Muhammed’den Muhabbet Oldu Hâsıl,
Muhammed’siz Muhabbet Ne Hâsıl?
Sevgi; tüm yaşamın can suyu, insan hamurunun mayası. Her şeyin tadı tuzu, her iyiliğin sebebi, her güzelliğin başlangıcı, her doğrunun tek felsefesi. Duyguların en asili, en azizi, en kutsalı olan sevmek, yaşamak demek, hoşgörü demek, kendini, yaradanı kısaca her şeyi tanımak ve bilmek demek. Sevgi; bir karıncayı bile incitmemek, hangi renkten, ırktan, dinden olursa olsun her şeyi her kesi hoşgörüyle karşılamak ve onu en güzel bir şekilde kabullenmek demek. Sevgi; herkesin derdiyle dertlenmek, dünyada acı çeken kim olursa olsun acısını paylaşmak, onun yaşadığı ızdırabı yüreğinin derinliklerinde hissetmek demek. Sevgi; insanları, hayvanları, bitkileri, mazlumları, garipleri, yalın ayaklıları kısacası herkesi, her şeyi en güzel şekilde kabullenmek demek. Sevgi; yaradılanı yaradandan ötürü hoş görmek demek. Sevgi; yeryüzünde aynı havayı soluduğu her canlıyı kanıksamak, saymak demek. Sevgi; üzerinde yaşanan toprağı sınırlamadan aynı gökyüzüne bakan her varlığı önemsemek, tanımak, kabul etmek demektir.
Zulüm ve ahlaksızlığın kiri ile kararan şu dünya; artık son demlerinde varış menziline doğru hızla yol alırken, Müslümanın rehaveti bir yana sefalet ve sefahat zirve yapmış, artık fıtri olan sevginin yerini şeytani olan nefret almış ve bayrağını tüm kalelere dikmiştir. Zulmün karanlığı ile göz gözü görmeyecek kadar kararan, en ufak bir nurun ve ışığın bile belirtisinin dahi görülmediği şu ihtiyar ve yorgun dünyanın tekrar aydınlanmasının ve nurlanmasının tek çaresi Sevgi’nin yaşama döndürülmesidir. İnsanların sevgi tılsımını tekrar canlandırması, sevgi damarının tekrar bulunarak harekete geçirilmesi ile gerçekleşir. Sevgi; şu zulüm ve haramların bertaraf edilmesi, yaşanılabilir bir dünyanın tekrar inşa edilebilmesi için olmazsa olmazdır. Sevgi; toplumsal mutabakat, sınırsız hoşgörü, tüm insani hasletlerin tekrar canlanması demektir. Toplumların, insanların, canların kısacası tüm canlıların, tek bir yaratıcıları olduğunu, tek bir amaçla ve tek bir kaderle yaratıldıklarını hatırlamaktır sevgi. Bu evrensel olgu hatırlandığı an, bu değişmez gerçek kavrandığı an, bu ortak kadere iman edildiği an Sevgi canlanacak, yeryüzü yaşanılabilir bir hal alacak, tüm insanlar kucaklaşacak, kaynaşacak, herkes, her canlı barış ve huzur içinde yaşama bağlanacak ve hayat doğru ve gerçek mecrasında aşkla akmaya başlayacaktır. Evet, tüm bunların olmazsa olmazı Sevgi tılsımıdır. Sevgi olmazsa hoşgörü, tahammül, saygı ve diğer tüm İnsani hasletler hayat bulmayacak, dünya korkunç bir cadı kazanı gibi kaynayarak herkesi, her şeyi, nesli, mahsulü ve kısacası tüm Hayatı kavuracak, yakacak ve yok edecektir. Bu kazanın tek çıkış yolu Sevgi tünelidir. Tek kurtuluş, tek yaşam kaynağı bu yoldur. Sevgi kutsal bir şey olmazsa idi Allah’ın bir ismi de Sevgi Kaynağı demek olan Vedud olur muydu hiç? El-Vudd, “saf sevgi” demektir. Sevginin en güzel, en hassas, en değerli, en yüce olanını ifade eder. Allah için kullanılan el-Vedud, “sınırsız sevgiyle seven ve sevdiği kullarında da sınırsız sevgi isteyen” vurgusunu taşır.
“Beni ne şekilde seviyorsun” diye soran Aişe annemize “Seni bir kördüğüm gibi seviyorum” diye karşılık veriyor Hz. Peygamber(SAV). Daha sonra da ara ara Peygamberimize(sav) “Ya Resulallah, kördüğüm ne âlemde?” diye soran Aişe Annemize; “İlk günkü gibi” diye cevap vermiştir. Bir kördüğüm gibi sevmek, asla açılmayacak, asla bitmeyecek, asla yok olmayacak bir sevmektir. Öyle bir sevgi ki bu; karşılıksız ve tertemiz. Her konuda bize en güzel model olan Hz. Peygamber(SAV), biz ümmetine sevginin ne şekilde olması gerektiğinin de dersini böylece vermiş oluyor. Gerçi şu asrın insanının anlayabileceği bir sevgi değildir bu, sevgiyi tensel dokunmaya indirgeyen ahir zamanın insanı bu sevgiyi kolay kolay anlayamaz herhalde. ‘Muhabbetin müebbet olduğu çağlarda, nefret bile aşka gebe kalırmış. Sevginin tene hasredildiği modern zamanlarda, aşk nefrete gebe kalıyor’(1)
Sevginin yerleşkesi kalptir. Bu ulvi duyguya, bu eşsiz olguya, bu tarifsiz tılsıma ev sahipliği yapabilecek, onu taşıyabilecek, onu yaşatabilecek misyonu yüklenebilecek ancak ve ancak kalptir. Hatta Hz. Peygamberin(sav); “Cesette bir et parçası yardır. O iyi olursa bütün ceset iyi olur, o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o kalptir” (2) hadis-i şerifiyle işaret ettiği kalp, bozulmuşluğun da göstergesi konumundadır. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlayamazlar." (3) "Bilesiniz ki; kalpler yalnız Allah'ı anmakla huzur bulur." (4)Bir kutsal hadiste şöyle buyrulmuştur: " Ben mekânlara evrenlere sığmam, ancak mü'min kulumun kalbine sığarım. " Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere kalp sadece vücutta kanı pompalayan bir organ değil, hayattaki en kıymetli değerleri barındıran ve en önemlisi sevgiye başkentlik yapan bir de Yürek boyutu vardır. Kalbi sadece bir organ olarak görmek, insanın sadece ve sadece et ve kemikten müteşekkil bir canlı olduğunu görüp duygularını, hislerini ve en önemlisini seven ve sevilen kâinattaki en mükemmel varlık boyutunu görememek, dolayısıyla insanı tanıyamamak demektir.
Bu zamanda artık Sevgi’nin yüce dağların mahzenlerinde gizli kalmış mücevherler gibi zor bulunur bir çağı yaşıyoruz. Gerçek aşkı ve sevgiyi yaşayanlar tarih oldu, efsane olarak mazide kaldı. Şimdi sevgi diye insanların birbirlerine yutturdukları şey hayvani duygu ve içgüdüsel heveslerden ibaret. Sevgi sevgi olalı hiç bu kadar zulüm görmemişti. Her türlü ahlaksızlık ve fuhşiyat sevgi etiketi altında yapılır oldu. Şehvet ve cinsi seviyesizlik Sevgi adı altında ve aşk da buna alet edilerek yapılır oldu. Hele bir de seviyesizliğin, sevgisizliğin diz boyu olduğu bir güne Sevgililer günü demezler mi buna!!! Artık her şeyin, her kavramın, her duygunun, her erdemin olduğu gibi Sevginin de bonkörce harcandığı, kirletildiği, katledildiği zamanlara şahitlik etmeyiz maalesef. Sevginin de bir şerefi var, aşkın da bir onuru var, hiç bu kadar ele ayağa düşmemişti bu şerefli ve yüce duygular. Sevsinler şu zamanki Hormonlu ve katkı maddeli sevgileri…
Sevgiyi ve aşkı; Mem ile Zini’de, Leyla ile Mecnun’da, Ferhat ile Şirin’de, Aslı ile Kerem’de okuduk, tanıdık ve orda kaldı. Onlardaki sevgi ve aşk öyle samimi ve yüceydi ki bu onları Beşeri aşktan ilahi aşka ulaştırdı. Sevgileri dillere destan oldu, kitaplara konu oldu. Onların sevgisinin ten ile, şehvet ile bir ilgisi yoktu. Onların sevgisi ölümüne idi. Ve bu samimi sevginin mükâfatını da Gerçek Yar ile kavuşmak ile buldular. Bu eşsiz sevginin sonunda Mecnun ne diyordu Leyla’sına? “Çekil önümden Leyla ben Leyla’ma gidiyorum.” Ennihayetinde o gerçek sevgililerin ıstırap dolu yaşamı, mezarda birleşerek noktalanır. Çünkü onların o yüce sevgileri sadece dünyaya hitab edecek kadar sığ değildi. Onlardaki sevgi o kadar yüce ve tertemizdi ki bu sevginin ahirete bakan yüzü de vardı. Zaten onların da asıl amacı bu sevgiyi ölümsüzleştirip ebedi bir aşk ile uhrevi hayatta gerçek bahtiyarlığa kavuşmaktı. Onlardaki sevgide samimiyet vardı, fedakârlık vardı, edep vardı ve en önemlisi takva vardı. Onlar sevgiye asla ihanet edip onu kirletmediler. Onlar sevgiyi şehvete ve hazza kurban etmediler. Onlar sevgilerine Allah’ın verdiği bir emanet gözü ile baktılar ve o emanete asla ihanet etmediler. Öyle bir aşka ve sevgiye sahip âşıklar, Hz. Peygamberin(sav) şu müjdesine nail oldular: ‘Kim âşık olur da iffetli davranır ve onu gizler ve bu hal üzere ölürse o şehittir’. (5) Onlar sevgilerine, onları Yaradan’a ulaştıracak bir vesile gözü ile baktılar. Yaradan da bu yüce sevgiye layık olduklarından dolayı onlara bu sevgiyle yaşayacak baki bir hayat nasip etti. Sevgilerine olan bu saygıdan dolayı Sahil-i Selamet ulaştılar.
Onlardan sonra sevgi ve aşk, artık çok ender yaşanır bir duygu olarak kaldı. Sadece adı ve sanı kaldı sevginin ve aşkın. Sevgi ve aşk adı altında Çin malı gibi çakma sevgiler piyasaya doluştu. Öyle çakma sevgiler ki, en küçük bir arızada, en küçük bir badirede “işte buraya kadarmış, sen yoluna ben yoluma” şeklinde adeta kirli bir çorabı çıkarıp atar gibi bitirilen sözüm ona sevgiler ve aşklar. Ya da aşk ve sevgi saikiyle birleştirilen hayatlarda her iki tarafın geliri ile ilgili yaşanılan en küçük bir anlaşmazlıkta kurulmuş olan aile limited şirketi bir anda dağılıverir. Çakma sevgi ve aşklarla kurulan aileler, malzemeden çalınan binalar gibi en ufak bir depremde yerle bir oluverir. Tabi yıkılan ve gerçek sevgiden yoksun bu ailenin yıkıntıları altında kalan çocuklar da şahit oldukları bu travmadan sonra ne sevgiye ne de aşka dair asla iyimser duygular taşımazlar ve onlar da ömürleri boyunca bu sevgisizliğin
Sevmeye ve sevilmeye aday her insanın bu Sevgi üstadlarının rahley-i tedrisinden geçmesi, onların terbiyesinden nasiplenmesi, bu eşsiz ve katıksız sevgilerini tanıması, temelleri atılacak olan sevgilerinin dünyada da ahrette de sürmesi için olmazsa olmaz bir gerçektir. Kurulacak ailelerde, tesis edilecek evliliklerde, oluşturulacak yuvalarda geleceğe sağlam ve emin adımlarla ulaşmak, bedenen ve ruhen sağlıklı çocuklar yetiştirebilmek, muhabbet ve mutluluğun dünya ile sınırlı kalmayacak şekilde ahirette de devamını sağlamak, toplumun sağlam tuğlası olacak bir aile tesis etmek, sonu rahmet ve selamet olacak birlikteliklerin meydana getirilebilmesi için en önemli şart, en elzem duygu, en sağlam malzeme, en kutsal şey Sevgidir. Sevgi bu birlikteliklerin, ailenin, yuvanın temelidir, yapıtaşıdır, mayasıdır, has maddesidir, öz suyudur, can damarıdır. Sevgiden mahrum, farklı niyet ve arzularla kurulmuş aileler, yuvalar buzun üzerine kurulmuş ve en küçük zorluk ve sarsıntıda yıkılacak yapılardır. Tesis edilmiş yuva, aile maddi birliktelik esaslıysa en küçük bir hesap şaşmasında, anlaşmazlığında iflasa mahkûmdur. Heva, heves ve haz temelli ise en küçük bir hastalıkta veya vücudun bir şekilde pörsüme ve yıpranmasında eziyet ve tiksinti vermeye mahkûmdur. Bir Alman düşünürün(6) deyişiyle: “Sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin” Sevgi temelli kurulan aileler, yuvalar her zaman taze, genç, diri ve sağlam kalırlar. Mal ve mülklerinde ne bir azalma veya çoğalma, ne yaşlılık veya hastalıkla vücutlarında bir eskime ve yıpranma onların bu Sevgi temelli yuvalarını dağıtabilir, ne de ailelerine zarar verebilir. Sevinçte de üzüntüde de birbirlerine kenetlenirler ve her tür badire ve imtihanda dimdik ayakta sağlam bir şekilde dururlar. Her türlü sıkıntı onları birbirlerine daha çok bağlar. Öyle bir aileden doğan çocuklar da adam gibi adam olurlar, ne Yaradan’a ne de Yaratılana kolay kolay yanlış yapmazlar. Böyle bir aile Koca Bir Çınar Ağacı gibi zamana ve zemine meydan okurcasına dimdik ayakta durur.
Bugün dünya, sevgi ile nefretin meydan savaşına tanıklık etmektedir. Gerçi bu savaş hiçbir zaman bitmedi ve bitmeyecektir. Bu kapışma ne bir ilk, ne de bir sondur, ezelden ebede devam ede gelen, her an, her çağ ve her yerde sürecek bir hak batıl savaşıdır. Sevgi, Yüce Yaradan’ın var ettiği tüm güzellikler, doğrular ve erdemlerdir. Nefret ise, şeytanla kimlik bulan ve güzelliklerin, doğruların ve erdemlerin karşısında yer alan tüm şeytani, nefsanî ve şehevi güçlerdir. Her iki güç de kendisine taraftar bulma yolunda tüm hünerlerini sergilemekte ve bu yönde gayret sarf etmektedirler. Tarih boyunca bu mücadelede halklar, ülkeler, gruplar, kişiler bu yönde irade göstermiş, tercihlerini sevgi ve nefret arasında bir tercihe göre belirlemişlerdir. Hz. Peygamber(sav); ‘kişi sevdiğiyle beraberdir’ derken kim neyi seviyorsa, neyi istiyorsa, neyi arzuluyorsa onunla haşrolacak, onunla aynı akıbeti paylaşacak, onunla beraber olacaktır yönünde bizleri uyarıyor. Taraf olmanın en önemli belirtisi; sevginin yöneltildiği mercidir. "Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin. Onları severseniz onlardan olursunuz"(7) " Resulüm deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah'ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..."(8), "...İman sahipleri, Allah'a sevgi de çok şiddetlidir..."(9) ayeti kerimeleri bizlere bu hususta yol göstermektedir. "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız…"(10) hadis-i şerifiyle iman etmenin en önemli şartının sevgi olduğunu ifade ediyor Sevgili Peygamberimiz(SAV).
Ne yazık ki artık sevgi adı altında ahlaksızlıkların yapıldığı, sevginin bir karşılığa bağlandığı, sevmenin günübirlik mezara kadar değil pazara kadar sürdüğü, birçok kavramda olduğu gibi sevgi kavramının da içinin boşaltıldığı, sevginin çok ucuza satıldığı, asıl gösterilmesi gereken makamın yerine süfli mercilere sevginin hasredildiği zamanları yaşıyoruz. Dünyada yaşanan kaos, dehşet ve vahşet ortamının, insanlığın sahile vurmasının, insanlık üzerindeki kara bulutların tek ve en önemli sebebinin Sevginin dünyadan elini eteğini çekmesidir. Sevgisiz kalan dünya artık cinnet geçirmekte, buhran ve bunalım geçiren insanlık dünyayı yaşanmaz hale getirmekte, maddiyat, haz, heves ve şehvetle avunmaya çalışan toplumlar, felaha ermek bir tarafa battıkça batmaya, kirlendikçe kirlenmeye devam etmekte, bu yoldan dönmek bir yana kirlenmek güzeldir sloganıyla şeytanın maskarası olduğunun farkına bile varamamaktadırlar. Sevgisizliğin meydana getirdiği zifiri karanlık gittikçe koyulaşmakta, karanlığın hâkimiyeti zirvesini yaşamaktadır. Vedut ismi mübarekesiyle sevgiyi yaratan Rabbimizin Nurlu yolunun önündeki uzun tünelin sonu görünüp aydınlık inceden inceye belirmeye dursun, karanlığın silahşörleri ellerini tetiklerine atarak bu nurlu yolun önüne çeşitli kılıflarla dikilerek amansız bir savaşı körükledikçe körüklemektedirler. Çünkü şunu çok iyi bilmekteler; aydınlığın en yakın olduğu an karanlığın en koyu olduğu andır. Nefretin neferleri, bu amansız mücadelede sevgi ve nurun karşısına kâh İslami bir örgüt, kâh İnsani bir yapılanma, kâh hümanist bir oluşum görünümü altında bir çehreyle kendisini kamufle etmiş, gerçek maksatlarını her zaman örtbas etmişlerdir. Yeryüzünde tüm talanı, sömürüyü, bozgunculuğu yaparken de yaptıklarına bir kılıf uydururlar. Bunu Rabbimiz Kur’an’da şöyle deşifre ediyor: ‘Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler’. (11) Ancak bu ahmakların bilip te bilmemezlikten geldikleri gerçek olan: ‘Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır’. (12) müjdesi, gün gibi aşikâr ve ayan beyan ortadadır. Her şeye rağmen, ne kadar zor olursa olsun, neye mal olursa olsun, Rabbimizin emaneti olan SEVGİ, salih/saliha ve muvahhid/muvahhidelerin mücadelesi ile kazanacak, ALLAH nurunu tamamlayacak, hüküm yerini bulacaktır. Bu kutlu mücadelede, bu onurlu davada, bu hayırlı ve mübarek yolda çalışan, didinen, bedel ödeyen, ahde vefa gösteren, bu uğurda canla başla mücadele her kese, her kesime, her makama, her oluşuma, her varlığa helal olsun, selam olsun!.
SEVGİ DUASI:
Ebû'd-Derdâ’nın(ra) rivayetiyle Hz. Peygamberin(sav) bahsettiği Hz.Davutun duası; Allah'ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah'ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.(13)
Dipnotlar:
1-Mustafa İslamoğlu; Esmaül Hüsna 1
2-Buhârî, îman. 39; Müslim. Mûsakat. 107
3-Tevbe 87
4-Ra’d 28
5-ibni Adiy, el-Kamil lll, 1263, İbn Kayyim, Ravdatu’l-Muhabbin, 112.
7-Maide suresindeki51.âyet-i kerime,
8-Âli İmrân 3/31:
9-Bakara 2/165:
10-(Müslim, Îmân 93-94; Tirmizî, Et'ime 45; İbni Mâce, Mukaddime 9)
11-BAKARA 11.
12- saff 8
13-Ravi: Tirmizî, "Deavât", 73(Hz.Davud’un duası)
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 7