar da normal seyrinde yürümüyor. Tartışmalarda seviyenin yerini sığlık alıyor. İlim, bilim ve tecrübenin konuşturulması gerekirken suçlama, dışlama, ayrıştırma gibi mahzurlu yaklaşımlar revaç buluyor.
Refarundumu ve onun konusunu asli mecrasından çıkarıp suçlama moduna geçenler durup düşünmezler ki, evet ve hayırla ilgili gündeme getirdikleri ithamlar referanduma sunulacak şeyler değildir. Bir şey seçime sunuluyorsa, onunla ilgili tercihlerin her iki yanı da meşrudur, doğaldır, insanidir, beşeridir. Ne var ki bizde siyasi ve demokratik olgunluk yoktur. Bu olgunluk olmadığı için, örneğin referandum sonucu evetten yana çıkarsa, hayırcılar çıkan sonucu benimsemeyecek; hayırla sonuçlanırsa evetçiler benimsemeyecek. Peki o zaman,sonucu benimsenmeyecek, sindirilmeyecek ve saygı gösterilmeyecek bir referandum niçin yapılır?
Esasen müfrit evetçiler de müfrit hayırcılar da demokrasiyi, seçimi ve halkın iradesini benimsememiş gözükmektedir.
Bu tablo içerisinde islami cemaat ve hareketlerin nasıl hareket etmeleri ve ne tür bir yol izlemeleri daha isabetli ve doğru olur?
Temel amacı İslami değerler manzumesini ve İslami dünya görüşünü yaşatmak, yaygınlaştırmak, gelecek kuşaklara aktarmak olan İslami cemaat ve hareketlerin muhatabı halkın tümüdür. Bu tür cemaat ve hareketlerin dil, ırk, mezhep, meşreb, parti, dernek ayrımı yapması, evrensel mesajlarının muhatap kitlesini daraltır. Davasının ve mesajının muhatabı amme olanların, kendilerini adı geçen farklılıklardan birine eklemleyerek sınırlandırması doğru gözükmemektedir. Çünkü taşıyıcısı oldukları mesajın şümuliyeti ve kapsamına mütenasib bir genişliğe sahip olmaları gerekir. İslam’ın evrensel mesajının taşıyıcısı olmaya aday olanlar, toplumsal katmanların tümüne hitap edebilecek, tümüyle iletişim kurabilecek, tümüyle mesajını paylaşabilecek bir konumda olmalıdırlar.
İslami cemaat ve hareketlere kurumsal tercihlerinin İslami değerler manzumesi üzerinden olması, hakk ve batıl arasında olması yaraşır.
İslami cemaatlerin ve hareketlerin, taşıyıcısı olmaya çalıştıkları mesaj, İslam’dır ve İslam adına insanlarla iletişime geçiyorlar. Dolayısıyla aidiyetleri ve nisbetleri sadece İslam’adır. Şu partici, bu akımcı, evetçi, hayırcı gibi tanımlar ve nisbetler onların misyonlarına zarar verir. Taşıyıcısı oldukları değerler manzumesini cari olan siyasi sığlıklarla kirletmemeleri daha isabetlidir.
Öze Dönüş Hareketi olarak İslami cemaat ve hareketlerin referandum sürecinde ‘kurumsal olarak’ evet veya hayır şeklinde bildirimde bulunarak siyasi kutuplaşmalardan birinde yer almalarının doğru bir tercih olmadığı inancındayız.
İslami cemaat ve hareketlerin gönüldaşlarının referandum öncesi keskin kutuplaşmalardan ve sığ tartışmalardan uzak durmaları yerinde bir davranış olur.
Referandumlar önemli olduğu için bütün vatandaşlar gibi İslami cematlerin mensuplarıda referandum günü sandık başına gider ve özgür iradeleriyle, akli muhakemeleriyle, ülkelerine ve bütün vatandaşlarına karşı taşıdıkları sorumluluk bilinciyle hangi tercihin daha yararlı olacağı hususunda siyasi içtihatda bulunarak bireysel tercihlerini yaparlar. Ne ‘hayır’cıların ne de ‘evet’çilerin söylemlerine göre değil, kendi değerlendirmelerine göre karar verirler.
Yönetim tarzına ilişkin halkımızın çoğunluğunun vereceği karar, bizim için makbul sayılır. Çünkü biz, meseleye ihanet ve sadakat, beka ve bölünme zaviyelerinden bakmıyoruz. Evet ve hayırları ihanet bağlamında değerlendirmiyoruz. Evet diyenleri de hayır diyenleri de bu ülkenin insanı, bu ülkenin vatandaşı, bu halkın bir parçası olarak görüyoruz. Hayır diyenlerin de evet diyenlerin de bir bedel ödememesi gerektiğine inanıyoruz. Aksi halde demokrasiden söz edilemez.
Mesele, anayasal ve yasal sınırlar içerisindeki alternatiflerden hangisinin daha iyi olduğu hususunda bir tercihte bulunmaktan ibarettir ve bu tercihi de her birey kendisi belirleyecektir.
Referandum sonucu ne olursa olsun, ülkemiz ve halkımız için hayırlı olmasını şimdiden temenni ediyoruz.