ÜMMETİN İŞLEVSEL AKLI TAQWA
(SORUMLULUK BİLİNCİ)
Arapça “V Q Y” kökünden gelen takva kelimesini Arap dilinin ilk etimoloji lügatı Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa yazarı İbn Faris şöyle tarif eder:“Bir şeyin bir şeyden onun dışındaki başka bir şeyle def edilmesidir”.[1] El vikaye, korunma ve sakınmada titizliktir. Çekirdeğin/tohumun ucundaki minik rüşeym ağaç olmak için nasıl çekirdeğin geri kalanına depolanmış olan ‘azık’ (endosperm) ile takviye ediliyorsa, takva sahibi insan da “korunmak ve sakınmak” için özel bir bilinç tarafından beslenmelidir. İşte o özel bilince işin ehli olan Japon âlim Toshihiko İzutsu “sorumluluk bilinci” adını vermiştir.[2]
Takva sorumluluk bilincidir. Sorumluluk bilinci kişinin Rabbine karşı, insanlığa, tabiata, canlı ve cansız varlıkların tümüne karşı görevlerini bilmesi.... Kısacası kendi haddini bilmesidir.
Mekke’de de Medine’de de inen ayetlerde takva ile ilgili kelimeler nadiren tekil olarak gelse de daha çok çoğul olarak gelmesi ferdi sorumlulukla beraber asıl toplumsal sorumluluk bilincine sahip olmayı öngörmektedir.
فَأَمَّا مَن أَعْطَى وَاتَّقَى “Fe emma men e'da vetteqa” Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah'a karşı gelmekten sakınırsa…..[3]
أَوْ أَمَرَ بِالتَّقْوَى " ew emere bitteqwa” Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidâyet üzere ise; ya da takvayı (Allah'a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!?[4]
Mekke döneminde inen ayeti kerimelerde takva kelimesinin genellikle tekil olarak kullanılması daha çok kişisel sakınma/korunma ve sorumluluk bilinci oluştururken, Medinede inen ayetlerde ise toplumsal bir sorumluluk bilinci oluşturur. Zaten Mekke döneminde namaz dışında herhangi bir ibadet farz değil ve onun da toplu olarak kılınması ile ilgili yaygın bir uygulama yok. Çünkü ortam buna müsait değil ve belki de sadece uygun ortam bulunduğu zamanlarda Mü’minler cemaatle namaz kılmışlardır.
Bununla beraber Mekke döneminde hem bireysel hem de toplumsal olarak sorumluluk bilincinin oluşmasını sağlayan bir takım helal ve haramlar mevcuttur. Bunlar: Şirk koşmama, anne babaya iyi davranma, leş, kan, domuz eti ve üzerinde Allah’ın adı anılmayan hayvanların etlerini yememe, haksız yere cana kıymama, zina etmeme ve hatta zinaya yaklaşmama, yetim malına dokunmama ve başkasının hakkına tecavüz etmeme gibi emir ve yasaklarlardır. Ayrıca İnsanın yalan söylememesini, ölçü ve tartıda adaletli olmasını, mal biriktirme hırsına kapılmamasını, kibirlenmemesini, fitne için söz taşımacılığı yapmamasını, kaş göz işaretiyle alay etmemesini, israf etmemesini, cimrilik yapmamasını ve ikisi arasında bir denge tutturmasını emretmektedir.
Bu saydıklarımın tümü daha Mekke’de inen ayetlerde ve kişisel ve toplumsal olarak insanın takvaya ulaşması için dikkate alması gereken hususlardır. Çünkü tüm ibadetlerin temel hedefi takvadır.
İnsanları ve cinleri sadece kendisine kulluk etmek için yarattığını[5] buyuran rabbimiz, kulluğun temeline de takvayı yerleştirmiştir. Yani Kulluğun amacı da temel hedefi de takvadır. Bu hakikat Ubudiyetle ilgili ayetlerin çoğunda cümle “Leallekum tettequn” “umulur ki sakınırsınız” şeklinde gelir. İbadetlerin illeti sakınmaya/korunmaya bağlanmıştır. Bu da kulluğun ve buna bağlı olarak tüm ibadetlerin insana sorumluluk bilinci kazandırmayı hedeflediğini göstermektedir.
Aşağıda işaret ettiğim ayetler Medine’de nazil olan ve tüm ibadetlerin illetinin takva olduğunu gösteren ayetlerdir
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Ya eyyuhennasu'budu rebbekumullezi xaleqekum vellezine mim qablikum leallekum tettequn”
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki ona karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız”.[6]
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ
“Ya eyyuhellezine amenu kutibe aleykumussiyamu kema kutibe alellezine min qablikum laellekum tettequn”
“Ey Iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruc size de farz kılındı umulur ki sorumluluğunuzun bilincine varırsınız”.[7]
التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ
“Ya beni ademe qed enzelna aleyum libasen ve riyşen ve libasuttaqwa zalike xayrun”
“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (sorumluluk bilincine sahip olma) elbisesi daha hayırlıdır.” [8]
لَن يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِن يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنكُمْ
“Len yenalullahe luhumuha vela dimauha velakin yenaluhuttaqwa minkum”
Onların ne etleri Allah'a ulaşır, ne de kanları; lakin ona ulaşan, yalnızca Takvanız(sizin ona karşı gösterdiğiniz bilinç ve duyarlılık yani sorumluluk bilinciniz)dır.[9]
وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ
“Ve tezevvedu feinne xayrezzadittaqwa ya ulilelbab”
Ve (hacc için) kendiniz için hazırlıkta bulunun-azık edinin- tüm hazırlıkların -azıkların-en güzeli Allah'a karşı takvanızdır(sorumluluğunuzun bilincinde olmaktır) Öyleyse siz ey derin kavrayış sahipleri bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun.[10]
Bu Ayetlerin birçoğunda تتقون şeklinde çoğul olarak gelmesi ibadetlerin toplumsal oluşlarını ve daha da önemlisi bunun toplumsal bir takvaya sebep olacağını göstermektedir. Kısacası Namazın, Orucun, haccın, kurbanın, örtünmenin ve hatta tüm ibadetlerin inananlarda ferdi sorumlulukla beraber toplumsal bir sorumluluk bilincinin de oluşturması gerektiğinin göstergesidir.
Özellikle A’raf suresi 26. Ayeti kerimede geçen “Libasuttaqwa” “taqwa elbisesi” ifadesi konusunda müfessirler; iman, salih amel, haya, iffet, Allah korkusu, avret mahallerinin örtülmesi gibi anlamlara geldiğini söylemişler. Tüm bu anlamları yan yana koyduğumuzda taqwanın nasıl bir sorumluluk bilinci olduğunu ortaya koymaktadır.
Taqwa elbisesi sadece vücudu örten elbise yani tesettür değildir. Zihinsel bir örtüdür. Harama karşı zihni kapatmaktır. İkinci bakışın kısılmasıdır. İkinci bakış nicel yani sayısal olarak bir ikinci bakış değildir. Niteliksel olarak farklı bakıştır. Şehvetle bakmaktır. Bu anlamda Taqwa örtüsü bazen erkeğin bazen de kadının göz kapaklarıdır.
Taqwa paylaşılan ve sevgi gibi paylaşıldıkça çoğalan bir şeydir. Taqwa paylaşılan bir şey olduğu gibi aynı zamanda üzerinde yardımlaşma ve dayanışma yapılan bir alandır. Kur’an’a göre yardımlaşmamız gereken konuların “Teawenu ala'l birri vettaqwa” “iyilik ve taqwa” yardımlaşmamamız gereken konuların da “ Vela teavenu ala'l ismi vel udvan” “günah ve düşmanlık” olduğu görülmektedir.
Taqwanın zıddı fücurdur. Aslında “taqwa” “sorumluluk bilinci” ve “sorumlu davranış”, fücur ise “sorumsuz davranış” yani sorumsuzluktur.
Kur’an muttaqiler için (sorumluluğun bilincinde olanlar) için hidayet olduğunu söylemektedir. Bu da hidayetten önceki taqwaya işarettir. Yani ancak sorumluluğunun bilincinde olanlar Kur’anla hidayete erebilirler. Şuursuzca ve sorumsuzca davranana Kur’an yol göstermez. “ Zalikel kitabu la raybe fihi hudel’lil muttaqıyn” “Bu kitab kendisinde şüphe olmayan ve muttaqiler için hidayettir” [11]“ve men yetteqillahe yec’âl lehu maxracen” “Kim Allahatan korkar(ona karşı sorumlu davranır)sa o onun için bir kapı(çıkış yolu) açar”[12]
Mekke fethinde Müslüman olan Hz. Haticenin amcası oğlu Hakim bin Hizam Allah Rasulüne cahiliye döneminde yaptığı iyiliklerin kendisine faydasının olup olmadığını sorunca Allah Rasulü: “Senin hidayetine sebep olan o iyiliklerindir”
Ünlü Arap şairi Ferezdak’ın dedesi Sa’saa b. Naciye hem cahiliyye hem de İslam dönemini gören kişilerden biriydi. Bu zat cahiliyye döneminde diri diri gömülen kız çocuklarını ailelerinden satın alarak kurtarmasıyla ünlüydü. Bu yolla kendi beyanına göre 360 kız çocuğu kurtarmıştı. Belki de künyesinde yer alan ve “kurtarıcı” manasına gelen Naciye adı, ona bu yüzden verilmişti.
Cahiliyye döneminin vicdanı denilmeyi hak eden bu yiğit adam Allah Rasulü ile arasında geçen benzer bir diyalogu şöyle nakleder:
“Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasulü! Ben cahiliyye devrinde bazı işler işledim. Onlarda bir ecir ve sevap var mıdır? Diri diri gömülecek olan üç yüz altmış kız çocuğunun hayatını kurtardım. Her birini iki tane on aylık gebe deve ile satın alırdım. Bunlarda bana bir ecir var mıdır? Hz. Peygamber buyurdu ki:"Sana onun ecri elbet var.İşte bu yüzden Allah seni İslâmla şereflendirdi."[13]
Allah Rasulü “İnsanlar madenler gibidir; cahiliyyede hayırlı olan İslam’da da hayırlı olur” derken esasen hidayetinden önceki davranışlarında sorumlu davrananları kastediyordu. Esasen “Allah’ım! İslam’ı Ömer b. Hattab veya Amr b. Hişam ile aziz kıl!” derken de aynı bakış açısıyla hareket ediyordu.
“Kim takva sahibi olur(Allah’tan korkar)ise,Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.”[14]
Hz. Muhammed (s.a.v)’in takva hakkında “İnsanın cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun Allah’a karşı duyduğu takvasıdır.”buyurmaktadır.[15] Yine “Allah’a karşı takva sahibi olmanızı tavsiye ederim.”[16] “Arabın arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”[17] buyurmaktadır.
Hz. Ömer (r.a.) “Mü’minin keremi , takvasıdır.” der.[18]
Taqwa şuurlu ve bilinçli olma halidir. Kişinin haddini bilmesi varlık hiyerarşisi içindeki konumunun farkında olmasıdır. Taqwa İnsanın rabbi karşısındaki acizliği ve kul olduğunun farkında olmasıyla beraber hizmetine sunulan dünya ve içindeki varlıklara karşı da sorumluluk bilinciyle hareket ederek, imar ve inşa eden sevgi ve merhametle yaklaşan tavırdır. İnsanın insanlara hayvanlara canlı ve cansız tabiata karşı sevgi ve merhametle yaklaşması taqwasının, ifsat ve tahripkar olması da fücurunun sonucudur. Müslümanın hayvansever olması çevreci olması taqwanın tezahürüdür. Hz. Ali(ra)’nin:“İnsanlar dinde kardeşin insanlıkta eşindir’’sözünün, Hz. peygamberin (sav) “uhud bizi sever biz uhudu severiz” buyruğu taqwanın göstergesidir.
Taqwa hayırda yarıştır.Bollukta ve darlıkta infak etmek öfkeyi yenmek insanları affetmek taqwanın gereğidir.Taqwa bir iyilik hareketidir.Taqwa ümmet olma bilincidir.
Taqwa ümmetin işlevsel aklıdır.Sorumluluk bilinciyle hareket etmeyen bir anlayış ümmet anlayışı olamaz. Ümmet farklılıkları ortadan kaldıran tek tipçi bir anlayış değil, farklı unsurların herbirinin haklarını eşitlik, kardeşlik ve adalet ölçüsünde muhafaza eden bir taqwa/sorumluluk bilincidir.Eğer taqwa ölçüsü ile hareket etmiyorsa ümmet işlevsiz bir birliktelik, zoraki bir ittihat ve bunun sonucunda da çoğulcu egemenlerin ezdiği bir mekanizmaya dönüşür.
Taqwa iyiliği emredip kötülüğü nehyeden hayırlı bir ümmet olmayı gerektirir. Ümmet bilinci taqwa esasları üzerinde kurulan bir anlayıştır. Farklı etnik kökenleri, farklı ulusları, farklı dilleri konuşan halkları tek ulus hakimiyetine boyun eğdirerek azınlık statüsü ile tek tipçiliğe zorlayan bir mantık kabul etmez. Taqwa İslamın üstünlük ölçüsüdür. Bu ölçü kişinin veya toplumların hangi etnik kökene ait olması gerektiğini esas almaz. İnsanlığa karşı sorumluluk bilincini esas alır.
Irk asabiyeti taqwanın ortadan kalmasıdır. Etnik milliyetçilik ve ulus üstünlüğüne dayalı asabiyet şeytanizm mantığıdır. “Ben ondan üstünüm çünkü beni ateşten yarattın onu ise topraktan”[19] anlayışının tezahürüdür. “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Ne mutlu Türküm diyene” anlayışının temel nedeni bu etnik asabiyettir. Bu anlayış taqwanın değil fücurun yaygınlaşmasıdır.
“Ey iman edenler sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye( birbirinizi kabbullenesiniz diye ve karşılıklı haklarınıza saygı gösteresiniz diye de anlayabiliriz)sizleri kabileler ve şubeler kıldık.En üstün olanınız Allah katında en taqwalı olanınızdır. (Yani sorumluluğunu bileninizdir.)”[20]
Taqwa mazlumun hakkını zalimden alan Sa’saa b. Naciye anlayışıdır. Taqwa Hılful fudul hareketidir. Adalet temelinde kardeşliği tesis eden bir anlayıştır. Taqwa bir ümmet anlayışıdır. Aslında anne gibi ümm kelimesinden türeyen ümmet aynen bir anne gibi tüm çocuklarını kucaklayan, onlar arasında ayırım yapmadan eşitlik ve adalet ölçüsü içinde hareket eden bir sorumluluk bilincidir. Ümmet olmak adaletli ve taqwalı olmaktır.
Sorumluluk bilincine sahip olanlar sadece kendi menfaatini düşünenler değil, tüm insanlığa karşı sorumlu olduğunun bilincinde olanlardır.Taqwa adaleti gerektirir. Adalet insanlar arası ilişkilerde sorumluluk bilincinin hakim olmasıdır. Kur'an'da Allah kendi adaletinden hiç bahsetmez.Hatta Kur'an'da geçen Esma'ul Hüsna içinde “el'adl” ismi bulunmaz. “El adl” ismi sadece Tirmizi'nin rivayetinde geçen bir isimdir. Ve başka hiçbir yerde Allah'ın adaletinden ve adil oluşundan bahsetmez.Çünkü o işlerini rahmet ilkesi ile yapar. “ O kendine rahmeti ilke edindi”.[21] Kur'an insanların kendi aralarında adil olmalarını ve adaletle hareket etmelerini emrederken insanlar tam aksine sorumluluktan kaçarak işleri adli ilahiye havale etmektedirler. Oysa adaleti tesis etmek adil şahitler olarak adaleti ayakta tutmak bir sorumluluktur.
“Ey iman edenler adil şahitler olarak adaleti Allah için ayakta tutun,bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin, adil olun çünkü o (taqwaya) sorumluluk bilincine daha yakındır. Allah'a karşı sorumluluğunuzu bilin. Hiç şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.”[22]Taqwa insanların hakkına tecavüz etme konusunda Allah'tan korkmaktır. İnsanın haddini bilmesidir.Taqwa,Medine sokaklarında Hz. Ömer'e : “Allah'tan kork ey Ömer” diyen kişinin sözüne karşı ayakta duramayıp ağlayarak kendi kendine: “Ömer kimmiş de Allah'tan korkmayacak” diyerek dizlerinin bağının çözülmesine ve yere yığılmasına sebep olan Ömer'in sorumluluk bilincidir. Taqwa, “Fıratın kıyısında bir kuzuyu kurt kapsa hesabını kıyamet gününde Ömerden sorarlar” diyen şuurdur.
Daha üzerinden 50 yıl geçmeden devletin zirvesindeki sultanların bu şuurdan ve bu sorumluluk bilincinden yoksun kaldıklarının en önemli şahidi Abdulmelik bin Mervan'dır. O da: “kim bana “Allah'tan kork” derse buynunu vururum” diyordu.
Taqwa, kendi işleri için kamu malı olan mumu södürüp kendi mumunu yakan anlayıştır. Bunun zıddı da tebası fakru zaruret içinde iken kamu malından saraylar inşa edip, zevku sefa içinde yaşamaktır. Taqwa, ucunda sürgün olan Ebu Zerin itirazıdır. Ebu Zer’in Şam valisi Muaviye bin Ebu Süfyan'a: “Eğer bu sarayı kendi paranla yaptıysan israftır, yok eğer kamu malıyla yaptıysan hırsızlıktır ve her ikisi de haramdır” sözüdür.
Taqwa Ali bin Ebi Talip gibi olmaktır. O Karşısındaki insanların her türlü hile ve desiselerine rağmen erdemi elden bırakmadan sorumluluk bilinciyle hareket etti. Karşısındaki insanların bazılarının “Arap dehası oldukları” söylenince o “Levla'ttuqa lekuntu edha'l Arab” yani “Eğer taqwa olmasaydı Arapların en dahisi ben olurdum” demişti.
Taqwa, Hz. Hüseyin'in Kerbeladaki kıyamı ve Zeyneb'in Şam'da Yezid'e karşı haykırışıdır. Taqwa, sorumluluk bilincidir. Taqwa, istikbara karşı kıyam,tağutun tuğyanına karşı feryattır.Mazlumların sesine kulak vermektir.Taqwa,ümmetin dirilişidir.Taqwa mazlumların ve mustazafların haklarını savunmaktır. Hakikatı savunmaktır. İnsanların kanları üzerinde politika yapanlara dur dmektir.
Taqwa, her kabile meşrebini (su içeceği yeri) bilsin ve aralarında eşitlik ve adalet olsun diye taştan 12 pınar fışkırtan Musa (as) mucizesinden ilham alarak farklılıkları zenginlik bilerek büyük insanlık ailesinin tüm fertleri ve ulusları arasında adalet ve kardeşlik temeli üzerinde bir gelecek inşa etmektir.
Fert ve toplum olarak sorumluluklarımız çoktur. Biz yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekip yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz.Allah'ın hudutları vardır ve bunları aşmamamız gerekmektedir. Bu hudutlar insanların birbirlerine karşı haklarıdır. Özellikle aile içi ilişkilerde Allah sınırların korunmasından bahsetmektedir. Ve bu sınırları Allah'ın sınırları diye tarif etmektedir. Toplumun en küçük ailesinden büyük insanlık ailesine kadar insanlar arası hak hukuk meselesine taqwa anlayışı ve sorumluluk bilinciyle yaklaşmak lazım. Aksi takdirde hüsrana uğrar ve her iki dünyada da rezil rüsva oluruz.
Kısacası Taqwa paylaştıkça çoğalan bir hazine, geleceğimizin mutluluk vasıtasıdır. Taqwa kulluğun temel gayesi ibadetlerin amacı ve kurtuluş vesilesidir. Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur ve akibet muttakilerindir.
“vel aqibetu lil muttaqin vela udwane illa ala zzalimin”
ÖĞR. GÖR. NURETTİN ÇİFTÇİ
HAKKÂRİ ÜNV. İLAHİYAT FAK.
[1] Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa,Cilt 6,s.13
[2] Mustafa İslamoğlu,Kur’ani Hayat Dergisi,19.sayı
[3] Leyl,92/5
[4] Alak,96/12
[5] Zariyat,51/56
[6] Bakara,2/21
[7] Bakara,2/183
[8] A’raf,7/26
[9] Hacc,22/37
[10] Bakara,2/197
[11] Bakara,2/2,3.
[12] Talaq,65/2.
[13] Taberani, M. Kebir, 7412; Fethu’l-Bârî, 5630.
[14] 65/2-3.
[15] Ahmed b. Hanbel , 2. 392, 442.
[16] Ebu Davud, Sünen, 5; Tirmizi, İlim, 16; Ahmed b. Hanbel ,325.
[17] Ahmed b. Hanbel, 5, 411)
[18] Muvatta, Cihad, 35)
[19] A'raf, 7/ 12.
[20] Hucurat 14
[21] En'am,6/12.
[22] Maide,5/8.