(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir. (Nahl 125)
İnsanın fıtrat gereği sosyal bir varlık oluşu ve ilahi emir ile ortak yaşam için aslolanın barış, arızi olanın ise savaş olduğu kaidesi gereği sivil mücadele ve sivil toplum örgütlenmesi aslolandır. Devletin varoluşu sivil aklın ve ihtiyacın bir sonucu iken, sonradan sivil alandan kopması gerçeği gölgelememelidir. Devlet erkinin büyük çoğunluğunu sivil akıl var ediyor iken neden iki taraf haline gelindiğini irdelemek gerekir. Kadim soruyu sormak gerekir: Medeniyet inşası ve birlikte yaşamanın daha iyi şartlar üzerinden olması için kim ve nasıl yönetmeli? Felsefi olarak da Eflatun’dan günümüze kadar “Kim Yönetecek” sorusu siyaset filozoflarının ilgi duyduğu ve ayrıntılarına kadar indikleri bir sorundur. Bu sorun halen net cevap verilerek gündem dışına çıkarılmış değildir.
Birlikte yaşam kültürü ve imkanları çok faklı alan ve ortaklaşmaları gerektirdiği için üzerine kurulacak zeminin adalet ve hakkaniyet merkezli olması temel ölçüttür. Karl Jasppers der ki “ Herkesin kaderi devlet adamı tarafından belirlenir” bu kabulleniş ve teslimiyet zaten devlet denen sistemi her şey ilan ederek halkı reaya konumuna mahkum etmektedir. İman ehli olan her mümin kaderin sahibinin Allah olduğu bilinciyle kendi kaderine kendisinin karar verdiğini bilmektedir. Bu bilinç ile “Kim Yönetecek” sorusunun cevabını kendi reyi ile eylemselleştirme sorumluluğunda kendini bulur. Bu sorumluluğunun da Rabbine karşı ifa etmesi gereken kulluk vazifesi olduğunun idrakindedir.
Son dönemlerde sivil toplum kavramının yeniden canlandığını, toplumsal dönüşümün temel ve etkin yapı taşlarından birisi konumuna yükseldiğini söyleyebiliriz. Sivil mücadele, bu yeniden canlanma sürecinde toplumsal değişimin ve ekonomik kalkınmanın önemli bir güç kaynağı olarak kabul edildi. Günümüzde sivil mücadele örgütlerinin farklı yapılanmalar ile toplum içinde yaygınlaştığını görüyoruz. Sivil toplum örgütleri çeşitli alanlarda çalışan gönüllü örgütlerden, düşünce kuruluşlarına, sosyal hareketlerden sendikalara ve meslek odalarına kadar geniş bir yelpaze içinde hareket eden bir alanı temsil ediyor. Günümüzde, sivil mücadelenin hareket alanı sadece yerel ve ülkesel değil, bölgesel ve evrensel bir nitelik kazandı.
Sivil toplum mücadelesi hem toplum hem de coğrafyalar açısında çok önemlidir. İstiklalin ve medeniyetin en önemli yapı taşlarından birisini de sivil toplum kuruluşları ve mücadelesi oluşturur. Sivil mücadele ve kuruluşları devlet refleksinin çekim merkezinde olmamalıdır, sivil toplum kuruluşları geliştirecekleri refleks ve hareketler ile devleti olması gereken yere kanalize edebilmeli, hatta zorlamalıdır.
Sivil kelimesi genelde askeri olmayan şeklinde algılanmaktadır, sivil mücadele denildiği zaman askerle ilgili olmayan gibi bir anlam yüklenmeye çalışılması konunun özünden uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Sivil mücadeleye yüklenebilecek en tutarlı anlam resmi olmayan yani eylem ve düşünce biçimini resmi kurumlardan değil, toplumsal dinamik ve değerlerden alan anlamındadır.
Sivil mücadele ve kurumlardan kasıt; toplumun hak ve medeniyet gelişiminde, yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebilen, her şartta hiç çekinmeden, büyük bir medeni cesaret göstererek hakkı ifade edebilen insanların yaşadığı bir toplum inşa etme davasıdır. Sivil yapısı güçlü, tefekkür ve bakışı geniş olan bireylerden müteşekkil olan halkların ve devletlerin istikbali güçlü olur. Aksi durumda ise sivil kurumları güçlü olmayan halklar ve devletler tarihin anlamsız kuytuluklarında kendilerine yer bulmakta zorlanmayacaklardır.
Sivil toplum kuruluşlarının mücadele alanı ve tarzı sadece düşüncelerini ifade eden değil, aynı zamanda proje üreten, sorunlara çözüm arayan, toplumu bilinçli ve şiddetsiz bir hak arayışı için bilinçlendirerek yönlendirmektir. Türkiye’de ve genel olarak İslam ülkelerimizde ise, STK’lar endişelendiren ve devlete düşman olarak algılanmaktadır. Sivil Toplum Kuruluşları devletin yapmış olduğu çalışmalara yardımcı ve destek olacağı ortak çözümlerin bulunabileceği kuruluşlardır. Sivil Toplum Kuruluşları amaçları doğrultusunda çalışmalar yaparak devlete doğru kararlar vermekte katkı sağlamalıdır.
Sivil mücadele; halkın sesi, vicdanı ve ortak payda kararlarının yaşam bulduğu alanlardır. Devlet ve halkın arasında bir köprü, halkın hak olan tüm değerlerinin savunucusu ve paydaşıdır. Sivil toplum kuruluşlarının ulusal ve yerel yönetimler üzerindeki etkinliği, o ülkeleri daha medeni ve yaşanılır hale getirmektedir. Bu sebeple Sivil toplum kuruluşları/mücadelesi medeniyetimizin olmazsa olmaz unsurları olarak toplumsal hayatımızın merkezinde yer almalıdır. Yaşadığımız ve sorumlu olduğumuz zamanın mesuliyetlerini yerine getirmeliyiz. Bunun için farklı alanlarda uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşlarının güç birlikteliği yaparak verimliliği ve paydaşlığı en üst düzeye taşımaları olmazsa olmazdır.
Sivil mücadelenin en önemli gücü ve kaynağı şiddetten uzak olmasıdır. Amaç, karşıdaki gücü ikna etme ve halkın maslahatına resmi kurum ve ya yönetimi yanlış kararından döndürerek dönüştürebilmektir. Bunun için sivil mücadele; birleşerek güçlenen, ortak payda ile gelişen, birlikteliği artıran, idrak anlayışını değiştiren bir yapıya dönüşmelidir. Toplumu ötekileştirmeden, ortak alanları daha ön plana çıkararak şiddetten uzak bir ortaklaşma duyarlılığı oluşturulmalıdır.
Sivil mücadele örnekliği için Peygamberimizin Peygamberlik öncesinde içinde yer aldığı Hılfu-l-Füdul yaşanmışlığı sivil mücadelenin heybemizdeki en önemli ve anlamlı tecrübeyi oluşturduğuna inanmaktayız. Dinimiz İslam, hak için mücadeleyi ve mazluma yardım etmeyi bize imanımızın gereği olarak emreder. Toplum olarak da böyle bir mücadele zemini sivil toplum mücadelesi ile gerçekleşebileceği için, sivil mücadele içinde bulunmayı Müslümanların önüne bir sorumluluk olarak koymuştur.
İslam, sivil toplum mücadelesini halifenin karşısına dikilip, yanlış yaparsan seni eğri kılıcımla düzeltirim diyen bir ilkeselliğe sahip iken, saltanat yönetimiyle yozlaşmaya başlayarak günümüze bozularak gelmiştir. Sivil toplum kuruluşları, devlet haktan uzaklaştığı zaman bedevinin duruşunu şiar edinerek yanlışa müdahil olabilmelidir.
İslam medeniyet tarihi bu tür mücadele ve dik duruşların da birçok örnekliğini her şeye rağmen içinde barındırmaktadır. En belirgin örnekliği, birçok İslam önderinin etrafında toplanan insanların dönemin devlet yapılanmalarıyla sürekli karşı karşıya gelmeleridir. Mesela; İmam Şafii’nin zekatın devlete verilmesini caiz görmemesi sivil toplum mücadelesinin en güzel örneklerinden birisidir. Yani devlet hak ve hukuktan uzaklaştığı vakit sivil toplum kurumları şiddetten uzak ve en meşru yollarla müdahil olmalıdır.
Toplumlar yönetişim bazında devleti sivil toplum kurumları ile ciddi bir şekilde muhatap kılarak devleti sivilleşmeye yakınlaştırmalıdır. Sivil toplum kuruluşları da devleti halkın karar verme mekanizmalarına dolaysız katılımına fırsat vermeye zorlamalıdır. Bu şekildeki doğrudan bir katılım için de halkın maslahatını en meşru şekilde temsil edecek olan sivil toplum kuruluşları halkın sesini ve hakkını en iyi şekilde temsil etmelidir. Devlet sivilleşmeye yakınlaştıkça halk daha fazla söz ve hak sahibi olacaktır. Bunun için de sivil toplum mücadelesi toplumun sorunlarına yönelik duyarlı ve çözüm üretici olmalıdır.
Sivil toplum kurumları ve mücadelesi; devleti, yerel yönetimleri ve özel sektörü haklar konusunda denetleyici ve destekleyici bir konumda olmalıdır. Haktan uzaklaşan yönetim erkleri karşısında kesinlikle insiyatif alınarak temsiliyetin hakkı verilmelidir. Özellikle Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Türkiye’de sivil toplum kuruluşları yozlaştırılarak devlete bağımlı ve güdümlü bir hale sokulmuştur. Tekke, zaviye, medrese, vakıf gibi sivil toplum merkezlerinin kapatılması devleti tamamen halktan ve haktan kopuk hale getirmiştir. Bu durum devletin meşruiyetinin sorgulanmasını ve karşı durulması gereğini zorunlu kılmıştır. Bu anlayış son dönemlerde esnemekle birlikte halen anlamlı bir şekilde aslına rücu etmiş değildir.
Devlet, yerel yönetimler, özel sektör yani yönetim erkini elinde bulunduran güçlerin büyük çoğunluğu sivil toplum kurumlarını kendilerine rakip/alternatif olarak görmektedirler. Sivil toplum kurumlarının siyasi bir amaç ve ya hedef ile ilgilenmesi tehlike olarak algılanmakta ve hemen müdahale edilmektedir. Ne devlet tamamen askeri ve resmi bir kurumdur ne de sivil toplum kurumları siyasi hayatın tamamen dışındadır.
Yaşam ve toplum parça parça yaşanmayacağından bir bütün olarak kabul edilmek zorundadır. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları; ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel vb. herhangi bir amacı şiddette uzak bir eylemsellik tarzı ile erek edinebilirler. İslami haklar, Kürd hakları, Alevi hakları, ekonomik haklar, insani ve siyasi haklar gibi toplumsal uzlaşıyı zedeleyen ve eksik bırakan haklar konusunda etkin olmak sivil toplum kurumları için bir mesuliyettir. Ülkemizin sürekli istikbar güçleri tarafından karıştırılmaması için devlet bu tür hak ve hakları önceleyen sivil toplum kuruluşlarını meşru görmeli ve bunları değerli addederek alan açmalıdır. Elbet, sivil toplum kuruluşları da devlet alan açmasa bile bu hak olan değerler için şiddetten uzak ve meşru olan her yol ile mücadelesini ortaya koymalıdır. Her ışık yangın olarak görülüp söndürülmeye çalışılmamalı, her eleştiri düşman bellenmemelidir.
15 Temmuz’da haçlı ittifakının FETÖ terör örgütü taşeronluğuyla gerçekleştirmek istediği darbe kalkışmasında Sivil toplum mücadelesinin önemi ve değeri çok daha iyi idrak edilmiştir. Sivil toplum kuruluşlarının aslında devletin varlığının da en güçlü ve güvenilir gücü olduğunu göstermiştir. Halk/sivil toplum inandığı ve birlik olduğu zaman beşeri nice büyük güçleri alt edebileceğini ispatlamıştır.
Devlet halka ne kadar açık olursa, yönetime halkı ne kadar daha çok direk olarak katabilirse, halkın eleştiri ve sözüne ne kadar çok değer verirse aslında kendini güvene alıp güçlü kılmış olacaktır. Devlet, toplumun her katmanını, her kesimini, her etnik, dini ve sosyal değerini aidiyet hissine sahip kılabilmelidir. Yönetim sistemi ve hizmet eylemselliği, tüm değerleri ve kesimleri paydaş kılarak devletin ortak payda olduğunu yaşamın her alanında göstermelidir. Devlet soyut bir sistem iken, halk somut olan ve soyut sistemleri varden güçtür. Devlet halktan müteşekkildir ve halka güvenmelidir. Halkına karşı şeffaf olan ve güven duyan bir devlet kendi ömrünü uzun kılacaktır.
Hz. Ali’nin sivil toplum mücadelesi için zirve olabilecek sözünü hatırlatmak isterim. “Yöneticiler halkın aynadaki yansımasıdır” sözü gerçekten sivil mücadele için ana iskeleti oluşturacak niteliktedir. Devleti devlet yapan, devletin sahibi ve inşacısı halk ise o zaman halk devleti emanet etmiş olduğu yöneticileri denetlemek ile mesuldür. Yani yöneticilerin değeri, duruşu, yaptıkları ve yapacakları halkın duruşuna göre renk ve yer belirlemektedir. Bunun için İslam dini sivil toplum mücadelesini bizlere sorumluluk olarak yüklemektedir dersek çok da yabana atılır bir söz söylememiş oluruz.“Bu böyledir. Çünkü bir toplum, sahip olduğu iyi bir niteliği değiştirmedikçe, Allah da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez. Hiç şüphesiz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.” Enfal Suresi (8) 53. Ayet (Seyyid Kutup)
Sivil toplum mücadelesinin varoluşsal eşiği için 15 Temmuz Türkiye örnekliği büyük bir değer ifade etmektedir. İletişim, bilgi ve sosyal iletişimin gelişmişliği ile ortak payda da, değerler ve amaçlarda bir araya gelebilen sivil mücadelenin etkinliği ve gücü muazzam bir şekilde kendini göstermiştir. Özellikle inançlı orta sınıfın sivil duruşu ile ne büyük mücadeleler verebileceği temaşa edilmiştir.
Sivil toplum kuruluşları gönüllü birlikteliklerden müteşekkil olduklarından dolayı inandıkları değerler için yürekleri ve canları ile meydanlarda olurlar. Yeter ki paydaş olsunlar, yeter ki verilecek mücadeleye kendilerini ait hissetsinler. Bu mücadele sathı da müstekbir güçlerin çizmiş olduğu yapay sınırlarla da ihata edilemeyecek etki ve güce sahiptir. Sivil toplum, hele İslami sivil toplum mücadelesi artık sadece yapay sınırlarda değil, ümmet coğrafyasının tümünde ve gerekirse evrensel değerde bir karşı hamleyi bütünleştirmelidir.
Sivil toplum, iyi yönetim projelerinin yanında, yok edici batı uygarlığına karşı İslam medeniyetinin özüne rücu etmiş inşa ve yapılandırıcı projelerini konuşmaya başlamalıdır. Bu minvalde; üretici zihinleri ve pratikleri disiplinize ederek yaygınlaştırma sürecini güçlü kılmalıdır. Yerel ve ulusal alanın dışına taşarak, bölgesel ve evrensel niteliğe geçiş yapmalıdır. Yapay sınırları değil de, olması gereken sınırları kaale alıp yol yüründüğü vakit, indirgemeci devlet zihniyetlerine karşı da meşru ve makbul olan eylemsellikler ile bütüncüleştirici sorumluluk ifa edilmelidir. Varolan devletleri halkın ve toplumun maslahatına yakınlaştırma, devletin nüfuz edemediği alanlarda etkin bir şekilde katkı sağlayarak sorumluluk üstlenmek gerekir.
Hülasa-i kelam; Sivil toplum kuruluşları mücadeleleri ile topluma güven vermeli, yönetim erklerinin hak ve hakkaniyet üzerine yol yürümeleri için ciddi duruş ve proje sahibi olmalıdırlar. Halkı yönetimler karşısında karşılığı olan değer kılıp, yönetimleri de halkın rızasını merkeze koyan temel üzere yapılandırmaya zorlamalıdırlar. Yapay sınırları aşarak, insani ve İslami olan sınırları şiar edinerek inandıkları değerler için ufka yürüyerek medeniyet değerlerimizi yeniden inşa etmeyi amaç edinmelidirler. Sahip olmuş olduğumuz değerlerin ve gücün farkında olan nice değer sahibi Sivil Toplum Kuruluşlarının hak ve hakkaniyet mücadelesinde Allah’ın ipine toptan sarılmaları duasıyla.
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 7