ZEKİ SAVAŞ
"Reuf ve Vedud olan Allah'ın adıyla
Ölmenin ve öldürmenin sorun çözmede akla ilk gelen ve uygulanan yöntem haline geldiği, siyasi hedeflere ulaşmak için en kıymetli varlık olan insan hayatının bozuk para gibi harcandığı, utanç duyulması gereken şiddetin neredeyse kıvanç duyulacak bir hal aldığı bölgemizde, Nemrud'un yaktığı ateşe bir kova su taşıma misali sayılabilecek bu konferansa konuşmacı ve dinleyici olarak katılan herkesi yürekten selamlıyor, bu konferansı düzenleyen duyarlı arkadaşlarımı kutluyorum.
Genelde Ortadoğu, özelde de Kürdistan bölgesinin jeopolitik konumunun neden olduğu karmaşık tarihsel süreçlerin ürünü olarak şekillenen şiddet kültürü, son dönemlerin siyasal arenasında baskın bir yöntem haline gelmiş, sonuçları itibariyle de yeniden hareket geçen bir yanar dağ gibi etrafını kızgın lavlar ve kül bulutları altında imha eder bir mahiyete bürünmüştür.
Bu bölgede harici ve dahili güç odaklarının şiddeti etkin ve yaygın bir araç olarak kullanıp zulmü ikame etmeleri, adalet arayanların önemli bir kısmında şiddeti, zulme karşı çıkmanın ve adaleti ikame etmenin meşru bir aracı olarak öne çıkarmıştır. Mandela'nın, "ezilenlerin mücadeleleri için başvurdukları araçlar, bizzat ezenler tarafından belirlenir" dediği gibi, zulme karşı çıkanların araçlarını zulmedenler belirlemektedir. Bu, kısır bir döngüdür ve bir yerinden kırılması gerekir. Aksi halde nesiller bu kısır döngünün acımasız çarkları arasında imha olup gidecektir.
Şiddete şiddet ile karşılık vermek, şiddet kültürünü pekiştirir, ömrünü uzatır, tahribatını atideki nesillere de aktarır. Şiddete şiddet dışı bir yöntemle karşılık vermek ise, sözü edilen kısır döngünün bir yerden sonra kırılmasını sağlar. Ne var ki, şiddete başvurmak ve şiddete şiddetle karşılık vermek, kültürümüzün bir parçası haline gelmiştir.
Şiddetin menşeinin kültürümüz ve kültürümüzün de kadim zamanlardan beri bölgemizde cari olan karmaşık tarihsel süreçlerin ürünü olduğu tezini doğru bir teşhis olarak kabul edersek, sorunun çözümüne kültürel değişimden, kültürel devrimden başlamanın teşhise mütenasib bir tedavi olacağını kabul edebiliriz.
Teşhisi te'yid babından şu soruları sormak yerinde olsa gerek:
Eğer bizim kültürümüzde siyasi sorunları çözmenin birinci derecedeki araçları hukuk, diplomasi, sözün gücü, uzlaşı, hoşgörü, tesahül, tesamüh ve tahammül olsaydı ve insan hayatını feda etmek en son ama en son çare olarak görülseydi, fecaat düzeyine tırmanmış bunca şiddeti tecrübe eder miydik? Eğer bölgemizdeki devletler ve örgütler bu mahiyetteki bir kültürün taşıyıcısı olsaydılar, bizi kuşatan bu musibetlere duçar olur muyduk?
Şiddete dair doğruluğunu savunduğumuz teşhise binaen öngörülen çözümün ne kadar zor ve ne kadar uzun süreçler alacağının farkındayız. Ne var ki, nedenleri uzun zaman dilimleri içinde şekillenen bu sorunun çözümü de uzun zaman alacaktır. Hz. Nuh'un sabrı ve direncini gerektirecektir.
Duyarlılık ve sorumluluk sahibi alimlerin, aydınların, yazarların, kanaat önderlerinin, hareket öncülerinin ve sivil toplum kuruluşlarının şiddet sorununun teşhisi ve çözümüne ilişkin ciddi ve uzun soluklu bir sorumluluk üstlenmeleri gerektiğine dair derin inancımı ifade etmek istiyor, bu konferansın bu bağlamda küçük ama teşvik edici verimli bir çaba, bir başlangıç olmasını diliyorum."